IRCRehberi.Net- Türkiyenin En iyi IRC ve Genel Forum Sitesi

IRCRehberi.Net- Türkiyenin En iyi IRC ve Genel Forum Sitesi (https://www.ircrehberi.net/)
-   Türkülerimizin Tarihi (https://www.ircrehberi.net/turkulerimizin-tarihi/)
-   -   Bir Türkü Bir Hikaye (https://www.ircrehberi.net/turkulerimizin-tarihi/13377-bir-turku-bir-hikaye.html)

Malkoçoğlu 24 Mart 2020 14:16

Bir Türkü Bir Hikaye
 
Komşu kızı ile beşik kertmesi olan bir genç askerde vereme yakalanır, hava değişimi alarak Yozgat'a (Akdağmadeni) gelir. Sözlüsünün ailesi, hasta gence kızlarını göstermek istemez. Genç, tedavi için İstanbul'da hastaneye yatar, pencereden gördüğü incir ağacından aldığı ilhamla aşağıdaki türküyü söyler. Yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayarak hastanede ölür. Ailesi cenazesini Yozgat'a getiremez, İstanbul'da kalır.
Ve iste Hastane Önünde İncir Ağacı Türkü'sü böylece söylenmeye başlar.


[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

velevki 24 Mart 2020 14:31

"Uyan sunam uyan" türküsünün hikayesi...

Suna, Fahri Kayhan’ın eşidir. Çok sevmektedir Fahri Bey Suna’yı… Devir, o zamanın Malatya’sı… Ancak sevdiğine sevdiğini söylemenin bile ayıp karşılandığı o dönemde Fahri Bey her daim söyler Suna’ya, ona olan sadakatini ve bağlılığını… Ve bilir karısının gözlerinin başka kimselere bakmadığını…

O dönemin kadınlarının en büyük eğlencesidir, haftada bir yapılan hamam sefaları… Kendilerine ayrılan günde toplanıp hamama gider mahallenin tüm kadınları… İşte o hamam sefalarından birinde Suna’nın sırtında bulunan ve normal şartlarda kıyafetinden asla görünme ihtimali olmayan bir ben dikkatini çeker hamamda bulunan ve sunanın yakın arkadaşı olan Neriman Hanım’ın…

Neriman Hanım, akşam eve geldiğinde laf arasında eşi Mustafa Bey’e, Suna’nın sırtında ben olduğunu anlatır… Aradan zaman geçer… Fahri Kayhan bir gün evlerinin yakınında bulunan kahvede Mustafa Bey ile karşılaşır… Aralarındaki sohbet belli bir süre sonra tartışmaya dönüşür ve olay karşılıklı hakarete kadar gider… Fahri Kayhan hiddetle cevap verir Mustafa Bey’e: “Bir daha karşıma çıkma, seni el aleme rezil ederim.” Bu söylem karşısında sinirlerine hakim olamayan ve sırf Fahri Kayhan’ı yaralamak gayesiyle hareket eden Mustafa Bey’in dudaklarından şu sözler dökülüverir: “Sen benimle uğraşacağına kendi karına sahip çık, ben senin karının sırtındaki beni bile bilirim.”

Fahri Kayhan beyninden vurulmuşa döner… Evet inanamaz biricik Suna’sının kendisine ihanet ettiğine, ama bu başına gelen neyin nesidir? Elin adamı, Suna’nın sırtındaki beni nerden bilecektir? Bu sorular kafasında iken eve varır, dayanamaz ve karşısına alıp Suna’yı durumu anlatır… Suna iki gözü iki çeşme yeminler eder Fahri Kayhan’a: “Aman beyim etme” der, “Bakar mıyım senden bir başkasına?” O gece konuşurlar, konuşurlar… Fahri Kayhan eşine sarılır, ve ikna olduğunu söyleyip bir daha hiç açmamacasına konuyu kapatır… Lakin durum hiç de öyle olmamıştır… O günden sonra istemeden de olsa aklında hep o şüphe, Fahri Bey karısına kötü davranır…

Yine bir akşam yemekte sudan bir sebeple çıkan tartışma sonrasında Fahri Kayhan ceketini alır ve başlar Malatya sokaklarında dolaşmaya… Eve geldiğinde neredeyse güneş doğmak üzeredir… Eve girer ve gördüğü manzara karşısında dona kalır… Biricik karısı Suna, kendini asmıştır… Sallanan ayağının dibinde elinden düşmüş bir mektup durmaktadır. O mektupta Suna son sözlerinde şunları yazmıştır: “Kusura bakma beyim, ama günlerdir kafandaki soru işaretlerinin sebebini bilmekteyim… Kendimi temize çıkarmak için başka yol göremedim. Şunu bil ki, ben sana hiç ihanet etmedim… “

Fahri Kayhan gözyaşları içinde eşinin cansız bedenini yağlı urgandan ayırır, yere yatırır… Islak gözlerini silerken bir bakar ki hava aydınlanmıştır… İçindeki yangın öyle büyüktür ki, sözün bittiği yerde, kelimelerin küllerinden o meşhur türküyü yakmıştır:

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Malkoçoğlu 25 Mart 2020 07:08

Hekimoğlu

Hekimoğlu İbrahim, Fatsa’da yaşayan bir delikanlıdır. Burada Gürcü Sefer Ağa’nın yanında çalışır ve onun kızına gönlünü kaptırır. Delikanlının kızla gizli görüşmeleri duyulunca, kızın nişanlısı olan Seyyid Ağa ve adamları Hekimoğlu İbrahim’in peşine düşer. Bir çatışma yaşanır. Bu çatışmada İbrahim, Sefer Ağa’nın önemli bir adamını öldürür. Bu olaydan sonra Hekimoğlu olarak anılmaya başlar. Dağa çıkar ve kaçarak yaşamaya başlar. Hekimoğlu’nun dağa çıktığını duyan yöre köylüleri kendisine kucak açarlar. Yoksul halkla dostluk kuran, zenginlerden alıp fakirlere veren Hekimoğlu’nun ünü daha da artar. Himayesine birçok kişi girer. Gürcü beyinin korkulu rüyası olur. Bir gün Hekimoğlu’nun yeğenleri pusuya düşürülür. Bunu haber alan Hekimoğlu, intikam almak için pusu kurulan yere gider ancak kendisi de bu oyunda kurban olur. Uğradığı saldırıda ağır yaralanır ve can verir.

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Malkoçoğlu 27 Mart 2020 23:12

ORMANCI”NIN ÖYKÜSÜ
Gevenes Köyü’nde 1922 yılında dünyaya gelen Mustafa Şahbudak, ağa çocuğudur. Köy Muhtarı Tevfik Cezayirli, Mustafa’nın en yakın arkadaşıdır.
Bu ikili her akşam köy kahvesinde ”dama” maçı düzenler, iddialı ve dostça yapılan bu karşılaşmalar, kahvehanedekiler tarafından ilgi ile izlenir.
1946 yılının bir Temmuz gününde, Mustafa Şahbudak ve Muhtar Tevfik Cezayirli, yine dama tahtasının başına otururlar. Oyunun yarısında ”Sarı Memet” lakaplı Orman Memuru Mehmet İn, çıkagelir. Mehmet, sarhoştur. Bir gün önce, komşu olan Çiftlik Köyü’nde yangın çıkmıştır. 1946 seçimlerinin evrakı Yatağan’a gönderilecektir. Seçim evrakını Yatağan’a, köy bekçisinin götürmesi zorunludur. Ormancı ise, yangın evrakının bir an önce ilçeye götürülmesi için bekçiyi muhtardan ister. Muhtar Cezayirli, ”Olmaz, daha acil olan seçim sonuçlarının ulaştırılması gerekiyor. Bekçiyi gönderemem” diye cevap verir. Bunun üzerine ormancı ile muhtar arasında tartışma başlar. Muhtar Tevfik Cezayirli, ”Ayıp ediyorsun Mehmet, bize müsaade et” der. Ormancı kahveye geri döner, dama masasını bir yumruk atar. Mustafa Şahbudak, bu davranışa tahammül edemez ve ormancıyı tokatlar. Olayın büyüyeceğini anlayan köylüler, ormancıyı sakinleşmesi için kahvenin arka tarafına götürürler. Ormancı bağırarak küfürler savurmaktadır. Küfürler Mustafa Şahbudak’ın tahammül sınırını daha da zorlar. Şahbudak, yerinden kalkar, ormancının üzerine yürür. Ormancı Mehmet, kamasını çıkarıp Mustafa Şahbudak’ı kolundan yaralar. O zaman, Mustafa Şahbudak ormancıyı korkutmak için, belindeki tabancayı çıkarır, yere doğru ateş eder. Muhtar, ormancının ikinci kez kama vurmaması için elini tutar. Fakat, Mustafa tetiği çoktan çekmiştir…
Ormancı Mehmet İn, bunun üzerine kaçmaya başlar. Mustafa Şahbudak kaçmasın diye, bir el daha ateş eder. Bu ateş de öldürmek için değil, kaçmasına engel olmak içindir. İkinci atışta Mehmet İn, yere düşer. Arka cebinde tabaka olduğu için, ona bir şey olmaz. Ama, Mustafa Şahbudak, kaza kurşunu ile dostu Tevfik’i vurmuştur.
O günlerin imkansızlıkları içerisinde Tevfik’i, tahta bir sal üzerinde köyden 23 kilometre uzaklıktaki Muğla Devlet Hastanesi’ne götürürler. Tevfik, çok kan kaybetmektedir. Mustafa, Doktor Veli Bey’e, ”Babamın selamı var, bu adamı iyileştir” diye yalvarır. Doktor Veli Bey, ”O ölecek, önce senin kolunu saralım” diye yanıt verir. O sırada Tevfik eliyle işaret edip Mustafa’yı yanına çağırarak, ”Ben ölüyorum, hakkını helal et” dedikten sonra can verir.

Yıllardır her şeyi unutmaya çalışan Mustafa’ya bir gün arkadaşları, Tahir Usta adında bir değirmenciden bahsederler. Bu değirmenci, annesinin akrabasıdır. Değirmenci Tahir Usta aynı zamanda türkü de bestelemektedir. Gevenes Köyü’nde yaşanan bu acı olay, Tahir Usta tarafından bestelenmiştir. Düğünlerde okunan, herkesin diline düşen türkü, ORMANCI’dır…

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

velevki 27 Mart 2020 23:26

Tekirdağ'ın Kayı köyünden genç bir kız ve bu kızın bir sevgilisi vardır. Fakat kızın ailesi, istemeye geldiklerinde, kızlarını bu gence vermezler. Aynı köyden bir başka genç ile kızlarını evlendirmeye karar verirler.

Düğün günü gelip çatar ve kına gecesi geline kına yakılır. Gelin bu evliliğe karşı olduğu için ertesi gün sabaha karşı herkes uykuda iken kendini denize atar.

Halk arasında genç kızın arkasından, sevgilisinin de kendisini öldürdüğü söylenmektedir.

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

tugbu 28 Mart 2020 00:03

gide gide bir söğüde dayandım dayandım,
o söğüdün allarına boyandım gelin boyandım.
ben o yare dağlar kadar güvendim güvendim,
güvendiğim dağlar elime geldi elime geldi.

ölem ben ölem ben,
kurban olam ağzındaki
dile ben gelin dile ben.

yüce dağlar size var mı zararım zararım,
yar yitirdim uğrun uğrun ararım gelin ararım.
ben o yari her gelenden sorarım sorarım,
güvendiğim dağlar elime geldi elime geldi.

ölem ben ölem ben,
kurban olam ağzındaki
dile ben gelin dile ben.

yüce dağ başına çadır açarım açarım
çadırın içine güller saçarım gelin saçarım
ben o yari çalar dağa kaçarım kaçarım
güvendiğim dağlar elime geldi elime geldi.

ölem ben ölem ben,
kurban olam ağzındaki
dile ben gelin dile ben.


[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Hikayesi yok sanirim paylasma istedim cok severim bu turkuyu :)

Malkoçoğlu 28 Mart 2020 00:17

Sayın @[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] ben kısa bir hikaye buldum ama paylaşayım,

"Gide gide bir söğüde dayandım" türküsü Habip isminde bir gencin ölüm haberini alan annesi ve kız kardeşinin yaktığı bir ağıttır.

Ağıt türündeki türküler bir kişinin beklenmedik bir zamanda ölümü sonrasında yakılan feryat niteliğindeki eserlerdir.

