![]() |
Ölmeden önce tüm günahlarınızın affedilmesini ister miydiniz? Ben her gece ölüyordum ama bunu istemiyordum. Bunun için hiç dua etmedim. İnanın bana. Yalnız böylesine iğrenç bir durumdayken bile bazen, herhangi bir numarayı çevirip; içimi dökmek istiyordum. Bunu gerçekten yapmak istiyordum. Otuz saniye bile olsa, tanımadığım bir dünyaya, tanıdıklarımı sığdırıp çekip gitmek istiyordum. Cami avlusuna bırakılan bir bebeğin öfkesini sırtlayıp öylece çekip gitmek! Bunu siz istemiyorsunuz öyle değil mi? Hadi inkâr edelim! |
Doğmak, bütün hayal kırıklıklarımın Tanrı'sıdır. |
Bazen daha annemin karnındayken ölmüş olmayı çok istiyorum. Bunu söylerken hiç olmadığım kadar ciddi, hiç olamadığım kadar üzgünüm. Çünkü hiç olmak, her şey olmaktan iyidir. Kalıba sokulmaktan, şekil verilmeye ve değiştirilmeye zorlanmaktan iyidir. Düşünün; yoksunuz. Acı yok, dert yok, keder yok, çizilmiş kader, yazılmış kural ve daha önceden belirlenmiş sınır yok. Aşk yok, şefkat yok, ihanet yok, hırs yok, öfke yok, inanç yok, güven yok. Kalmak zorunda olduğunuz bir gemi ve kaptanı olduğunuz bir dümen yok. Sahip olmaya çalıştığınız bir hayal, ait olduğunuz bir hayat yok. Çalınmış, kandırılmış, korkutulmuş bir çocukluğunuz yok. Hatalarla dolu bir geçmişiniz bile yok. Hatırlamaya ve unutmaya çalıştığınız kimse veya kimseniz yok. Ve en önemlisi kaybetmek yok. Hiçle başlayan bir cümle duyarsanız, emin olun, ya en dibi görürsünüz, ya da en yükseğe dokunursunuz cümlenin sonunda. Bu da şu anlama geliyor; “Hiç olmak; ya sonsuz mutluluktur, ya da Tanrı'yla tanışmamaktır.” Hadi inkâr edelim! |
Kaval kemikleri kırılan insan, yürüyemez. Dişleri kırılan insan, yiyemez ve parmakları kırılan insan, yumruğunu sıkamaz. Kalp de böyledir; kırılırsa, sevemez. Siz, sadece şunlara cevap verin; kaçıncı sevgilinizle berabersiniz, ya da kaçıncısından ayrıldınız (Daha kırılmamış mı) ? |
İlk defa âşık olmuştum ve çok mutluydum. Hani “Erkek çocukları babalarıyla iyi geçinemez, bu tarz şeyleri anlatamaz” derler ya, ben, tam tersini yaptım. Gittim anlattım. Daha ben, anlatmaya çalışırken, hemen araya girip, “Canın yanmayacaksa; kavga etmenin de bir anlamı yok, âşık olmanın da.” dedi. Hafif bir sessizlik çöker gibi olunca, şöyle devam etti; “İlk aşık olduğumda yanlış tribüne gidip dayak yemiştim. Kızla ayrılınca da ‘Bu acıyı bir yerden hatırlıyorum’ demiştim.” Suratıma taktığım “Anlamıyorum” isimli ifadeyle ona bakarken, “Sen şimdi ne yap biliyor musun?” dedi, “Henüz yeni âşık olmuşken, al şu parayı ve meyhaneye gidip iyice iç, sonra da sağlam bir kavga çıkarıp dayak ye. Çünkü içince de, sevince de canın yanmaz zannedersin.” diye bitirdi sözlerini. Tam bir hayal kırıklığı içindeydim. İlk defa âşık olmuştum ve bunu paylaştığım kişi yani babam, bana “Canın yanacak” diyordu. Yeşilçam filmlerindeki “Hastaya kanser olduğunu belli etmeyin, son günlerini mutlu