Türkünün acıklı hikayesi, Sırbistan ve Karadağ'ın Osmanlı Devleti'ne savaş açtığı 1876 yıllarına dayanır. O dönem Osmanlı Devleti Sırp saldırılarını durdurmak için gösterdiği tüm çabalara rağmen büyük devletler karşısında başarılı olamaz ve Rusya ile bir ateşkes imzalamak zorunda kalır. *1912 ve 1913 yıllarında ise Osmanlı Devleti Balkan Savaşlarında binlerce gencini kaybeder.

Balkan Savaşlarında şehit düşenlerden biri de Hacı Bektaş'ın Barak Köyü'nden Habip'tir. Oğullarının şehadet haberini alan annesi ve kız kardeşi bu ağıtı yakar.

velevki 28 Mart 2020 00:18

Alıntı:

tugbu Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 50327)
gide gide bir söğüde dayandım dayandım,
o söğüdün allarına boyandım gelin boyandım.
ben o yare dağlar kadar güvendim güvendim,
güvendiğim dağlar elime geldi elime geldi.

ölem ben ölem ben,
kurban olam ağzındaki
dile ben gelin dile ben.

yüce dağlar size var mı zararım zararım,
yar yitirdim uğrun uğrun ararım gelin ararım.
ben o yari her gelenden sorarım sorarım,
güvendiğim dağlar elime geldi elime geldi.

ölem ben ölem ben,
kurban olam ağzındaki
dile ben gelin dile ben.

yüce dağ başına çadır açarım açarım
çadırın içine güller saçarım gelin saçarım
ben o yari çalar dağa kaçarım kaçarım
güvendiğim dağlar elime geldi elime geldi.

ölem ben ölem ben,
kurban olam ağzındaki
dile ben gelin dile ben.


[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Hikayesi yok sanirim paylasma istedim cok severim bu turkuyu :)

Sevgili tugbu, iyi ettiniz tabi ki... paylaşım için teşekkür ederim. Çok güzel bir türküdür.

Hikayeyi de ben paylaşayım.:) Keyifli okumalar/dinlemeler

Gide gide bir söğüde dayandım türküsünün öznesi andredir.
ağaca dayanma kurur insana dayanma ölür diyenlere dayanacak başka bir şey göstermeleri halinde bu durumun değişebileceğini söyleyen andre sonrasında yağan lapa lapa kardan söğüdün dalları sayesinde korunabileceğini de eklemiştir.
bununla yetinmemiştir tabi. bir taraftan söğüdün allarına boyanırken diğer taraftan güvendiği yarin kelek çıkışına da şahit olmuştur.
söğüdün dallarına güveneyim bari derken dalları da elinde kalan andre bu olayı güzel bir türküyle süslemiştir.

"Gide gide bir söğüde dayandım" türküsü Habip isminde bir gencin ölüm haberini alan annesi ve kız kardeşinin yaktığı bir ağıttır.

Ağıt türündeki türküler bir kişinin beklenmedik bir zamanda ölümü sonrasında yakılan feryat niteliğindeki eserlerdir.

Türkünün acıklı hikayesi, Sırbistan ve Karadağ'ın Osmanlı Devleti'ne savaş açtığı 1876 yıllarına dayanır. O dönem Osmanlı Devleti Sırp saldırılarını durdurmak için gösterdiği tüm çabalara rağmen büyük devletler karşısında başarılı olamaz ve Rusya ile bir ateşkes imzalamak zorunda kalır. 1912 ve 1913 yıllarında ise Osmanlı Devleti Balkan Savaşlarında binlerce gencini kaybeder.

Balkan Savaşlarında şehit düşenlerden biri de Hacı Bektaş'ın Barak Köyü'nden Habip'tir. Oğullarının şehadet haberini alan annesi ve kız kardeşi bu ağıtı yakar.

tugbu 28 Mart 2020 00:20

:) bilmiyordum ya :) çok tesekkur ederim hep dinlerdim hikayesi daha da icimi yakti :)

tugbu 28 Mart 2020 00:27

Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun

Geçim derdiyle beli bükülen aileler, evlerinin reislerini, evlenme çağında oğlu olanlar da evlerinin delikanlılarını para kazanması için gurbete gönderirmiş. Anadolu’nun köy ve kasabalarından iş imkânlarının geniş olduğu büyük şehirlere özellikle de İstanbul’a çalışmaya gidenler senelerce oralarda kalırmış. Memlekette bıraktıkları eşleri, nişanlıları da sevdikleri adamın gurbet yolunu gözlermiş. Bu türkü de kocası İstanbul’a çalışmaya gidip senelerce dönmeyen bir kadının yaktığı bir ağıttır.

Yarim Istanbul’u Mesken mi Tuttun

Ağam İstanbul’ u mesken mi tuttun aman

Gördün güzelleri beni unuttun aman

Beni evinize köle mi tuttun aman

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

tugbu 28 Mart 2020 00:33

Bilinen öyküye göre bu türkü Malatyalı Fahri ‘ye ait. Yaşar Özürküt, bu türkünün sahibinin Eskişehir’in Seyitgazi ilçesinden Mustafa Tuna olduğunu söylüyor. Türkünün öyküsünü dinlemek üzere Mustafa Tuna’yı Seyitgazi’de bulup onunla söyleşi yapıyor.

Mustafa Tuna, sevdiği kadına yazdığı bu türküyü gizliyor. Çünkü bu aşk, bu türkü bilinmesin istiyor. Kadın başkasıyla, Mustafa Tuna başkasıyla evleniyor. İkisinin de çocukları oluyor.
Öyküyü Mustafa Tuna’nın anlatımından aktarıyorum: ”Kızın babası Rum’dan dönme idi. Babam, ‘Ben soyuma Rum kanı katmam’ diye itiraz etti… Belki de isabetliydi. Gönül ferman dinlemediği için biz kızı kaçırmaya karar verdik… Benim aracı kadınlarım vardı. Haber getirip götüren. Onlardan kızın ertesi gün çeşmeye geleceğini öğrendim. Bir yandan da kızın kına hazırlığı var. Bu iŞ bitiyor, biz bunu önleyelim dedik.”

”Kızın eviyle, Kuruçeşme arasında dar bir sokak var. Arabayı sokağın başına çektik. Bir gün önceden de atları nallatmışız. Kız testileri su doldurup omzuna almış. Sokak dar kaçacak göçecek yer yok. Sabahın da körü. Kızı yakaladım. Duvara çarptım. Omzundaki su testileri kırıldı. Kucaklayıp arabaya attım. Atları kırbaçladık. Yola koyulduk… Arabacı yolu şaşırdı. Eskişehir yoluna saptı. Zaten arabacı Raşit saralıydı. Nöbeti tuttu, titriyor. Bir elimle kızın ağzını kapatıyor, ötekiyle Raşit’i tutuyorum. Yuları kavrayıp, atların sırtına bineceğim, ama bu defa ötekiler arabadan düşecekler. Atlar başıboş koşuyorlar. Aniden bir de karşıdan kamyon çıktı. Kamyonu gören atlar ürktü, anayoldan çıkıp orman yoluna saptı araba… Kızıltepe Ormanı diyoruz, Şu karşıdaki orman. O arada millet de peşimize düşmüş. Jandarma süvarisi bir yandan çevirdi; kızın nişanlısının akrabaları öte yandan üstümüze geldiler… Teslim olmak zorunda kaldık.”

”Götürdüler tevkif ettiler. Bir seneye mahkûm edildim. Yıl 1944 tek parti dönemi… Ben Seyitgazi’de ilk yirmi yedi günlük hapisliğimde sazla türküyü söylemeye başlamıştım. Hapishaneden dışarıya taştı türkü. Öyle meşhur oldu ki türkü, Eskişehir yıkılıyor… Ben günümü tamamlayıp çıkacağım sırada, Hakkı Efendi, yani kızın babası haber gönderiyor, ‘tahliye olduğunda doğruca bize gelsin görüşelim’ diyor. Ama babam kabul etmiyor. Ben babamı karşıma alıp da onlara gitmedim.”

”Ben kızla görüşüyorum, ama babasına gitmedim. Hatta hiç unutmuyorum, aracılar vasıtasıyla kız bana bir çevre göndermişti. Baktım olmayacak, babam reddediyor, 1948’de terk-i diyar eyleyip Ankara’ya gittim.” Mustafa Tuna evleniyor. Sevdiği kız da evleniyor. Uzun yıllar sonra Seyitgazi’ye dönmüş. Sevdiği kadının adını söylemek istemiyor. Çünkü o da orada yaşıyormuş.

İşte ünlü türküden bazı bölümler: ”Karadır kaşların ferman yazdırır,/Bu aşk beni diyar gezdirir,/Lokman Hekim gelse yaram azdırır,/Yaramı sarmaya yar kendi gelsin”

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] :)

Malkoçoğlu 29 Mart 2020 12:24

Yörük Ali (1896-1953) İstiklal Savaşımızın başlarında birçok yararlıklarıyla meşhur olmuş efelerdendir. Nazilli köylülerindendir. Ailesi (Saı Tekeli) adlı bir Türk aşireti olup Ayvazoğlulları lakabıyla anılır. Üç sene çetecilik ettikten sonra Hükümete katılmıştır. Yunanlıların İzmir'i ve Aydın'ı işgal etmesi üzerine,Çine'nin Yağcılar köyünde tekrar küçük bir çete kurmuştur. 15 Haziran 1920'de Menderes Nehri'ni 50 arkadaşıyla sallarla geçerek Malkoç tren köprüsünü muhafaza eden Yunan kara kolunu imha etmiş ve silahlarını almıştır. Bu hareket, Aydın ve havalisinde Milli Mücadelenin başlangıcı olmuştur. Yörük Ali Efe'nin kuvvetleri sonradan bir alaya yükselerek Milli Aydın Alayı adını almıştır ki, Aydın ve köşk cephesinde bir buçuk sene kadar vuruşan ve Aydın'ın içindeki savaşta çok faydası görülen bu alayın adı 57.Tümende 37.Yörük Ali Efe Alayı ismi ile hala anılır. Efe'ye istiklal madalyası ve milis albaylığı rütbesi verilmiştir.
Türkünün sözle söylenmeyen yazılı kısımlarında Aydın'ın Yunan işgalinden kurtuluşundan bahsedilmekte olup, bu kurtuluş için Yörük Ali Efe ve arkadaşlarının yaptığı kahramanlık anlatılmaktadır.

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]


Şu Dalmadan geçtin mi
Soğuk sular içtin mi
Efelerin içinde
Yörük Ali’yi seçtin mi

Şu Dalmanın çeşmesi
Ne hoş olur içmesi
Yörük Ali’yi sorarsan
Efelerin seçmesi

Cepkenimin kolları
Parıldıyor pulları
Yörük Ali geliyor
Açıl Aydın yolları

Aydın dağını oydular
Ardında yar koydular
Yörük Ali’nin ismini
Hazreti Ali koydular

Malkoç çayında durdun
Binlerce Yunanlıyı vurdun
Yüz tane efe ile
Aydın’ı, Yunan’dan aldın

Çam dalına yaslandım
Yağmur yağdı ıslandım
Yörük Ali’nin yanında
Altı ay on gün eylendim

Hey gemici gemici
Nerden aldın pirinci
Efelerin içinde
Yörük Ali birinci

Deve damı han oldu
Yörük Ali memlekete şan oldu
Yörük Ali’yi sorarsan
Bu dünyaya nam oldu

Dağlar aman hey tane
Yörük Ali şu cihanda bir tane
Bıçağımın masadı
Yörük Ali düşman kasabı

Aydın dağları dumanlı dumanlı
Bak kaçıyor Yunanlı
Yörük Ali geliyor
Bak kaçıyor Yunanlı
Hey gidinin efesi, efesi
Efelerin efesi.

Absent 29 Mart 2020 12:43

On numara söylemiş kadında hani.

Malkoçoğlu 02 Nisan 2020 21:35

Gesi Bağları türküsünün hikayesiKayseri’nin Gesi köyünde yaşayan bir genç kız, evlilik çağına geldiğinde, onu istemeye gelenler uzak köyden bir aile olarak genç kıza talip olurlar. Genç kız ve genç erkek birbirlerini sever ve evlenir. Genç kız, uzak yere gelin gittiği için hüzünlenir.

Gelin gittiği köyde, annesinden uzakta yaşamaya alışamaz. Eşinden ve ailesinden eziyetler görmeye başlar. Huzuru kaçar. Çocuğu olur. Çocuğuyla oyalanmak ister ama başaramaz. Annesinin hasreti içine dağlar.Aylardır annesinden haber alamayarak, hüzünlü bir şekilde köyden dışarı çıkamayarak beklemek zorunda kalır. Bir gün, kendi köyünden haber gelir. Annesinin vefat ettiğini öğrenir. Çok üzülür, manevi olarak yıpranır.Gesi köyünün, kaldığı köye kadar uzanan geniş ve güzel bağları arasında, Gesi Bağları türküsünü söyleyerek dertlenir ve ağıt yakar. Kavuşamamanın hüznünü yüreğinde hisseder.

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

velevki 04 Nisan 2020 01:12

Balıkesir’e bağlı Edremit ilçesinin, Güre köyünün halkından kahveci Mehmet şevket efendinin karısı şöhret hanım tarafından oğluna yazılmış bir türküdür.

Şöhret hanım, zamanın zenginlerinden olduğu için zeytin toplamaya giderken cam topuklu ve rugan ayakkabılar giyermiş, elbiseleri de oldukça güzel ve diğer köylülerden farklıymış, oğulları Zekeriya Sarıkamış’a Enver Paşa komutasında askerliğini yapmaya gitmiştir. Bu sırada ortam karlı olduğu için yol almak amaçlı karları teperlermiş. Zekeriya, kar teperlerken kar kuyusuna düşüp şehit olmuştur. Şöhret hanımda ovada kekliklerle söyleşirken bu kötü haberi almıştır.

Keklikler öterken şöhret hanımda oğlunun acısı ile bu türküyü yazmıştır.

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

tugbu 04 Nisan 2020 01:44

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]


Annesinin tek oğlu Mehmet, Erzurum yöresinde yetiştirdikleri ürünleri, bugünkü Ermenistan’ın başkenti, o dönemler önemli ticaret merkezi olan Revan’a (Erivan) kervan ile götürüp satmaktadır. Karayağız, güçlü kuvvetli Mehmet, annesine her akşam bahçelerinden derlediği gül demetini getirir. ‘Sevgi ve saygı’ ifadesi olan gül demetini anne duvara asıp kurutur, onlara baktıkça oğlunu görür gibi olur. Ancak vebaya yakalanan Mehmet, Revan’da ölür ve bir çalı dibine gömülür. Bir Mehmet değildir ölen, kervanın çoğu da bu amansız hastalıktan kurtulamaz. Ağır ağır Erzurum’a giren kervanı analar, babalar, yavuklular meraklı gözlerle beklemektedir, ama gidenlerin çoğu gelmemiştir. Mehmet’in anası durumu öğrenince, deli olup dağlara düşer, elinde bir demet kırmızı gül, dilinde bu türkü… Ağıtlar yakıp dağlarda gezer durur.

tugbu 04 Nisan 2020 01:57

Birazda bizim oralardan olsundu :)
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]




Sarı gelin, eski çağlardan beri Çoruh boyunda yaşayan Hıristiyan Kıpçak Beyi’nin sarı saçlı, güzeller güzeli kızıdır. Erzurumlu bir delikanlı Kıpçak Beyi’nin bu güzel kızına âşık olur ve Erzurumlu delikanlı ile sarışın Kıpçak kızının arasında büyük bir aşk başlar. Sarışın Kıpçak kızına âşık olan delikanlının ailesi, oğullarının bu kız ile evlenmesine karşı çıkar. Delikanlı ise kıza deli gibi âşıktır ama bey de kızını vermez bu delikanlıya… Delikanlı nihayet sarışın güzel kızı kaçırmaya karar verir ve nihayet kaçırır. Kıpçak Beyi’nin adamları iki kaçak aşığın peşine düşer ve uzun bir takipten sonra aşıkları bulup delikanlıyı öldürürler.

tugbu 04 Nisan 2020 02:14

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]



Vaktiyle Afyonkarahisar’ın Emirdağ ilçesinin Hamzahacılı köyünde birbirini deli gibi seven iki genç varmış. Öyle ki birbirlerini ta ufak yaşta deli gibi ölesiye sevmişler. Genç delikanlı, Emirdağ’da ilk ve ortaokulu bitirdikten sonra, o zamanlar bulunduğu beldede henüz lise ve dengi okul bulunmadığı için, tahsilini tamamlayabilmek için Afyonkarahisar’a gider.

Kız ise bu ayrılığa daha fazla dayanamamış olacak ki, yüreğinin derinliklerinden gelen bu sevgi sesini türkülere dökmeye karar vermiş. Kızın söylediği aşk ve sevda kokan bu yanık türküler, Emirdağ’da dillere destan olmuştur.
Hamzahacılı köyü, diğer köylere giden yolun üzerinde olduğu için, kız bir gün suya giderken, yolda başka bir delikanlı bu kızı görür ve çok beğenir. Kızı babasından istetir. Ne gerekiyorsa yaptırır hatta başlık parasına kadar verdirir ve sonunda bu kızla nişanlanır.

Kız, içerisinde bulunduğu bu talihsiz durumu, Afyonkarahisar’da tahsilini yapmakta olan sevdiği oğlana bildirir. Bildidir bildirmesine ama o zamanlar posta şimdilerde ki gibi çok hızlı olmadığından mektup oğlana çok geç ulaşır. Oğlan mektubu alır ve, “sınavlarım bitsin de öyle gideyim” düşüncesiyle kızın yanına vaktinde ulaşamaz. Kız, sevdiği oğlandan haber alamayınca ne yapacağını şaşırmış ve çaresiz yüreğinden geçen duyguları türkülere dönüştürür.







Bu arada bir taraftan da düğün hazırlıkları başlamıştır; kız ise geçen her gün her dakika içten içe kendini yemektedir. Öyle ki morali iyiden iyiye bozulan kız, düğün gecesi her şeyi göze almış ve kendini asmak için yağlı urganı bile hazırlamıştır. O derece kararlıdır yani. Sırrını söylemek, derdini açmak amacıyla ahretliği (kardeşliği) olan Dudu’nun yanına gider. Dudu’nun yanında babasının olduğunu görünce derdini ona da açamaz, helallaşamaz bile. Üzgün ve bitkin bir halde çaresiz evlerine geri döner.

Kız kendini asmak için evlerinin ahırında hazırladığı urganı yağlarken, bir yandan da kendisine, aşkına, sevdasına velhasıl içerisinde bulunduğu bu çaresizliğe yaktığı ağıdı okumaya devam eder. Kızcağız gençliğinin baharında muradına eremeden kendi isteği ile bu dünyadan göç eder ve bizlere de Emirdağ’ı birbirine ulalı isimli işte bu yanık türküyü bırakır.

tugbu 04 Nisan 2020 02:18

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Bu türküde cok ozel :)

tugbu 04 Nisan 2020 02:27

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]


Güzel Anadolu'muz gelmiş geçmiş acı tatlı hatıralar ile bir zeka ve duygu hazinesi, bir insanlık abidesidir. En ücra yeri, sinesinde sayısız özellikler taşır.

Anadolu'muzda muhitlerinde hasta olan, kaza geçiren, yaralanan veya sakat kalan, şehit olan veya ölenlerin ardından, türlü beyitlerle (ağıt) denen türküler çıkarırlar.

Bu vesile ile "Ankara'da yedim taze meyvayı" türküsünün mahiyetinden kısaca bahsediyoruz;

Türküde adı geçen sefer, Ankara'nın Keskin kazasının Cin Ali köyündendir. Güçlü, kuvvetli, yakışıklı ve bütün halleriyle Keskin havalisinin dilinden düşmeyen Sefer'in karısı Hatice de gene Keskin kazasının Seyfli köyünden olup, civar köylerin en güzel kızı diye dillere destan olmuştur.

Rivayete göre, evlendikten kısa bir süre sonra Sefer, bir hastalığa tutulmuştur. Memleket memleket gezip, doktor doktor dolaştırılan Sefer, nihayet hastalığa bir çare bulamayıp 20 Haziran 1942 tarihinde ölmüştür.

İşte "Ankara'da yedim taze meyvayı" türküsü de bu vak'anın hemen ardından yakılan, Keskin dolaylarından akseden bir hazin deyiştir.


tugbu 04 Nisan 2020 02:33

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]








Bu türkü bundan bir asır kadar önce , ihtişamlı , güzel , delidolu , hoppala , zıppala olduğundan Deli Düve lakabı takılan bir kadın ile Asalı sülalesinden bir delikanlı arasında geçen aşk hikayesi üzerine yakılmıştır. Deli Düve’nin şaibeli bir yaşantısı vardır. O dönemde tüm delikanlılar onu elde etmek için uğraşırlar. Bunların arasında Asalı Deli Düve’yi nikahına alır ve ona bir ev açar. Deli Düve’de gözü olan diğer delikanlılar bu olayı içlerine sindiremezler. Nasıl etsekte , Deli Düve’yi Asalı’nın elinden alsak diye planlar kurmaya başlarlar ve planlarını hazırlarlar. Kendilerini reddeden kızın kocasını hem kıskanır , hem de ona kin bağlarlar. Aradan bir hayli zaman geçer , bu genç ve güzel gelin birkaç delikanlı tarafından tehdit edilmeye başlar. Delikanlılar , “kocandan ayrılacaksın , yoksa seni dağa kaldırırız , kocanın da gözlerini kör ederiz” diye aracı bir kadın ile haber salarlar.

Deli Düve önceleri aldırmaz ve kocasından saklar , onu sevdiği için de bir türlü kötülük etmelerine razı olmaz ve delikanlılara şöyle haber yollar. “Ne olur , kocamı rahat bırakın. Ona dokunmayın , ne isterseniz yapayım” der.

Bunu haber alan delikanlılar Deli Düve’yi kaçırmaya karar verirler. Aracı kadına “biz ondan istediğimizi çeşme başında söyleyeceğiz. Oraya kadar gelsin “ derler. Bunu duyan geç gelin meraktan çatlayacak bir duruma geldiğinden çeşme başına gider.

Daha önceden çeşme başında tuzak kuran delikanlılar kadının koşarak geldiğini görünce önüne çıkar ve hazırladıkları atın üzerine atarak kaçırılarken genç gelin çığlık atar , sesi duyan kocası Asalı yardımına koşar. Kocasının geldiğini gören delikanlılar hazır vaziyette beklemeye başlarlar. Aralarındaki kanlı döğüş sonunda Asalı oğlu Vehbi isimli delikanlı bıçak darbeleri ile ölür. Delikanlılar Deli Düve’yi dağa kaldırırlar ve de emellerine ulaşırlar. Öte yandan oğullarının kanlar içinde yattığını gören gencin ana ve babası saçlarını , başlarını yolarlar.

Bu olayın duyulması üzerine yakılan ağıtlar dilden dile dolaşarak günümüzde söylendiği şekilde türkü haline gelir. Türkünün sözleri:

Kütahya’nın pınarları akışır
Zaptiyeler kol kol olmuş bakışır
Asalı’ya çuha şalvar yakışır
Aman , aman Vehbi öylede böyle olur mu

Ah sen ölürsen Dünya bana kalır mı
Salım geldi musallaya dayandı
Mor cepkenim al kanlara boyandı
Seni vuran zalim nasıl dayandı

Aman , aman Vehbi öylede böyle olur mu
Ah sen ölürsen Dünya bana kalır mı

tugbu 04 Nisan 2020 02:42

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]



Sevdalısına kavuşsa da mutluluğu bulamayan cemil ile Defçi Fatma nın türküsüdür.

Neredeyse bütün mahallenin kızları aşıkmış cemil´e. Bakışları can yakan, yakışıklı bir yiğitmiş bu delikanlı. Mahallenin kızlarından Fatma da Cemil i severmiş. Severmiş sevmesine de Cemil in kulağına gidecek kadar dolaşmış dillerde, ahali kızın haline dertlenir olmuş. Bir vakit, kendine bunca sevdalı olan Fatma’yı görmüş Cemil. Görür görmez Cemil de vurulmasın mı Fatma ya. İki gönül böyle ateşlenince, büyükler engel olmamış bu sevgiye. Engel olmamışlar ama geç olduğundan mı, yoksa güç olduğundan mı, Cemil ince hastalığa yakalanmış.

Aşıkların birbirine duyduğu bu tutkulu sevgi, Cemil in hayatına mal olmuş. Fatma kavuşup da duyamadığı Cemil in ardından ağlamış, ağıtlar yakmış. Cemilini kaybetse de aşk ateşi sönmemiş, ölünceye kadar içinde yanıp durmuş. Sevdiğine kavuşamayan Fatma, Birbirine kavuşan gençlerin düğünlerine gidip def çalarak, sevda ateşini dindirmeye çalışmış.