geçirsin” diyen doktor vardı ya, onun ters psikolojisini yapıyordu sanki. Ama dediği gibi oldum Çok kötü ayrıldım. Dünya nüfusunun emin olun yüzde doksan beşi ilk aşkıyla mutlu sona ulaşamaz. (Bunu okuyanların çoğu da öyle) Ayrılınca da babama gittim. “Acını dindirmek için iğne yaparlar ya, işte o zaman anlarsın; acıyı sadece başka bir acı unutturur.” dedi, yine anlamadım, ancak bunu sesli olarak da sordum. “Başka bir acıyla tanışacaksın” dedi ve ekledi, “Ya kavga edeceksin, ya da başkasına âşık olacaksın, seçimini yap.” O sözlerini bitirirken aklıma sadece şu soru geldi; “Peki, İsa da canının yanmayacağını bilmeseydi, o çarmıha gerilir miydi?” Birine “Sırf kaybedince canın yansın diye kazandığın şeyler var” derseniz, geri zekâlı olduğunuzu düşünür, ancak herkes kazanmak için kavga eder değil mi? Ama kazansa da, kaybetse de canı yanar. Tıpkı âşık olduğundaki gibi! Hadi inkâr edelim! |
Kendinizi üzmekten ve kontrol etmekten vazgeçin. Çünkü bunun için sırada bekleyen çok kişi olacak. |
Saçlarımızın dökülmesine, dişlerimizin dökülmesine, açlığa, susuzluğa ve uykusuzluğa... Hiçbir şeye engel olamıyoruz. Kabullenelim, kontrolün başkasında olduğunu. Hiçbir şey bizim elimizde değil. Bugün nerede olursak olalım, ne yaparsak yapalım, daha önceden kurulmuş çalar saat gibiyiz. Nerede öleceğini, nerede can çekişeceğini, nerede yaşayacağını, nasıl seveceğini... Kısacası hiçbir şey bilmiyor insan. Sadece hayal ediyor, sonra da o hayali gerçekleştirmek için çabalıyor. Ömür, bir şekilde geçiyor. Aradaki tek fark; hayallerimin seri katili olanlar “Mavi kabloyu mu kesiyoruz?” diye düşünmüyor yaşamını biraz daha uzatmak için. Anlıyor musunuz? |
Hal böyleyken neden hala bir amaç veya kutsal belirliyoruz, hiç düşündünüz mü? Çok basit, “Eğer bazı şeyleri kontrol edemiyorsam, seni kontrol eden birileri vardır demektir.” Buna inanıyoruz. Zaten birkaç kıyaslama yaparsanız ne demek istediğimi anlarsınız. Örneğin, iş yerine gidiyorsunuz ve birileri sizin neler yapacağınızı önceden ayarlayıp direktiflerine yönlendiriyor. Siz de söyleneni yaparak kontrol noktasındaki buton görevini yerine getiriyorsunuz. Kontrol kimde? |
Bunu etrafına bakarak kavrar insan. Bir yerde konser olduğunu düşünün. Güvenlik önlemleri alınır değil mi? En başta bir adam vardır ve kontrolü o sağlar... Bizim durumumuz bundan daha planlı programlı. Eğer bir mekanizmayı çok kurcalarsanız hata vermeye başlar. Çoğumuz böyleyiz. Anne ve baba düşünün. Onlar nasıl çocuklarını eğitirken kontrolü bırakmıyorsa, içimizdeki o inanç veya ticaret zekâsı da bunu söylüyor bizlere! Kontrol kimde? |
Duygularımızı kontrol edebiliyor muyuz? Sizce de bastırmak ve kontrol aynı şey mi? Kontrol anı ne zaman olur biliyor musunuz? Cinnet anında. O an sizi kendiniz bile kontrol edemez. Çünkü asıl kontrol, direksiyonu bırakmaktır. Çünkü karşınızdaki insanları kontrol edersiniz. Ve çünkü size çarpmamak için yola çıkan aracı, dolaylı olarak kontrol edersiniz. Bu bağlamda da siz, aslında göremediğiniz gücü kontrol etmiş olursunuz. Anladınız mı? |