Gezmedim yorulmadım Cemil
Boş yere kırılmadım Cemil
Sana benzer dünyada Cemil
Bir başka bulamadım Cemil

Anan öle Cemil
Baban öle cemil
Yetim kalasın Cemil
Benim olasın Cemil

Kayalıkta bir kuş var Cemil
Kanadında gümüş var Cemil
Yarim gitti gelmedi Cemil
Elbet bunda bir iş var Cemil

Anan öle Cemil
Baban öle cemil
Yetim kalasın Cemil
Benim olasın Cemil

Bağa gel bostana gel Cemil
Zülüfün destele gel Cemil
Ana izin vermezse Cemil
Yalandan Hastalan gel Cemil

Anan öle Cemil
Baban öle cemil
Yetim kalasın Cemil
Benim olasın Cemil

tugbu 04 Nisan 2020 02:44

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]


Burdur’dan Antalya’ya doğru giderken yaklaşık 38 km. Uzaklıkta bulunan Arvallı, yeni adı ile Bağsaray köyünde geçer hikaye.

Hikayeye göre Hatçe isminde bir güzel kadın köyün meydanındaki duvarında çift oluklu pınar bulunan bir evde oturur. Türküde sözü geçen pınar bu pınardır.

Hatçe güzel ve alımlı bir köy güzelidir. Köyün çobanı Hatça’ya gönlünü kaptırır. O da çobanı sever. Ne var ki Hatçe evlidir. . Kader onları bir türlü bir araya getirmemiştir. Her ne kadar olumsuzluklar çok olsa da aşklarına engel olamazlar ve bir zaman sonra birlikte kaçmaya karar verirler. Çobanla birlikte kaçarak Antalya’ya yerleşirler. Yaklaşık 5 ay sonra yakın bir köyde (Kayış) de buna benzer bir olay gerçekleşir ve İbrahim CAN isimli mahalli sanatçı bu türküyü yakar.

Türkü’nün Orjinal Sözleri:

Evlerinin önünde pınarlar harlar
Hatçam çıkmış pencereye ay gibi parlar
Ben Hatça’yı yitirdim de dumanalı dağlar
Gözlerimin pınarları durmadan çağlar

Ovalara duman çökmüş göremedin mi
A kız kendi saçını öremedin mi
Alçaklara karlar yağmış yükseklere buz
Gel sarılalım gaçalım ince belli kız

Denizin dibinde Hatçam demirden evler
Ak gerdanın altında da çiftedir benler
O kınalı parmaklar da o beyaz eller
Yolcuyu yolundan eyleyen dilber

Dalga dalga dalga dalga dalgalanıyor
Hatçayı görenler sevdalanıyor
Üçünü de beşini de Hatçam onuna
Ben de yandım Hatça’mın basma donuna

Yüce dağ başına Hatçam ekin ekilmez
Yağmur yağmayınca Hatçam kökü sökülmez
Ellerin köyünde Hatçam kahır çekilmez
Doldur ağıları içelim Hatçam

Varman kızlar varman kirli çobana
Çoban evde durmaz gider yabana
Ovalara duman çökmüş göremedin mi
Akız kendi saçını öremedin mi

Arvallı dedikleri bir büyük şehir
Şehir oldu bana her zaman zehir
Çok dediler arkadaşlar yar senin değil
Doldur ağıları içelim Hatçam

Yüce dağ başında Hatçam harmanın mı var
Harmanı kaldırmaya dermanın mı var
Hatçam beni öldürmeye fermanın mı var
Doldur ağıları içelim Hatçam

tugbu 04 Nisan 2020 02:50

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]


Eski zamanlarda Malkara’da 15 yaşlarında Zeynep isimli güzel bir kız vardır. Bir gün köyde Ağa’nı bir düğünü olur. Düğünde eğlenceler ve at yarışları yapılır. At yarışlarına uzaklardan gelen Ali adında bir genç te katılır. Ali gönlünü düğünde gördüğü Zeynep’e kaptırır. Köyüne dönünce babasına Zeynep’i istetir. Ali’nin Köy’ü uzak olduğundan Zeynep’in ailesinin pek gönlü olmaz ama gönüllü gönülsüz verirler. Düğün yapılır, Zeynep Aili’ni köyü’ne gelin gider. Ancak ailesinden ayrı olmaya alışık olmayan Zeynep tam yedi yıl ailesini göremez. İçindeki hasret büyüdükçe türküler yakmaya başlar, düğünlerde söyler. Zeynep’in kocası Ali’de bu duruma aldırış etmez, yeri geldilçe Zeynep’i döver, O’nu hor görür. Zeynep üzüntüsünden hastalanıp yataklara düşer. Çevredekiler en sonunda dayanamayıp Zeynep’in anasını, babasını çağırırlar. Annesi bası geldiğinde Zeynep onlara bu türküyü mırıldanır ve bir daha da iyileşemez. Bu duruma çok üzülen çevresindeki halk bu türküyü dilden dile günümüze kadar aktarmıştır.

Yüksek yüksek tepeler ev kurmasınlar
Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler

Uçan da kuşlara malum olsun
Ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı
Ben köyümü özledim

Babamın bir atı olsa bise de gelse
Annemin yelkeni olsa uçsa da gelse
Kardeşlerim yolları bilse de gelse

Uçan da kuşlara malum olsun
Ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı
Ben köyümü özledim

tugbu 04 Nisan 2020 02:53

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]


Gevenes Köyü’nde 1922 yılında dünyaya gelen Mustafa Şahbudak, ağa çocuğudur. Köy Muhtarı Tevfik Cezayirli, Mustafa’nın en yakın arkadaşıdır.
Bu ikili her akşam köy kahvesinde ”dama” maçı düzenler, iddialı ve dostça yapılan bu karşılaşmalar, kahvehanedekiler tarafından ilgi ile izlenir.
1946 yılının bir Temmuz gününde, Mustafa Şahbudak ve Muhtar Tevfik Cezayirli, yine dama tahtasının başına otururlar. Oyunun yarısında ”Sarı Memet” lakaplı Orman Memuru Mehmet İn, çıkagelir. Mehmet, sarhoştur. Bir gün önce, komşu olan Çiftlik Köyü’nde yangın çıkmıştır. 1946 seçimlerinin evrakı Yatağan’a gönderilecektir. Seçim evrakını Yatağan’a, köy bekçisinin götürmesi zorunludur. Ormancı ise, yangın evrakının bir an önce ilçeye götürülmesi için bekçiyi muhtardan ister. Muhtar Cezayirli, ”Olmaz, daha acil olan seçim sonuçlarının ulaştırılması gerekiyor. Bekçiyi gönderemem” diye cevap verir. Bunun üzerine ormancı ile muhtar arasında tartışma başlar. Muhtar Tevfik Cezayirli, ”Ayıp ediyorsun Mehmet, bize müsaade et” der. Ormancı kahveye geri döner, dama masasını bir yumruk atar. Mustafa Şahbudak, bu davranışa tahammül edemez ve ormancıyı tokatlar. Olayın büyüyeceğini anlayan köylüler, ormancıyı sakinleşmesi için kahvenin arka tarafına götürürler. Ormancı bağırarak küfürler savurmaktadır. Küfürler Mustafa Şahbudak’ın tahammül sınırını daha da zorlar. Şahbudak, yerinden kalkar, ormancının üzerine yürür. Ormancı Mehmet, kamasını çıkarıp Mustafa Şahbudak’ı kolundan yaralar. O zaman, Mustafa Şahbudak ormancıyı korkutmak için, belindeki tabancayı çıkarır, yere doğru ateş eder. Muhtar, ormancının ikinci kez kama vurmaması için elini tutar. Fakat, Mustafa tetiği çoktan çekmiştir…
Ormancı Mehmet İn, bunun üzerine kaçmaya başlar. Mustafa Şahbudak kaçmasın diye, bir el daha ateş eder. Bu ateş de öldürmek için değil, kaçmasına engel olmak içindir. İkinci atışta Mehmet İn, yere düşer. Arka cebinde tabaka olduğu için, ona bir şey olmaz. Ama, Mustafa Şahbudak, kaza kurşunu ile dostu Tevfik’i vurmuştur.
O günlerin imkansızlıkları içerisinde Tevfik’i, tahta bir sal üzerinde köyden 23 kilometre uzaklıktaki Muğla Devlet Hastanesi’ne götürürler. Tevfik, çok kan kaybetmektedir. Mustafa, Doktor Veli Bey’e, ”Babamın selamı var, bu adamı iyileştir” diye yalvarır. Doktor Veli Bey, ”O ölecek, önce senin kolunu saralım” diye yanıt verir. O sırada Tevfik eliyle işaret edip Mustafa’yı yanına çağırarak, ”Ben ölüyorum, hakkını helal et” dedikten sonra can verir.

Yıllardır her şeyi unutmaya çalışan Mustafa’ya bir gün arkadaşları, Tahir Usta adında bir değirmenciden bahsederler. Bu değirmenci, annesinin akrabasıdır. Değirmenci Tahir Usta aynı zamanda türkü de bestelemektedir. Gevenes Köyü’nde yaşanan bu acı olay, Tahir Usta tarafından bestelenmiştir. Düğünlerde okunan, herkesin diline düşen türkü, ORMANCI’dır…

tugbu 04 Nisan 2020 02:57

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]





GİRESUN´UN İÇİNDE HİKÂYESİ

Karadeniz yöresine ait bir hikâyedir. Olay Giresun´un bir dağ köyünde geçmektedir. Giresun´un bu köyü çok güzel yeşilliklere sahip bir dağ köydür. Bu köyde yeşil ile mavi tonları birbirine karışır yani yerin yeşilliği ve göğün maviliği tüm doğal hali ile bu köyde iç içedir. İnsanları kendisine hayran bırakan bir manzaraya sahiptir. Doğanın tüm kusurları bu köyde yeşilliklerle kapanmıştır. Giresun´un bu güzel köyünde başka bir güzel yaşamaktadır. Bu güzel kişi ise Feride´dir. Feride köyde genç bir delikanlı olan Ömer´i sevmektedir. Feride´nin gözünde de gönlünde de beyninde Ömer´den başkası yoktur. Bu iki genç birbirlerini sevmektedirler. Ömer köyün fakir ve gariben bir ailesinden gelmektedir. Ömer çok yiğit, mert ve iyi yürekli bir insanmış.

Ömer ile Feride küçük yaşlardan beri birbirlerini severler. Her ikisi de hiçbir zaman birbirleri dışında gönüllerine kimseyi almamışlar. Feride ile Ömer evlilik çağına gelmişler. Bu iki genç dünyalarını birleştirmeye karar verirler. Ailelerini haberdar ederler. Aileler tanışır her şey yolunda ilerler. Düğün hazırlıklarına başlarlar. Tüm bu güzel gelişmeler yaşanırken önlerine bir engel çıkar. Bu yörede bulunan ağa takımının çocuklarından Musa´da, Feride´yi görür ve ona göz koyar. Bunu duyan Feride çok sinirlenir ve Musa´ya haber gönderir. Feride “Ben bu dünyada Ömer´den başkasını sevmedim, sevmem de bu böyle bilinsin. Ben bu dünyadan Ömer´den başkasını gönlüme almadım, aklıma getirmedim, kimseyi sevmedim bir tek kişi sevdim oda Ömer´dir” deyip haberi Musa´ya yolar. Bu haber üzerine zalim Musa çileden çıkar ve mazlum, gariban, Ömer´i gördüğü yerde döver ona eziyet eder. Ömer yiğit cesur bir delikanlıdır; fakat Musa´nın adamları çok olduğu için kavgada hepsini dövemiyor. Belalı Musa, Ömer´i ne zaman tek başına görse adamlarını onun üzerine gönderir ve onu döverler. Musa´nın, Ömer´i dövmesi ve ona eziyet etmesindeki sebep onu Feride´yi sevmekten alı koymak, geri adım atmasını sağlamaktır. Sonra Feride´nin yanına gidip bak seni seven adam seni bıraktı artık seni sevmiyor demek için her şeyi dener; ama Ömer, Feride´yi gerçekten de sevdiği için sevdiğinden asla vazgeçmez. Türlü eziyetler ve işkencelerden geçer; ama sevdiğinden vazgeçmez.

Ömer bakar ki bu zorbalıkların sonu gelmez, bunun için düğün hazırlıklarını hızlandırır. Ömer´in tek bir derdi vardır, Feride´ye kavuşmak. Ömer ile Feride´nin ailesi de zalim Musa´nın yaptıklarını görünce bu duruma çok üzülürler. Aileler Feride ile Ömer´e “Derki bu Zalim, zorba Musa artık size bu köyde rahat vermez hep huzursuzluk çıkartacaktır. Bu yüzden en iyisi siz bu köyü terk edin, gidin başka diyarlarda rahat edin, aşkınızı uzak diyarlarda yaşayın, orada evlenin, güzel bir hayat sürdürün, bize de iyi olduğunuza dair, mektupla haberdar edin bu bizim için yeterlidir.” Normalde diğer hikâyelerde aileler gençlerin birlikteliğine ve kaçmalarına karşı çıkar. Diğer hikâyelerde kızların ailesi onları zengin bir ailenin çocuğu ile evlendirmek ister; ama bu hikâyede kız tarafı da erkek tarafı da çocuklarının sevdiği kişi ile olmasını ister ve onlara yardımcı olur, birbirlerini sevenlerin kavuşmasını isterler. Ömer ile Feride, ailelerinin tavsiyesine uyup bir gece vakti kimseye haber vermeden köyü terk etmeye karar verirler. Gecenin karanlığında yola koyulurlar ve sesiz adımlarla ilerler. Sokağı bitirirler yokuş yukarı çıkarlar. Feride yorulur, çeşmenin başında biraz dinlenirler. Dinlendikten sonra tekrar yola koyulurlar. Ana yola varmalarına birkaç sokak kalmıştır. Ana yola varınca köyün sınırlarından kurtulacaklardır; ama Musa ve adamları onların karşısına çıkar. Bu sokakta da onların karşısına çıkmasaydı belki ana yola varıp kurtulacaklardı. Musa ve adamları onların yolunu keser. Geri dönmek isterler arka tarafta Musa´nın adamları ile doludur. Musa, Ömer´e Feride için tek tek kavga etmeyi teklif eder. Ömer bu teklifi kabul eder. Kavgaya tutuşurlar. İkisi de birbirlerini yaralar ve suratları kanlar içinde kalır. Kavga uzamaya başlar. Feride ise kenarda kavgayı seyreder ve Ömer için ağlamaya başlar. Bu ağlama üzerine Ömer çok sinirlenir. Musa artık Ömer´i kavgada yenemeyeceğini anlar ve belinden bıçağı çıkarıp Ömer´i yaralar. Ömer cesur bir delikanlı olduğu için kavgaya yaralı devam eder. Ömer, Musa´nın üzerine atlar ve ondan bıçağı alır. Feride´nin ağlama sesine dayanman ve başka çaresi kalmayan Ömer bıçağı alıp tam Musa´ya saplayacakken, Musa´nın adamları elindeki silahlarla Ömer´e altı el ateş açar ve onu sırtından vurarak öldürürler. Ömer cansız bedeninde 6 kurşun yarası bide iki bıçak yarası olmuştur. Tüm bunlar Feride´nin gözleri önünde olur. Musa ve adamları hemen olay yerini terk ederler. Feride ise Ömer´in olduğu yere gider kurtarmaya çalışır; fakat artık çok geç olmuş, Ömer aldığı darbelerle hayatını kaybetmiştir. Feride sabaha kadar onun başında bekler ve ağıt yakar. Köylüler sabah uyanınca Feride tarafından yakılan şu ağıtla karşılaşır.

Giresun´un içinde

İki sokak arası

Altı kurşun attılar

Üç de bıçak yarası

***

Vuruldum düştüm yere

Gidemedim uzağa

Ne edelim sevdiğim

Düşürdüler tuzağa

***

Giresun´un içinde

Yeşil fındık bahçesi

Vurdular Feride´mi

Yere düştü bohçası

***

Vuruldum düştüm yere

Gidemedim uzağa

Ne edelim sevdiğim

Düşürdüler tuzağa

***

Vuruldum sevdiceğim

Kanar yüreğim kanar

Alamadım ben seni

Yanar yüreğim yanar

***

Vuruldum düştüm yere

Gidemedim uzağa

Ne edelim sevdiğim

Düşürdüler tuzağa

tugbu 04 Nisan 2020 03:07

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]


Bu Türkü aslında bir ağıtdır, Rus işgalin'den sonra Bitlis'de her yer harabeye döner. Savaş sırasın'da kaçan bir Baba oğul, düşmanın geri çekilmesin'den sonra Bitlise geri dönmeye karar verirler. Bir rivayete göre Dideban Dağına kadar ulaştık'dan sonra Babası oğlunu önden yollar ve Şehir'de halen yaşayanlar varmı diye bakmasını ister. Oğlu bir süre sonra geri döner ve uzak'dan babasına seslenir :" Baba beş minare'den başka hiç birşey kalmamış."
Baba bunu duyduğun'da o kadar çok üzülür ki yere çöker ve ağıt yakmaya başlar: "Bitlis'te beş minare, beri gel oğlan beri gel, Yüreğim dolu yare, beri gel oğlan beri gel.


Bitlis' te Beş Minare

Bitlis'te Beş Minare Beri Gel Oğlan Beri Gel,
Yüreğim Dolu Yare Beri Gel Oğlan Beri Gel.
İsterem Yanen Gelem Beri Gel Oğlan Beri Gel,
Cebimde Yok On Pare Beri Gel Oğlan Beri Gel.


Tüfeğim Dolu Saçma Beri Gel Oğlan Beri Gel,
Kaçma Vururum Kaçma Beri Gel Oğlan Beri Gel.
Doksan Dokuz Yarem Var Beri Gel Oğlan Beri Gel,
Bir Yare De Sen Açma Beri Gel Oğlan Beri Gel.

tugbu 04 Nisan 2020 03:08

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]


Çökertme türküsünün kahramanı olan Halil, babası tarafından Van ili , Erciş ilçesi, Bozüyük köyündedir. Ailenin büyükleri önce Van’dan İstanköy’ e gelir ve daha sonra da Bodrum Karabağ’da Bekiroğlu tepesine yerleşirler. Halil’in babası, Demirci Ali usta burada bir çingene kızı ile evlenir ve Halil dünyaya gelir. Halil bir namus meselesinden dolayı kız kardeşini öldürdükten sonra kaçak gezmeye başlar. Sık sık İstanköy’e gitmektedir. Bu gidişlerden birinde düğüne davet edilir. Düğünde iken Halil’i Rumlar ihbar ederler. Yakalatırlar. Sonuçta Halil yedi yıl hapis yatar. Bu olay üzerine Halil Rumlara diş bilemektedir. Hapisten çıkınca da onlara haşin davranır. Böylece Rumlarla Halil arasında bir husumet doğar. Halil bu arada türküde ‘Çakır Gülsüm’ olarak adlandırılan Hafize adlı kadına ilgi duymaya başlar ve Halil ilk olarak Gülsüm’ ü Kara kaya’ da ki bir düğünden zorla kaçırır.

Gülsüm ve annesi ise o dönemde Bodrum’un yönetiminden sorumlu Çerkes Kaymakam olarak bilinen Ömer Lütfi Bey’in evinde hizmetkarlık yapmaktadır. Türküde adı geçen İbrahim Çavuş, kolculardandır ve Çakır Gülsüm’ ün ilk kocasıdır. Arkadaş olmaları sebebiyle Halil’i devamlı kollamaktadır. Halil ikinci olarak Gülsüm’ ü , Dertlinin Ali’nin Karabağdaki evinden alarak dağa kaldırır. Yalıkavak karşısındaki Güdürde bir in bulur ve Gülsüm’ le burada yaşamaya başlar. Bu olaylara kızan kaymakam Ömer Lütfi Bey , Halil’in üzerine Selam oğlu adlı bir kişiyi gönderir. Selam oğlu Halil’i bulur fakat önceden tanıştıkları için kaymakam konusunda Halil’i uyarır. Halil uyarıları dinleyerek buradan kaçar ve Gülsüm’ le birlikte Yalıkavak yakınındaki Çökertmeye gelir. Amacı bir kayıkla adalara kaçmakdır.

Rum gemicilerden ‘Kosta Paho’ ( Kos’lu İstanköylü Paho) ile anlaşır. Rumlarla aralarındaki husumetten dolayı Paho, tayfa Andon vasıtasıyla Halil’i Çerkes kaymakam’a ihbar eder. Kaymakamın emriyle denizden kol kayığı ile kolcubaşı Barka’nın Ali harekete geçer. Ayrıca Paho’ nun demir atacağı karaya yakın yerde de jandarma komutanı Ömer Çavuş önceden pusuya yatırılır. Halil’i adalara götürecek kayık yola çıkar. Paho, Halil’i yakalatabilmek için dalgaları bahane ederek Aspata gitmeyi teklif eder ve deniz durulunca adalara rahat geçebileceklerini söyler.

Halil bu teklife inanır. Tekne ; Aspat ‘tan Bitez koyuna gelerek Hırsız Yatağı denen yere yakın olarak açıkta demir atar. Akşam olduğunda teknede içki faslı başlar. Paho, Halil ve Gülsüm’ ün içkilerine ‘Balık Ağısı’ denilen bir bitkinin sersemletici zehrini koyar. Bu zehrin etkisi ile Halil ve gülsün uykuya dalarlar. Ömer Çavuş kara pusudadır. Paho, Halil ve Gülsüm’ ü uyuttuktan sonra demir alır ve teknesini yavaş yavaş kıyıya yanaştırmaya başlar

Ömer Çavuş tam kıyıya yanaşmadan tekneye ateş edilmesi emrini verir. Kurşunların kendisine isabet edeceğinden korkan Paho tekneyi açığa bırakır. Tam bu sırada Kolcu başı Barka’nın Ali de kol kayığı ile Paho’ nun teknesini sarar. Paho Halil’den çekindiği için onu uyandırır. Geçen süre içerisinde Barka’nın Ali tekneye girmiştir. Halil ve Gülsüm sersemlemiş bir vaziyette güverteye çıkartılırlar. Güvertede Halil’in ayağı kayar , Barka’nın Ali Halil’i bacağından yaralar. Halil yaralı bir vaziyette Bodrum’a getirilir ve kaymakamlık binası önünden karaya çıkartılır. Halk kaymakamlık binası önünde toplanmıştır. O sırada ‘Kel Mülazım’ adı verilen jandarma komutanı ‘Hükümete karşı gelenlerin sonu budur’ gibilerden konuşma yapar. Halil yaralı bir vaziyette kaymakamlık binası önünde bulunan bir mahsene atılır. Yaraları tımar edilmez. Burada bir süre acı içinde inler. Daha sonra Ömer Çavuş tarafından boğazına çökülerek öldürülür ve sırtındaki elbiseleriyle birlikte alel acele gömülür.
Bu olay üzerine Bodrum’dan ‘Üçlü Saçayağı’ olarak adlandırılan türkülerin ikincisi olan ‘Çökertme’ yakılır.