Bazen her şeyin sizin yüzünüzden olduğunu düşündüğünüz oluyor mu? Doğma sebebiniz, yukarıda bir yerlerde o meyveyi yiyip buraya düşmek olduğunu düşündünüz mü, yatağınıza uzanıp tavanı seyrederken? Sevdiğiniz insana kızmamak için bahane bulmak zorunda kaldınız mı? Bulmasaydınız, cinnet anında onu öldüreceğini düşünüp kendinizi rahatlattınız mı? Kontrol kimde? |
İnsan, ya hep yara açmayı sever, ya da hep yara açanı sever. Ortası yok. O yara da ne kadar büyük ya da derin olursa, o kadar geç unutursunuz. Hayatınızın her evresinde böyle olacak. Evlilikten, işten, arkadaşlıktan ve geriye kalan her şeye kadar aynı şekilde işleyecek. İstediğiniz kadar dikkat edin, düzeltemeyeceksiniz, engel olamayacaksınız ve kurtulamayacaksınız... Şimdi söyleyin bana, kontrol kimde? Hadi inkâr edelim! |
Karşı çıktığımız her şey; ya duvarımızdır, ya da maskemiz. |
Bir gün, hastayım diye okula gitmedim. Çakma raporu alıp okula giderken önümden hızlı adımlarla yaşlı bir amca okula girdi. Lisede raporlar müdüre verilirdi. Odasına doğru ilerledim. Tahmini beş metre kalmıştı kapıya ki Müdür, demin giren adamı bir yandan zorla dışarı çıkarıyor, diğer yandan da “Ne laftan anlamaz adamsın yahu, Levent hoca yok burada diyorum, illa polis mi çağırayım?” diyordu. Kapıdan çıkınca koşup araya girmeye çalıştım. Çünkü bu sayede müdürün gözüne girme durumum vardı. Çocukluk işte. Neyse, atladım adama, çektim kenara. Müdür, fırsattan istifade o sinirle tekme attı adama. Adam, depremde çöken binalar gibi yığıldı dizlerinin üstüne. Aynı anda müdür de, hiçbir şey demeden girdi içeri ve kapattı kapıyı. Donup kaldım. Adam ağlamaya başladı. İç çeke çeke hem de. Dayanamadım çöktüm yanına. “Kalk amca” dedim, “çıkalım dışarı, yoksa müdür, polis çağırır.” Adam, önce yıkımla baktı bana, “Doğru ya, onlar okumuş adam. Polis gelirse dinlemez beni. Sormaz bile, ,‘Neden?’ diye, Haklısın.” deyip doğrulmaya çalıştı. Girdim koluna, “Ben sorarım, anlatacak mısın?” dedim. Üstünü silkti. Şerefsiz müdür, nasıl vurmuşsa izi çıkmış üzerinde. Pantolonu hafiften yırtılmış bile. Çıktık dışarı. “Ne oldu” dedim, cebinden Maltepe sigarası çıkarıp ağzına aldı. Yakmaya çalışırken, “Okul ne öğretir insana?” dedi yarım yamalak. Kendimden emin bir şekilde, “Vallah, bana matematiği, fiziği, kimyayı öğretemediği kesin. Geçemedim hiç...” dedim. Gülümser gibi oldu, “Zaten matematiği öğrendiği gün dürüstlüğünü yitirir insan” dedi ve sırayı vermeden, “Levent hocayı tanıyor musun?” diye sordu ardından. “Evet” dedim, “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine giriyor.” Sigaradan mı yoksa cevabımdan mı kaynaklı bilmiyorum ama öksürükler arasında, “Tam adamına vermişler ha...” dedi. Şaşkın şaşkın bakıp, “Niye ya, Levo iyidir” dedim. Hiç gevelemeden, “Bizim yeğen var 10/C'de, adı Nuriye. Ona geçen demiş ki, ‘Senin amcan çiftçi, malları (Büyük baş hayvan) var, eğer bana uygun bir kurbanlık mal satmazsa seni bu dersten geçirmem.’ Kız da geldi bu olayı bana ‘Sevdiğim bir hoca var, kurbanlık kesecek ama çok parası yok, uygun bir şey yapalım sevaptır’ diye çevirdi. Google çevirisi gibi. Ben de on binlik malı, dört bine verdim. Ama üçüncü yıl oldu hâlâ para vermedi. Artık telefonlarıma da bakmıyor. En son konuşmada da ‘Kızınızı geçirdim, yeter bu size’ dedi. Kızın üzerine gidince korkudan döküldü fakat benim derdim bu adamın bu okuldan gönderilmesi. Çünkü öğretmen, sahterkârsa, yetiştirdiği öğrenci ne olur?” dedi ve kafamda şarteller koptu resmen. “Haklısın amca” diyebildim dişlerimi sıkarken. Gerçekten haklıydı. Çünkü İlkokuldan itibaren “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersi görürüz, ancak din ve ahlak kelimelerinden birisi olumsuzluk eki almadan yan yana gelemez insan karakterinde. Her neyse. “Sen burada kal iki dakika” deyip okula yöneldim geri. Girdim içeri. Merdivenleri üçer beşer atladım. Müdürün kapısını bir kere tıklatıp açtım. Cebimden sahte hastalık raporunu çıkarıp masasına koydum. Bakmadı bile. “Tamam, geçmiş olsun” dedi, müdür. Kapıya kadar gidip, geri döndüm. Elimi masaya koydum, müdür, karmaşık bir ifadeyle yüzüme bakıyordu. Aman vermeden direkt, “Bugün, hasta rolü yapıp okuldan kaçan öğrencilere, yarın ülkeyi emanet edeceksiniz...” dedim. Müdür, hiçbir şekilde konuşmadan, inanır mısınız, cevap dahi vermeden kınama yerleştirdi sicilime. Tekrar çıktım dışarı. Adam beni bekliyormuş. Yanına gittim. “Bir sigara versene hacı baba” dedim. İkiletmedi sağ olsun, çıkardı verdi. Bonus olarak yaktı da. Bir iç çekip öksürmeden çıkarmaya çalıştım dumanı, sırf ilk olduğu belli olmasın diye geneleve gidip çorap çıkarmayan ancak iki dakikada boşalanlar gibi. Rol yaptım. Bu haldeyken bile. Boğazımı temizler gibi yaparken öksürüğü absorbe ettim ve cümleye “Okul” diye girdim, “okul” dedim, “bana şu an, asla dürüst olmamayı öğretti amca.” Çıktık dışarı ve farklı yönlere ilerledik... Dürüst olmanın bedeli ağırdır. Çünkü bunu kime sorarsanız sorun, suçlayacak birilerini bulurlar. Eğer bulamazsak ölürüz. Tıpkı üstteki çiftçi amca gibi! Yolda mendil satan çocukları hiç kimse fark etmez, ancak sanalda peygamber torunu gibiyizdir. Tıpkı üstte bahsi geçen Levent gibi! İnanmadığı davayı ölene kadar savunabilir avukatlar. Evet, sırf para kazanmak için. Eve gidince, vicdanı “Neden?” diye sorarsa, “Ben, işimi yaptım” diyebilir o yüzden gönül rahatlığıyla. O nedenle insan, en çok neye inanırsa, en çok ona ihanet eder. Tıpkı üstteki okul müdürü gibi! Bazen de ne yaparsak yapalım yoluna girmez hiçbir şey. Zaten hiç girmemiştir. Bunu düşünür bir sigara daha yakarız. Elimizden sadece küfür etmek gelir, onu da içimizden ederiz. Tıpkı öfkeden ten rengi değişen çocuklar gibi? Hadi inkâr edelim! |