TÜRKÜ
Çökertmeden çıktımda Halil’ im aman başım selamet
Bitez de yalısına varmadan Halil’im aman koptu kıyamet
Arkideşim İbram Çavuş Allah’ına emanet
Burası da Aspat değil Halil’im aman Bitez yalısı
Ciğerime ateş sardı aman kurşun yarası
Gidelim gidelim Halil’im çökertmeye varalım
Kolcular gelirse Halil’im nerelere kaçalım
Teslim olmayalım Halil’im aman kurşun saçalım
Burası da Aspat değil Halil’im aman Bitez yalısı
Ciğerime ateş sardı aman kurşun yarası
Güvertede gezer iken aman kunduram kaydı
İpeklide mandilimi aman örüzger aldı
Çakırda gözlü Gülsüm’ümü Çerkes kaymakam aldı
Burası da Aspat değil Halil’im aman Bitez yalısı
Ciğerime ateş sardı aman kurşun yarası

tugbu 04 Nisan 2020 03:09

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]







DERYALAR

Kırcaliyle Arda Arası
Saat Sekiz Sırası(Yusuf Um Saat Sekiz Sırası)
Ardalılar Ağlıyor (Yusufum)
Yoktur Çaresi
Aman Bre Deryalar Kanlıca Deryalar
Biz Nişanlıyız
İkimizde Bir Boydayız
Biz Delikanlıyız

Çıkar Aba Poturunu
Dalgalar Artacak
Demedim Mi Ben Sana Yusufum
Kayığımız Batacak

Kırcaliyle Arda Boylarında
Kimler Gidecek
Civanda Yusufumun Garip Annesine
Kimler Haber Verecek

Yusuf ile Feride birbirlerini çok severler ancak aileleri bir türlü evlenmelerine razı gelmez. Yusuf bir gün kafasında bir plan yapar Arda Nehrini sevdiğiyle geçerek izlerini kaybettirip yeni bir hayat kurmayı düşler.
Bu durumu ferideye anlatır. Feride Arda ' ya bizim kayıklar dayanmaz gitmeyelim der ama nafiledir. Feride Yusuf un ısrarlarına dayanamaz ve Ardayı aşmayı kabul eder. Ancak şans yüzlerine gülmez ve daldalar kayığı devirir. Yusuf ta boğularak ölür. feride bir şekilde kurtulmayı başarır ancak Yusufun ölümü O' nu çok yaralar ve bu türküyü söyleyerek ağıt yakar...

tugbu 04 Nisan 2020 10:10

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]








Samsun Yöresine ait olan ÇARŞAMBAYI SEL ALDI türküsünün hikayesi ise

Ahmet, Abdal Deresi'nin kıyısındaki yoksul köylülerden birinin oğluydu. Kara sevdası karşılık bulmuş, Melek ona kalbini açmıştı. Nişanlandılar ve Ahmet askere gitti. Ağa oğlu Mehmet Ali, Melek'e göz koydu. Melek, Mehmet Ali'yi reddedince, ağa oğlu ve adamları tarafından dağa kaldırıldı. Kötü haberi alınca firar eden Ahmet, silahını alıp, yollara düştü. Gece gündüz Melek'i aradı. Bir gün yağmur yağdı, Yeşilırmak taştı. Çarşamba bir anda göle döndü. Sel, Canik Dağlan'ndan aşağı bir çığ gibi, önüne kattığı herşeyi sürükledi. Selin ardından hayat yeniden normale döndü. Abdal Deresi'nin Yeşilırmak'a döküldüğü yerde ahali toplandı. Derenin nehre bağlandığı yerdeki kayanın üstünde, selin getirdiği iki kişinin cesedi görüldü. Cesetler, Melek ve Ahmet'e aitti. Elele tutuşmuş Öylece yatıyorlardı. Rivayete göre büyük kaya parçası, yedi yerinden ayrıldı ve her birinden bir servi boyu su fışkırdı. Ahali dua etti. Dualar, yıllardır can alan, insanların acısını dile getiren dizelere dönüştü.' Çarşamba'yı sel aldı' türküsü de, o acı mırıltılardan doğdu. Kayanın bulunduğu yere daha sonra bir su değirmeni kuruldu ve o yöre 'Değirmenbaşı' olarak anıldı. Ahşap değirmenin yedi taşı vardı. Yedi oluğuna su veren set üzerinden yedi kez yürümek, sağ ve sol omuz üzerinden yedişer kez su atmak uğur sayıldı. Her Hıdırellez'de tekrarlanan gelenek, 1970'lerde değirmenin yıkılmasına kadar sürdü.

tugbu 04 Nisan 2020 10:15

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]














Yozgat Sürmelisi - Yozgat yöresi

Yozgat şehri 1760 yılı başlarında Bozok Yaylasının, yeşillik, etrafı ormanlarla çevrili içinde binbir çeşit kuşun ötüştüğü bir sahada kurulurken; Yozgat halkı o zaman yarı göçebe ve sürülerini besleyerek hayvancılıkla uğraşır, hayatlarını bu yoldan sağlarlardı.

Bozok yaylasında otlayan bu sürülerin birini de Sürmeli Bey adında bir Türkmen Yörüğü otlatırdı. Halk tarafından sevilen bu yanık sesli halk ozanı elinde kavalı, sırtında sazı Yozgat'tan Akdağmadeni'ne uzanan ormanların içinde sürüsünün içinde dolaşırdı. Bazen bir çamın dibine rastlanır. Sazının tellerini konuşturur bazen bir derenin kenarında kavalını çalar, aşık olduğu gönlünün sevgilisini düşünürdü.

O sevgili ki güzelliği Bozok yayla'sına yayılmış, ahu gözlü, sürmeli kaşlı, ayyüzlü bir dilberdi. Babası bir Türkmen beyi idi ve çok sert bir adamdı. Sürmeli Bey, ailesini salarak, babasından sevdiğini istetir, mağrur adam, kızını bir çobana vermeye yanaşmaz. Araya beyler, ağalar girer ama boşuna, bir türlü gönlü olmaz kızın babasının ve iki sevgili birleşemezler.

Üzüntüsünden sürüsünü bırakan Sürmeli Bey alır sazını eline beş çamlar mevkiinde kendine bir dergah kurar. Aşkını, yanık türküleriyle dağlara ağaçlara anlatır. Küser otağına, obasına ve Akdağlar'a kadar uzanan çamların arkasında onu bir daha gören olmaz. Dertli kavalına üflediğ, işli sazına söylettiği nameler kalır geriye. O gün bu gündür dillerde yankılanır Sürmeli Bey'in türküleri.

SÜRMELİ KIZIN ÖYKÜSÜ

Sürmeli Yozgat'ta yaşanmış Türk Halk Edebiyatının en güzel örneklerinden birisidir. Yozgat Sürmelilerinin ortaya çıkışı 19. yy. sonlarında İkinci Cihan Harbinin sona erdiği dönemdir. Hepsi 96 beyittir.

Sürmeli güzel gözlü sevgiliye bir hitaptır. Eskiden genç kızlar dışarıya çıkarken gözlerine sürme çekerlerdi ve gözleri daha alımlı olurdu. Bol feracelerinin içinde sadece gözleri görünürdü kızların.

Yozgat Sürmelileri yaşanmış öykülerin getirdiği birer sevda, hatta karasevda türküleridir. Bu bir anlık sürmeli gözlere bakış, yüreklerde büyük aşklara kara sevdalara başlanmış olur kor düşen yürekler sessiz sessiz yanar, ateşini genişletir ve ağızlardan sürmelinin sözleri olarak dökülür. Söylenen sözlerde acı vardır, hasret vardır, gurbet vardır. Sürmelileri dinlerken bu kadar duygulanmamızın sebebi bu sürmeli öykülerinde yakaladığımız duyguların kendimizde de bir yeri, bir acısının olmasındandır. Kısaca kendi aşklarımızı, hasretimizi buluruz Yozgat Sürmelilerinde.

Kaynak : Anonim



Sürmeli Türküsünden bir dörtlük şöyledir;

Dersini almış da ediyor ezber

Sürmeli gözlerin sürmeyi neyler

Bu dert beni iflah etmez del eyler

Benim dert çekmeye dermanım mı var

tugbu 04 Nisan 2020 10:17

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]



ZAHİDE

Halk arasında “Zahidem” adıyla ün yapan türkünün şairi Aşık Arap Mustafa, 1901 yılında Çiçekdağı’na bağlı Orta Hacı Ahmetli köyünde dünyaya gelmiştir. Babasını annesini çok küçük yaşlarda yitirdi. İlk önce bir akrabasının himayesinde, daha sonraları da onun bunun yanında büyüdü.

Arap Mustafa’nın babası düğünlerde, toplantılarda “Koca Oyunu” adı verilen oyunda “Arap” rölünü üstlenirdi. Bu nedenle Mustafa’ya da “Arap” lakabı takılmıştır. Kimsesiz kalan Arap Mustafa 10 yaşına gelince Yukarı Hacı Ahmetli köyünden Hacı Bürozadeler’den Mehmet’e çiftçi durdu. Zaman içinde çalışkan, babayiğit, giyimine özen gösteren yakışıklı bir delikanlı olan Arap Mustafa, Ağasının yeni yetişen Zahide’ye gönlünü kaptırdı. Fakir ve kimsesiz olduğundan bu sırrını bir türlü açığa vuramadı.

20’sinde askere giden Mustafa’nın aklı, deliler gibi sevdiği Zahide’de kalmıştı. Köydeki dostlarına mektuplar göndererek Zahide’den haber almaya çalışan Arap Mustafa, Zahide’nin başka biriyle evlendirildiğini ve düğünün’ün de bir hafta sonra olacağını duyunca üzüntüsünü aşağıda içli mısralara dökmüştür. Türküyü Neşet Ertaş plağa okuyup tanıtmıştır. (1)

Zahide Kurbanım n'olacak Halim
Gene bir laf duydum kırıldı belim
Gelenden gidenden haber sorarım
Zahidem bu hafta oluyor gelin

Hezeli de deli gönül hezeli
Çiçekdağı döktü m'ola gazeli
Dolaştım alemi gurbet gezeli
Bulamadım Zahidem'den güzeli

Ay ile doğar da gün ile aşar,
Zahide’mi görenin tebdili şaşar
İyinin kaderi kötüye düşer,
Diken arasında kalmış gül gibi.

Zahide’m kurbanım kurtar bu dardan
Baban anlamadı bizim bu haldan
Kekiline sürmüş kokulu yağdan,
Derdin beni del’ediyor Zahide’m.

Ziyaret’ten çıktım Cender’in özü
Kum gibi kaynıyor Zahide’m gözü
Aslını sorarsan esalet yerden
Hacı Bürolardan Mehmet’in kızı.

Gurbet ellerinde esinim esir
Zahide’m kurbanım hep bende kusur
Eğer baban seni bana verirse
Nemize yetmiyor el kadar hasır.

Çiçekdağı’nda da hiç gitmez duman
Zahide’rn kurbanım hallarım yaman
Yapamadım şu babayın gönlünü
Fakir diye bana vermedi baban.

Anamdan doğalı çok çektim cefa,
Şu yalan dünyada sürmedim sefa,
Adımı namımı soran olursa,
Orta Hacı Ahmetli Arap Mustafa.

tugbu 04 Nisan 2020 10:21

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]


Uzun ve yorucu bir seferden dönen Dumlupınar denizaltısı, Nağra Burnu açıklarında İsveç bandıralı Nabuland Şilebi ile Çarpıştı. Sessiz, soğuk ve bulanıktı gece. Başından aldığı şiddetli darbe ile Dumlupınar birkaç saniye içinde sulara gömüldü. Gemideki 81 kişilik mürettebattan sağ kalan 22 kişi, geminin arka bölümündeki torpido dairesine sığındı. Mahsur kalanların su yüzüne fırlattıkları telefon şamandırasıyla gemi ile irtibat sağlandı. Sağ kalan 22 kişiyi kurtarmak için herkes seferber oldu. Bu arada oksijeni idareli kullanmaları için, gereksiz yere konuşmamaları, şarkı türkü söylememeleri ve sigara içmemeleri konusunda uyarılar yapıldı. Ancak saatler süren kurtarma çalışmalarının sonunda, umutların tükendiği anda karanlıkta bekleyen 22 kişiye, herşey yine aynı sözcüklerle anlatıldı; konuşabilirler, türkü söyleyebilirler ve hatta sigara bile içebilirler. Şamandıradaki telefon hattının öbür ucundan, tüm Türkiye, denizaltıda tevekkülle ölüme yapılan hüzünlü ama başı dik türküsünü dinledi.

Ah bir ataş ver cigaramı yakayım
Sen salın gel ben boyuna bakayım
Uzun olur gemilerin direği
Ah çatal olur efelerin yüreği

Ah vur ataşı gavur sinem ko yansın
Arkadaşlar uykulardan uyansın
Uzun olur gemilerin direği
Ah çatal olur efelerin yüreği

tugbu 04 Nisan 2020 10:25

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]








Bir Elazığ türküsü, ''Hafomun Evi Kaya Başında''. TRT Sanatçısı Muzaffer Ertürk çok güzel seslendirmiş türküyü.Türkünün hikayesi ise şöyle :

Adı Hafize olan sevgiliye Korukoğullarından Şevki tarafından yazılmış.

O tarihlerde Duyunu Umumiye memuru olan Şavki Efendi sesinin güzelliği ve rind meşreb, güzele güzelliğe aşık, kibar ve müstesna kişilerden biridir. Hadise sırasında evli ve çocuk sahibidir. Buna ragmen Hafize isimli kadına aşık olmuştur, zira Hafize güzelliğiyle meşhurdur. Ailesiden gizli olarak Kayabaşında ev kiralayarak Hafize ile metres hayatı yaşamıştır, Şavkı'nın bu hali kısa sürede ailesi ve annesi tarafındanda ögrenilmiştir. Ortada bir soğukluk varsada hiç kimse bu durumu Şavkı'nın bu uygunsuz halini yüzüne vuramamaktadır.

Aradan aylar geçer, bir Ramazan gecesi herkesin camide oldugu saatte Hafo evinde bogularak öldürülmüş, ev de ateşe verilmiştir. Ev yıkılmış göz gözü görmez dumanlar içinde cansız bulunan Hafo'nun ölüm haberi Şavkı'ya verilir.

Şavkı bu olaydan sonra günlerce ağlar, evine kapanır kimseyle konuşmaz. İşte bu günlerde olayı ve kendi halini anlatan türküyü yapar. Önce kendi okur ve ağlar, zamanlada herkes tarafından sevilir.

Bir çok insanı duygulandıran bu türkü ağızdan ağıza günümüze kadar gelmiştir.

''Hafomun evi kaya başında
Oyalı yazma yandı başında
Şavkı'nın aklı yoktur başında
Dağlar daldadır, gözüm yoldadır vay beni
Yarimin kaşı beni aldatır vay beni''

tugbu 04 Nisan 2020 10:29

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]








Henüz Saatli Selimpaşa Camiinin cemaati dağılmamış, bezirgânlar Hamzabey Bedesteninden ayrılmamışlardı. Islahhane Hamamının kurnalarından sular akıyordu hala… İkilüleli Tekkesinde zikirler yapılıyor, Alaca İ...marethanesinden fakirlere sıcak çorba dağıtılıyordu. Çarşıda pazarda küfürbaz Rum balıkçılar, çiçek satan gamsız çingeneler, kırmızı fesli delikanlılar, feraceli kadınlar dolaşıyordu. Rendalı Rüstem Aga’nın kumaş mağazası, kentin merkezindeki Şadırvan Mahallesindeydi. Rumların Hortacıdes dedikleri semtte, Hortacı Süleyman Efendi Camiinin hemen yanında, Zaptiye Binasının arka sokağındaki bu büyük mağazada adeta yok yoktu: Birbirinden güzel basmalar, kadifeler, ipekliler, dokumalar… Rüstem Aga, babacan bir adamdı: Belinden sarkan köstekli gümüş işlemeli saati, başındaki püsküllü fesi, kara pala bıyıkları, buğday teni ile tipik bir Selanikli Türk Esnafıydı. Akşamları iş çıkışı, Asmalı Mahalle Kahvesine uğrar, elmalı nargilesini fokurdatır, köpüklü şekersiz kahvesini yudumlayarak yorgunluğunu atardı. Yakın bildiği dostlarıyla dertleşirken her defasında, “Allah bana mal mülk nasip etti, kocaman bir konak ve büyük bir dükkân verdi; lakin bir erkek evlat vermedi” diye iç geçirirdi. Rüstem Aga’nın dört kızından üçü, uzaklara gelin gitmişti. Hanımı da birkaç yıl önce vefat ettiğinden on altı yaşındaki küçük kızı Fitnat’la birlikte yaşıyordu. Bir yandan kendisinden sonra onca malına mülküne sahip çıkabilecek bir erkek evladının olmayışı, öte yandan dünya gözü ile Fitnat’ı baş göz edebilme arzusu içini kavuruyordu. Fitnat çok güzel bir kızdı. Babasının olanca zenginliğine karşın çok mütevazı bir hayat sürüyordu. Ağırbaşlılığı ve terbiyesi bütün Selanik’in dilindeydi. Kentin tanınmış ailelerinin gönderdiği görücülerin ardı arkası kesilmiyordu. Rüstem Aga, görücülerin kalbini kırmadan “Fitnat’ım daha küçüktür, feraceye gireli ne oldu ki şunun şurasında…” diye cevap veriyordu. Dünyalar tatlısı kızını olur olmaz birilerine vermemek için bulduğu bahanelerdi bunlar. Fitnat’ı öyle bir delikanlıyla evlendirmeliydi ki, hem kızının gönlünü almalı hem de servetini idare edebilecek kabiliyete haiz birisi olmalıydı. Gel zaman git zaman, günlerden bir gün Rüstem Aga’nın dükkânına genç bir müşteri gelir. Delikanlı, alacağı kumaşları titizlikle seçer, kibarlığını bozmadan pazarlığını eder, sonunda da kuşağındaki keseden çıkardığı paralarla borcunu öder. Delikanlının kendinden emin, ne yaptığını bilen ve terbiyeli hali Rüstem Aga’nın hoşuna gitmiştir. Mağazasında ilk kez gördüğü gence nereli olduğunu sorar. İsmi Memet olan delikanlı, Selanik’e bir hayli uzak bir köy olan Mazganlı’dan gelmiştir. Selanik Pazarı’na getirdiği hayvanlarını satmış, kazandığı üç beş kuruşla köyündeki ana babasının birkaç ihtiyacını karşılamaya çalışmaktadır. Genç adama kanı ısınan Rüstem Aga, “sen köyüne gidip büyüklerinden müsaade al, daha sonra gel burada ben sana iş vereyim” der. Memet, Rüstem Aga’nın teklifine hem şaşırmış hem de çok sevinmiştir. Birkaç gün sonra gelip hemen işe koyulur. İlk günler sadece kumaş toplarını indirip tekrar yerine koymakla başladığı işinde kısa zamanda çalışkanlığı, becerisi, dürüstlüğü ve zekâsı ile Rüstem Aga’nın en güvendiği çalışanı haline gelir. Mazganlı Memet, yaşlı adamın sadece mağazada değil, konaktaki işlerine de yardımcı olmaya başlamıştır. Konağa girip çıkarken görüp tanıştığı Fitnat’ın güzelliği delikanlıyı hemen etkilemiştir. Fitnat da babasının delikanlıya olan güveninden etkilenmiş, gönlünü kaptırmıştır. İki genç, önce masum bakışlarla daha sonra da konakta yalnız kaldıkları bir anda sözleriyle birbirlerine olan sevdalarını itiraf edivermiştir. O günden sonra Memet, kara kara Rüstem Aga’ya derdini nasıl söyleyeceğini düşünürken Fitnat da komşu kadından duyduklarına inanıp “dolunaylı gecelerde aynaya okuduğu yasin ile” sevdiğine kavuşmak için dua etmeye başlamıştır. Rüstem Aga da kısa süre içinde iki gencin arasındaki sevdanın farkına varmıştır. Etraftakilerin kendisini tenkit etmelerine kulak asmadan sevgili kızının, yanında çalışan fakir gençle evlenmesine izin verir. Böylece hem kızının konaktan ayrılmamasını sağlayacak hem de malına mülküne sahip çıkabilecek bir iç güveysi damat edinmiş olacaktır. Kısa süre içinde Memet’in ailesi gelip Fitnat’ı ister. Usuller, adetler yerine getirilir ve düğün için hazırlıklar başlar. Bütün bunlar olurken Selanik’te büyük bir kolera salgını başlamıştır. Uluslararası bir liman kenti olan Selanik’e uzaklardan gelen gemilerin taşıdığı bu illet yüzünden, her gün birkaç cenaze kalkmaya başlamıştır. Kentin semalarına çarpan sala sesleri arasında Azrail kol gezmektedir. Düğün günü yaklaştıkça solgunlaşmaya başlar Fitnat. Önce düğün telaşına verirler. “Heyecandandır” derler. En sonunda vücudunu saran ateş ve kusma öyle bir hal alır ki, yaşlı bir Yahudi Hekim eve çağrılır. Teşhis korkunçtur: Selanik’te yüzlerce can alan kolera illeti Fitnatçık’a da bulaşmıştır. Düğüne on beş gün kalmıştır. Kimse Fitnat’a ölümü yakıştıramamaktadır. Hekimler etrafında pervane edilmişlerdir. Mazganlı Memet, müstakbel karısının iyileşmesi için dört dönmektedir. Rüstem Aga, durmadan dua etmektedir. Bir yandan da düğün hazırlıkları sessiz sedasız bitirilmeye çalışılmaktadır. Umulmaktadır ki, Fitnat iyileşecektir. Düğüne üç gün kala gelir Azrail. Bir kuş yavrusu misali babasının kollarında can verir Fitnat. Daha kınası yakılmamış gelin için Hortacı camiinde sala okunurken, Memet gözyaşları içinde kendisine bu acıyı yaşatan Selanik’e beddua eder: “Selanik Selanik ıssız kalasın Taşına toprağına bre dostlar, diken dolasın Sen de benim gibi yarsız kalasın Aman ölüm, zalim ölüm, üç gün are ver Al başımdan bu sevdayı, götür yâre ver Çalın davulları çaydan aşağı Mezarımı kazın belden aşağı Suyunu da dökün boydan aşağı” Tütün gözlü Fitnat’ın kara bahtı ne kadar mesuldür bilemeyiz; lakin Mazganlı Memet’in “ıssız kalasın” diye beddua ettiği Selanik, kısa bir süre sonra Yunanlılar tarafından işgal edildi. Ardından kentte yaşayan Türkler, mübadele ile Selanik’i terk ettiler. Selanik, işte o gün bu gündür “ıssız” ve “yarsız”… Tıpkı türküdeki gibi...

Selanik Türküsü

Çalın davulları çaydan aşağı
Mezarımı kazın belden aşağı
Suyunu da dökün boydan aşağı

Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver
Al başımdan bu sevdayı götür yare ver

Selanik Selanik viran olası
Taşını toprağını seller alası
Sen de benim gibi yarsız kalası

Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver
Al başımdan bu sevdayı götür yare ver

Selanik içinde selam okunur
Selamın sedası cana dokunur
Gelin olanlara kına yakılır

Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver
Al başımdan bu sevdayı götür yare ver

tugbu 04 Nisan 2020 10:40

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]







Menemen yöresine ait bir zeybek oyunudur.

Hikayesi,
ege yöresindeki düğünler gelinin ağbisinin zeybek oyunu ile başlatılırmış. zeybeğimiz de kız kardeşinin düğün merasimini efesiyle paylaşmış ve iznini istemiş.
efesi gerekli izni ona vermiş fakat köyüne giden yolun tehlikelerini de hatırlatmış.

zeybeğimiz köyünün yoluna koyulmuş, gizlene saklana ilerlerken köyüne az bir mesafe kala düşmanları tarafından etrafı sarılmış. buğday tarlasının içine girerek gizlenmeye çalışmış fakat kör bir kurşun sol omzuna isabet etmiş. hemen buğdaylarla yarasının üzerini kapatarak kanın akmasını engellemek istemiş.

köyüne varıp düğün alanına girdiğinde hemen zurna ve davul çalmaya başlamış. yaralandığını belli ederek kız kardeşinin en mutlu gününü bozmak ve onu üzmek istemeyen zeybeğimiz hemen çıkmış meydana. tek başına oynayarak dönmeye başlamış düğün alanında. acısı ağırlaştıkça döndüğü çemberin merkezine doğru yalpalamaya, boynuz şeklinde açtığı kolları düzleşmeye başlamış. hemen toparlamaya ve durumu hissettirmemeye çalışarak aynı şekilde döndüğü çembere geri adım almış. bu olay takriben 2 veya 3 defa tekrarlanmış fakat ağır kan kaybı ve acısı neticesinde oynarken yere yığılmış ve düştüğünde sol omusunda ki kanlı buğdaylar yere saçılmış.

yöre halkı, çok sevdiği zeybeği için o gün orada oynadığı oyunu kuşaktan kuşağa aktarmış, yaşatmış.

tugbu 04 Nisan 2020 10:44

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]












Güneş, Güneş gibiyken gündüzlerinde, Ay da Ay gibidir yayla gecelerinde, türküler de türkü gibiyken Iğdır Köyü’nün yükseklerinde. 1 Temmuz 1923’te, Kurban Bayramı’nda doğmuş Kurbani Kılıç da köyün türkü yakanlarındandır.

Günümüzde yaylaya gidenler oldukça azalırken, o yıllarda yazın kimse kalmaz köyün taş üstüne taş konmuş hanelerinde. Hane reisleri arada köye dönse de, çoluk çocuk yaylaya gitmek yaşamsal bir zorunluluktur o devirde.

Köylülerinden bir hane reisi hastalanır o yaz. Üç kızı ve karısıyla yaylaya gidemeyecektir, ama yaylaya da gidilmelidir.

“Siz gidin…” der anaya. “Ben burada kalır, kendime bakarım; sizin dönüş yolunuzu gözlerim - ama ben gidemeyeceğim…”

Er kişinin sözü buyruktur. Üç kız, bir ana düşerler yayla yollarına. Akılları bir yaz boyu göremeyecekleri, köyde bir başına yaşayacak kocada - babalarında kala kala, giderler suları buz gibi yaylalara.

İmece usulüdür yaylada hayat. Hab olayında kertli çubuklarla ölçülen sütler birbirine ödünç verilir. Herkes yardım eder üç kız ve anasına.