Geleceği görebilme yeteneğiniz olsaydı kaç kişinin hayatını kurtarırdınız? Eğer benim böyle bir yeteneğim olsaydı birilerinin acı çekmesini seyrederdim. Hem de en iyi yerden yapardım bunu. Başkasının kaybetmesini seyrederdim. Seyrederdim ve kahkaha atardım. Acımasızca geliyor değil mi? Tıpkı Tanrı gibi. Tek fark, benim biraz duygusal olmam. Biraz mı? Hayır, anlamanızı beklemiyorum. |
Bazen eşitliği sağlamak için eksilmek gerekir. Önce kendimizden, sonra da birbirimizden! Bir şarkı, bir kitap, bir insan! |
Açım ve masada ki tek nimet yalnızlığım. Yalnızlık gerçekten bitmeyen bir şey! İnanın bana. |
Yasakların çoğu ailede başlar. Size neyi sevip sevmeyeceğiniz öğretilir. Değerler ve değersizler, iyiler ve kötüler, kutsallar ve korkular daha küçükken işlenir hepimize. Sonra bu durum kendini tekrar eder durur. Bilinen yanlışın tekrarı! Kimse fikrinizi sormaz. Hatta soru sormak bile yasaktır. Hatta ve hatta bu konuları konuşmak bile günahtır. |
Hiç size öğretilenin tersini yapmayı denediniz mi? Ya da tüm dünyanın nefret ettiği şeyi aynı oranda sevdiğiniz oldu mu? |
İnsanlar, ailesi olana kadar o meyveyle tanışmamış Âdem gibidir. Sonra o an gelir. O, eninde sonunda olacak şeyle göz göze olduğun andan bahsediyorum; kaybetmek! |
Yok ettiğimiz bir şeye muhtaç olduğumuzu bir düşünsenize? Önemsiz bir yerde değiştiremeyeceğimiz tonca şey konuşuyoruz. Aslına bakarsanız değişmeyen hiçbir şey yok. Bizi rahatsız eden, bunu bizim yapıyor olmamız. “O zaman” diyorum, “düşüncelerimizin hiçbir önemi yok.” Çünkü bizler ortak çalışmanın ürünleriyiz. Arabalar da öyle. Tek yapması gereken şey çalışıyor vaziyette olmak. Huzur adı altında bizlere yapmamamız gereken şeyler öğretildi. Her şeyden önce yasakları öğrendik. Her şeyden önce! Ve buradayız. Dünya denen koca bir kapan. Ve kendi dünyamız. Dünyamızdaki yasaklar. Yani kapan içinde kapan. Asıl savaş kendimizle olan. Buraya geldiysek sızlanmanın, kurallara uymanın, iyi görünmenin ve sadakatin hiçbir önemi yok! |
İntihar etmek, cevap kâğıdına sadece ismini yazıp sınavdan yüksek puan alacağını düşünmekle aynı şeydir. Ancak intihar; herhangi bir mevki ile geri gelmez, temsil ettiğin insanlar tarafından öldürülmekten daha iyidir. Ben inançsız insanlara, inançlı gibi görünmeye çalışan insanlardan daha çok hayranlık duyarım. Çünkü gizlemeye ve gizlenmeye gerek duymazlar. Çünkü nefret ettikleri hayatları yaşamayı reddederler. Bu büyük bir cesarettir. |
Ufak çaplı yıkımlar her zaman olur hayatımızda. Bu yıkımlar bizleri büyütür. Geri dönüşü olmayan şeyler bizleri büyütür. Ve kaybetmek bizleri büyütür. Eğer hayatını yoluna koymak istiyorsan büyük bir felaketten yardım alman gerekir. Ya da büyümek için kendi felaketini yaratman gerekir. İki durumda da kaybetmiş olursun. |
Hayatımın Agatha Christie'nin kitaplarındaki cinayetler kadar kusursuz olmasını istiyordum. Her şeyi benim yerime planlayan insanlar midemi bulandırmaya devam ederken kendi cinayetimin tek görgü tanığı olan ben, yaşamak istemiyor gibi davranmıyordum. Hayatım hakkındaki doğruları bir tek ben biliyordum ama hiç bir şey yapmıyordum. Ölmek üzere olduğunuzu düşünün, ne yapardınız? Ölmek üzere olan insanlar genelde pişman olurlar ve bağışlanmayı dilerler. Ancak her an ölecekmiş gibi davranan tek kişi benim. Çünkü etrafımdaki herkesin yarın için yapmış olduğu en az bir planı vardı. Bense güneşin her batışında tek bir şey diliyorum Tanrı'dan; yarın olduğunda nefes almamak. |
“Bazen kendine gelmek için gidersin, bazen de kendini görmemek için.” Kendinize güvenip bölgenizi bırakır sonra yerinde müdehaleyle takımınızı karşı atağa çıkarıp maçı kurtarırsınız. Futbolda buna “Ters kademe” denir. Aynaya bakınca “Kusur” diye tabir edilen eksiklikleri görmezden geldiğiniz anlar vardır. Tam da aynı durumdayız. |
Size bu itirafları meyvesi lanetli ağacın hemen dibinden yazıyorum. Âdem'in pişmanlığına yaslanarak... |
Vicdan, içeri girmek için kapıyı çalmaz, kırar! Bu okuduğunuz dilini recm etmiş çığlığımdır! |
Hapları seviyorum, en az senin kadar. Şimdilerde belki daha fazla ama sadece ihtiyaç bakımından! Senin gibi değiller. Hem, onlar acımı unutturuyor. Ya da özleme, hasrete, sevgiye, düşünceye mola verdiyor. En güzeli de ne biliyor musun; hap alınca hatırlamıyorum. En çok da eski sevgilimin adını, bileğindeki sigara yarasını, ismini, nasıl tanıştığımızı falan. Uyurken sesin de olmuyor ya, işte bu meledin bana yaptığı en büyük iyilik bu. Düşünüyorum da senin sesin en çok bana yakışırdı, ağıt nasıl ölüme yakışırsa o kadar işte. Ayrıca bu haplar insanlardan daha dürüst. Yan etkilerinden fazlasını yapmıyor bana. Dozajı aştığımda ne olacağını biliyorum mesela. İnsanlar öyle mi? Hayır. Bu insanların her şeyi sahte, İsa'yı kanattığını zanneden çiviler kadar. Ha unutmadan, bugün de özledim seni. Seni özlemek içimde büyüyen sıra dışı eylem gibi, yasaklanmış devrim gibi, sehpaya giden Deniz gibi. |
Bu arada haplar sayesinde yeni bir arkadaş edindim. Bu gün de onunla uzun uzun konuştum. Senden sakladığım ne varsa ona anlattım. Sıkılmadan, bunalmadan ve hiç kımıldamadan dinledi beni. Anlatmaya çalışırken çok kanadığımı fark ettiğim için ona İsa diye hitap ediyordum. Fakat insanlar ona duvar diyordu. Bu insanlar çok tuhaf. Ona bu ismi takanlar beni yargılarken, o bana tek kelime etmedi. Beni dinledi. Hatta senin gibi gülümsediğini fark ettim. Düşünebiliyor musun? Senden sonra ilk defa biri beni anladı. |