Derken güz gelmeden, Alem Yeli esmeden, Iğdır Köyü’ne dönüş vakti gelir. Döndüklerinde üç kız, bir anayı büyük acı beklemektedir. Dönmelerine çok az kalana kadar idare etmiş baba son nefesini tüketmiştir.

Yaylasından inmiş köy yolunu tutmuş üç kız, bir ana,

köylerine varıp, acı haberi duyunca, çıkıp dama,

“oooy, oyyy…” diye ağlamaktadırlar yana yana.

Köyün ozan delikanlısı Kurbani Kılıç da sokulmuştur yanlarına; üç kız bir ana ağlarken yana yana, gözyaşları düşerken yanaklarına, çanak tutmaktadır yüz yıllarca gönüllerden akacak bir türkünün ilk damlalarına.

tugbu 04 Nisan 2020 10:45

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]



Derbent Deresine Duman Bürüdü
Türküye konu olan olay 12 Şubat 1933 yılında bugünkü Buldan –Derbent barajının dolgusu yapılan “Derbent Deresi denilen yerde meydana gelmiştir.


Türküye konu olan olay 12 Şubat 1933 yılında bugünkü Buldan –Derbent barajının dolgusu yapılan “Derbent Deresi denilen yerde meydana gelmiştir.
Malum 1933 yıllarında Türkiye’de her beldeye araba, tren gibi ulaşım araçları henüz girmemişti.O yıllarda Buldan’ın Derbent köyü, Alaşehir ve Sarıgöl taraflarından gelip, Sarayköy ve Denizli taraflarına geçmekte olan kervancıların uğrak yeriydi. Kervanlar Derbent boğazını görmeden geçemezlerdi.Zaten en kısa ve tek geçit burasıydı.
12,13 Şubat tarihlerinden önce, Denizli’nin Gölemezli köyünden Deveci (Kervanbaşı) Kuru Ali’nin Musa adındaki kişi, Meneviş’in Veli ve Süleyman adlarındaki kişileri de yanına alarak, Sarayköy’den develerine buğday ve arpa yükleyip Sarıgöl’de boşalttıktan, sattıktan sonra tekrar aynı yoldan Sarayköy’e doğru hareket ederler. Mevsim ise kış, karlı,fırtınalı, fırtınalı, tipili bir gün
Kervancılar tam Derbent deresi denilen yere gelmeden, önceleri Buldan ilçesine bağlı, sonra Sarıgöl’e bağlanan Baharlar köylüleri ile karşılaşırlar.Köylüler kervancılara “kar çok yağıyor, Derbent boğazından geçemezsiniz” diyerek döndürmek isterler. Onlarda “hayır gideriz” diyerek yola devam ederler.Derbent boğazına iyice yaklaştıklarında kar, boran, tipi şiddetini artırır.Develerin ayakları tutmaz, kaymaya başlar. Köylülerin aklına gelen devecilerin başına gelir ve develerle birlikte uçuruma yuvarlanırlar. Musa, Süleyman ve Veli önce develerini sonrada kendilerini kurtarmak isterlerken vakit bir hayli geçmiş gece olmuştur.Kar ve tipiden, soğuktan korunacak yer bulup, develerini de kurtaramadan kurtaramadan soğuktan donup ölmüşlerdir.
Olayın ertesi günü oradan geçmekte olan Kula’lı yolcu uzaktan bunların cesetini görür, Derbent köyüne haber verir.Köye 4-5 km uzaklıkta “Derbent Boğazına” gelen köylüler küreklerle karları aça aça cesetleri bulurlar.Devenin birisinin ayağı kırılmış, diğerleri ise sağlamdır.Musa, Süleyman ve Veli’nin etrafında kargalar uçuşmaktadır…
Kervancıların cesetleri önce Derbent köyüne getirilir.Kimlikleri ve Gölemezli köyünden oldukları iyice anlaşılınca, köylerine götürülerek cesetler ailelerine teslim edilir.
Bu acı olay üzerine Denizli-Buldan ilçesine bağlı Derbent köyünden Ayşe ve Fatı adlarındaki kişiler hemen bir ağıt yakarlar.Bu ağıtın sözleri de gün geçtikçe dilden dile, telden tele gezip dolaştıkça halk arasında yaygınlaşır.Herkes tarafından yıllardan beri söylenip durur.

Not: Derbent köyü yakınlarında meydana gelen bu olay sonucunda çıkan bu türkü çok kişiler tarafından, değişik yörelere maledilmek istenmektedir. Örnek verecek olursak Denizli-Çal yörelerinde türkünün çıkışına neden olan olayın “Akdere devrendi” denilen köy yakınlarında meydana geldiği sanılmaktadır.Oysa ki, bu türküyü,Dr. Mehmet Tuğrul “Akdere” köylülerinden derlediğinde, türküye neden olan olayın orada değil, Denizli-Buldan Derbent köyü yakınlarında geçtiğini söylemişlerdir.
“Derbent deresine duman bürüdü” türküsünü 1942-1943 yıllarında Dr. Mehmet Tuğrul Denizli Çal ilçesine bağlı beş ayrı köyden derlemiştir. Bu türküyü esas kaynağı olan Buldan ilçesi Derbent köyü muhtarı Duran Büyükgürsoy’dan 1982 yılında derlenmiştir.Aynı türküyü Süleyman Uğur T.R.T.de sazıyla çalıp söylemiştir.Ancak türkü“Derbent Deresi” şeklinde verildiği için şimdi radyolarda da o şekilde yayınlanmaktadır.
Yöre: Denizli

tugbu 04 Nisan 2020 10:57

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]


Meram bağları, Meram çayırları tanıktır, böylesi yiğit her anaya kısmet olmaz. İnadına mertti, inadına yiğit, inadına yağızdı.

Konya’nın valisi o yıl Meram’da otururdu hep. Meram o zamanlar da en saygıdeğer yeriydi şehrin, Mevlevi dedeleri Meram’daydı, çelebiler hepten Meram’daydı. Ve Vali paşanın yâveri, genç yâveri Meram’dan çok az inerdi Konya’ya. Bütün oralar bu genç adamı, o da bütün oraları tanırdı, iyi tanırdı.

Yâver, fesini sola doğru devirdi. Güz demiydi. Serindi ama o yanıyordu. Korkmuyordu. Oysa Kocamış bir gece yollara düşmüştü “Dutlu”dan Meram’a doğru, akşam namazından sonra. Korkmuyordu.

“Sırtıma sepken yağıyor.”
“Yanuben yorgun gelirim.”

demiş elin oğlu zamanında. Yâver işte bu hâl idi. Konya severdi bu delikanlıyı; O da Konya’yı. Ama Konya’dan daha çok sevdiği bir şey bir kişi, bir hatun kişi vardı. Meram’a ilk zamanlar sık gelirdi. Aslı Konaya’lı değildi.

Sevdiceği bir Mevlevî çelebisinin kızıydı. Düşünün, Allah etmesin dile düşerlerse ötesi yoktu bu işin. Allah etmesin dile düşerlerse, Musalla mezarlığında selviler hüzzam makamından bir şarkıyla başlayıverirlerdi. Allah etmesin, gençti. Konya’nın delikanlısı zaten pek hayır okumuyordu adının üstüne. Allah etmesin. Ama yine de kotkmuyordu işte.

Sevdiceği bir Mevlevî çelebisinin kızıydı. Gelirken- giderken bir şeyler olmuştu. Bir şeyler olmuştu çünkü. Loraslarından kalkan ebabil kuşları, kanatlarında “Günaydınlar” getirdilerdi bir gün. Ebabil kuşlarının gözleri kahverengiydi, sol ellerinin üstünde bir “Ben” vardı ebabil kuşlarının.

Bu gece onunla buluşacaktı. İlk buluşmaları değildi bu şüphesiz. Ama Meram’ın o ördekbaşı ve şili çayırları o “incecik” çayırları tanık olsun ki en mutlusuna gidiyordu buluşmalarının.

Yâver fesini sol yana devirdi ve bıyıklarını burdu. Eli-ayağı yanıyor gibiydi. Kerpiç duvarı aşmıya çalıştı. Ceketi tozlandı, aldırmadı, hemen şöyle silkiverdi eliyle, ince çayırlar ayağına dolaştılar aldırmadı.

Çelebi kızı, Zerdalinin altına vardı. Gözleri apaydınlıktı, kahverengiydi.
Yâver yanına gelince, oturuverirdi çayırların üstüne. Yâver o cesaretsiz elleriyle çelebi kızın elini tutacak oldu, edemedi. Oturdu.

Konya pul pul dirildi gözbebeklerine. Yalnız Konya değil dünyalar onundu. Anasını hatırladı, bir zaman sonra, memleketini hatırladı, sonra kalkıp gitmek istedi, niye istedi bilmem, gidemedi.Oturdu.

Derken efendim sekiz iklimden ipil ipil bir batı rüzgarının seranadı başladı. Kız konuşuyordu. Çelebi kızı. Derken efendim, Dere tarafından bir bülbülü vurdular, ne hacetti, kız konuşuyordu, yâver öldü öldü dirildi.

Konuştular. Kızın elleri yâverin ellerinde serindi. Uzun uzun konuştular. Aşktı bu dost. Sevgiydi. Ne Konya vardı önlerinde, ne zerdali ağaçları, Ne Meram, ne paşa, ne çayırlar ve ne de sekiz taraflarından sekiz kara binayla onları gözetleyen sekiz Konya uşağı.

Derken efendim, yâver “Haydi hoşçakalasız” diyecekti, diyemedi. Derken efendim sekiz karabina sekiz kurşun kuştu yâverin suratına. Derken efendim, yâver “gidem” dedi, gidemedi. Önce sallandı sağ ayağının üzerinde üç kez. Sonra sa yanına devrildi. Kıpırdayamadı bile. Sekiz Konya delikanlısı için sanki bir şey olmamıştı. Dere yöresine doğru “Konyalı” yı çağıraraktan yürüdüler.

Sabah yakındı. Çelebi kızı ölü sevgilinin üstüne eğildi. Öylece kaldı.
Gün ışığında ölü yâveri ve çelebi kızını “incecik” çayırların üstünde buldular.
Paşa, vali paşa, yâverin anasına yanık künyesini gönderdi yarıntesi günü.

“İnce çayır biçilir mi
Sular ayaz içilir mi
Bana yardan vaz geç derler
Yâr tat’lolur geçilir mi”

Sonra arkasından, mezar taşı olsun garibin diye bu türküyü yakıverdiler. “İnce çayır biçilir mi?” Biçtiler bile.

“Aman ben yandım, paşam ben yandım,
Ellerin köyünde vuruldum kaldım.

tugbu 04 Nisan 2020 11:02

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]




Yöre: Aydın
Bu türkünün daha bir çok kıtaları, Ege havalisinde söylenmekte ise de, muhite göre değişmeler olmaktadır. Biz, buraya meşhur olmuş on kıtasını aldık… (Efelerin efesi) kelimeleri üzerinde dikkatle durulacak olursa, Yörük Ali´nin muhiti dahilinde olan ve tarihi eserleriyle meşhur (Efes) meydana çıkmaktadır… Yörük Ali (1896-1953) Istiklal Savaşımızın başlarında birçok yararlıklarıyla meşhur olmuş efelerdendir. Nazilli köylülerindendir. Ailesi Sarı Tekeli adlı bir Türk aşiretinden olup, Ayvazoğulları lakabıyle anıhr. Üç sene çetecilik ettikten sonra, hükümete dehalet etmiş, Yunanlıların Izmir´i ve Aydın´ı işgal etmesi üzerine, Çine´nin Yağcılar köyünde tekrar bir küçük çete kurmuştur. 15 Haziran 1920´de Menderes nehrini 50 arkadaşıyla sallarla geçerek Malkoç tren köprüsünü muhafaza eden Yunan karakolunu imha etmiş ve silahlarını almıştır ki, Aydın ve Köşk cephesinde bir buçuk sene kadar vuruşan ve Aydın´ın içindeki savaşta çok yararlığı görülen bu alay´ın adı, 57. nci Tümende (37. nci Yörük Ali Efe Alayı) ismi ile hala anılır. Efe´ye Istiklal madalyası ve Milis albaylığı rütbesi verilmişti. Milli Mücadele´den sonra, çiftlik ve ticaretle meşgul olan Efe, altısı erkek olmak üzere dokuz evlat yetiştirmiştir. 1953 yılında vefat etti.


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 09:07.

Powered by vBulletin® Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2024, vBulletin Solutions, Inc.

Copyright ©2019 - 2023 | IRCRehberi