Bu sayfada günlerim işte böyle geçiyor sevgilim. Sevgilim diyorum ama sahi sen kimsin? Nesin? Sesinin rengi ne? Ellerin kaç derece? Bak ne güzel unutmuşum. Gerçi sen bunu da hissetmemişsindir. Affedersin. Sen bir tek beni hissetmezsin. Hissetmeyi sevmezsin. Hissetmemeyi en iyi hissedersin. Hatta hissetmediğini en iyi hisseden sensin. En iyisi mi sevgilim, git. İsmini ve bu satırları kime yazdığımı hatırlamadan git. En uzak yer neresiyse oraya git. Çünkü öyle bir iklim bıraktın ki bende; kuşların göç sebebi oluyor ismin, içimden dilime düştüğünde! |
İçimden hep, “Git” diyorum, ama istemediğimden değil, gelip aynı yalanları tekrar söylersen, yalan olduğunu bilerek tekrar inanacağım için. Çünkü aynı yalana bile bile inanmakla, ölmeyeceğini bile bile intiharı denemek arasında hiçbir fark yok. O nedenle, ne olur gelme. Artık öldürmüyor gidişin... |
Sen şimdi din olsan, ben o din için en büyük günah olurum artık. |
Ruhuma, kırmızı bir intihar fısıldıyor vazgeçmişliğin. Geçmişimi maviye boyuyor, boynuma sarılıyor. Bir sigara daha yakıyor ciğerimi. Islatıyor gözlerimi, kokusu ele geçiriyor ellerimi. Sen olsan izin vermezdin biliyorum. Biliyorum, yine kızıyorsun içimde bir yerlerde. Sen bana kızınca, senli ayetler iniyor kulağımdan kalbime. Ama çivi gibi batıyor her cümlen, Meryem'in bekâretini kaybetmesi gibi üşütüyor bedenimi. Ağlasam kurtulur muyum? Seni ve senli her parçamı atabilir miyim, içime çektiğim her nefes kadar kolayca? Unutur muyum peki; onu sev ona âşık ol, onu öp, deyişini? Unuturum elbet! Eğer Allah, yeni bir kitap gönderirse kolu façalı bir Peygambere. Ve ilk şartı; “İntihar etmek” olursa tabii! |
Çarmıha gerilmiş İsa'nın avuçlarındaki oyuklardan akıyor benliğim. İskaryot kokulu kadınlar tanıdım hep, sadakatimi üzerlerine işleyemediğim. |
Bu satırları beni terk ettiğin şehrin en soğuk köşesinden yazıyorum. Hıdır amcanın mezarındaki karanlık çukurlara gömülen göz bebeklerimin yasını tutarak. Sen en kırmızı gecelerin kahkahalarında, satarken ruhunu şeytanın kucağına, ben çaldığım ateşlere emanet ettim çocukluğumu. Sen İbrahim gibi parçalarken kalbimi, ben ağzını kapattım; seninle inşa ettiğim geleceğin. Sen “Allah-u Ekber” nidaları ile recm ederken hayallerimi, ben sadece parçalarımı topladım kaldırımlarında. Ve ben, bu satırları sana kıyametin tam ortasından yazıyorum. Senin alt üst ettiğin dünyamın içinde yetim kalmış düşlerin çığlığıdır hepsi! |
Elimdeki kutunun içinde çok renkli ölümler vardı. Doğum kontrol hapından tutunda uyku haplarına kadar bir sürü nefes kesici ilaçtan bahsediyorum. Hazır olmayı bekliyor ve bütün yapacaklarımı tekrar gözden geçiriyordum. Kimsenin beni suçlamasına izin vermemeliydim. Böyle düşünüyordum. O nedenle güzel yüzlü bir planla çok samimi olmuştum. Ve artık hazırdım. Tam kendi cehennemimin fitilini ateşlemek üzereyken telefonum çaldı. Telefonu elime aldığımda ekrandaki ismi seçemiyordum Bunun sebebi gözlerimdeki ıslaklık olabilir. Her neyse. Telefondaki ses, üzgün olduğunu söylüyordu. Çok üzgün olduğunu ve ne yapması gerektiğini bilmediğini söylüyordu. “Ne yapmalıyım?” Bu teslimiyet gibi gelmiştir bana. Teslimiyet böyle bir duygu olmalı, bence. İşte tam o an vazgeçtim. Herkesin bana üzülmesi yerine kızgın olması fikri hoşuma gitti birden. Telefondaki ses, son sürat bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Bense planımla kanlı bıçaklı olmak üzereydim. Çünkü yüzümdeki gülümseme bunu söylüyordu. Telefondakine, “Kapat çeneni ve beni dinle” dedim. “Şu an ölmek zorundayım ve sen beni meşgul ediyorsun” diye de ekledim sinirli bir şekilde. İnsanların, sizden daha iyi durumda olduklarına inandırırsanız kendilerini süper kahraman gibi hissedebilirler. İnanın bana. Bunu bir böceğin bile yapabileceğine şahit olduk hepimiz. Telefondakine, “Acı mı çekiyorsun; benim yaptığımı yap, ama bana sakın bir açıklama yapma” diyorum. Aynı şeyi size de söylüyorum; insanlara hesap vermeyin. Kimseye açıklama yapmayın. Eğer açıklama yapmaya çalışırsanız, sizden uzaklaşırlar. Çünkü hiçbir açıklama, bahane kalıbına girmekten kurtulamaz. İnsanlara açıklama yapmak yerine onlara istediklerini verin. Onlara, sizi suçlamaları için fırsat verin. Sadece tek kullanımlık olan gerçek ve iğrenç yüzlerini görebilmek için kendinize de bir fırsat verin. Çünkü insanlar, sadece sadakatten dem vurur hep. Onlar için hastalıktan fazlasıdır sadakat. Ve en büyük sadakat göstergesi de bekârettir. İlk fırsatta kanatmaya çalıştıkları. Demem o ki, sizi suçlamalarına izin verdikten sonra şunları yapın; Tanrı'ya olan sadakatinizden bahsedin. Âdem için öneminden bahsedin. İskaryot için öneminden, Brütüs için öneminden ve Vahdettin için öneminden bahsedin. Sadakatinizi gösterin. Gerekirse ispat edin. Onun dışında başka hiçbir şeyiniz yokmuş gibi! |
Kimseye anlatamadım seni. Kimse de anlamadı bendeki seni. Rüzgâra çizdim hayalini, yağmura işledim şeklini. Varlığın İsa'nın mucizesidir, yokluğun çilesi. Boşluğunu doldurmaya çalışmak, Allah'a şirk koşmaktır. Doğumun, son peygamberin müjdesi! |
Bu dünya, kumar masasıysa, kazandığımız her şeyi kaybetmeden kalkamayacağız demektir o masadan. O yüzden, elindekilerin kıymetini tek bir güne sığdırmaya çalışma Sami. Sonra sığamazsın dünyaya... |
Bazı günler yataktan çıkmak istemezsin. Ancak kalkmak zorundasındır. Çünkü birilerine bir şeyler kazandırmak için kendinden azalmak zorundasındır. Her şeye zorunda ve zorunlu hissedersin. Fark etsen de engel olamazsın ya, işte o zaman, yorgan değil de dünyadır üstünden kayan. Anlatmak istersin. Olmaz. |
İlk bayramın üzerinden tam 24 yıl geçmiştir. Sorsalar hatırlamazsın ama o ilk yediğin tokat hâlâ zihnindeki duvarda Mona Lisa tablosu gibi asılıdır. Unutamazsın. Mutluluk, o ilk bayramdır, acı ise kafanı çevirdiğin her yerde canlanan o tokat sahnesi. Yani mutluluk, herkes için farklıdır ve genelde tam zıttır. Anlatmak istersin. Olmaz. |
| Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 09:51. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.
Copyright ©2019 - 2025 | IRCRehberi.Net