IRCRehberi.Net- Türkiyenin En iyi IRC ve Genel Forum Sitesi  
 sohbet
derya sohbet


68Beğeni(ler)


 
 
Seçenekler Stil
Alt 05 Nisan 2020, 02:26   #51
Hacker Tugbu
tugbu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

Standart

1918 sonunda Nuri Paşa'nın IX. Türk ordusunun Bakü'ye girmesi münasebetiyle Üzeyir Hacıbeyoğlu tarafından bestelenmiştir.

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]




________________

 
Alt 05 Nisan 2020, 02:32   #52
Hacker Tugbu
tugbu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

Standart

Balıkesir'e bağlı Edremit ilçesinin, Güre köyünün halkından kahveci Mehmet Şevket Efendi'nin karısı Şöhret Hanım tarafından oğluna yazılmış bir türküdür.

Şöhret Hanım, zamanın zenginlerinden olduğu için zeytin toplamaya giderken cam topuklu ve rugan ayakkabılar giyermiş. Elbiseleri de oldukça güzel ve diğer köylülerden farklıymış.

Oğulları Zekeriya, Sarıkamış'a, Enver Paşa komutasında askerliğini yapmaya gitmiştir. Bu sırada ortam karlı olduğu için yol almak amaçlı karları teperlermiş.

Zekeriya, kar teperlerken kar kuyusuna düşüp şehit olmuştur. Şöhret Hanım da ovada kekliklerle söyleşirken bu kötü haberi almıştır.

Keklikler öterken Şöhret Hanım da oğlunun acısı ile bu türküyü yazmıştır.



[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

________________

 
Alt 05 Nisan 2020, 02:35   #53
Hacker Tugbu
tugbu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

Standart

Urfa'da öteden beri şehirde, köylerde ve göçebe aşiretler arasında odalarda kahve kaynatırlar, misafirlere ikram ederler. Bu eskiden beri Urfa'nın örf ve ananesidir ve halen devam eder. Kahve denilince mazisi çok geniştir. Acı kahve pişirmeyen herhangi bir köy ağasını ve aşiret reisini ayıplarlar.

O zaman bir kahveci çırağı varmış. Bu çırak hem kahve döver, hem de kavurur, piştikten sonra ustasının işi olduğu zamanlarda misafirlere dağıtırmış. Aynı zamanda saz çalıp, türkü ve hoyrat okurmuş. Fakat gizliden gizliye aşık olduğu sezilirmiş.

Eskiden Urfa'da bir adet vardı. Kahvecilere, hamamda çalışanlara, kuşçulara kız vermezlermiş. Bu nedenle de aşık olduğu kızı alamamıştır. Hem kızın aşkı, hem fakirliğin verdiği acıdan müteessir olup, bu türküyü dile getirmiştir.




[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

________________

 
Alt 05 Nisan 2020, 02:37   #54
Hacker Tugbu
tugbu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

Standart

Bundan yıllar önce, o yılki kazancı kötü olan bir aile, Ilıca'ya gidemeyeceklerini anlayınca bir çare ararlar ve sonunda evlerinin çatı kiremitlerini satıp döndüğümüzde çalışır tekrar alırız diyerek, Ilıca'ya gitmeye karar verirler. Biraz da yazın son dönemi olan güze denk gelir herhalde ki Ilıca'ya giderler.

O devirde şimdiki gibi vasıta çok olmadığından, bir atlı araba veya fayton birilerini götürdüğünde, dönerken de başkalarını getirdiği gibi, bir başkalarından da "bizi falan zaman götürüver" diye sipariş alırlarmış. Bilhassa Ilıca şehir merkezine en uzak kaplıca olduğundan oraya giden bir aile şehire iki üç ay gelmezmiş.

Bu olayın kahramanı aile de biraz zamanı uzatırlar ve Kütahya'ya döndüklerinde, karşıdan bakıyorlar dağlar karla kaplı, "eyvah yandık" çığlıklarıyla bir an önce evlerine koşarlar. Kapıyı açtıklarında tüm eşyalarının (yatak, yastık, yorgan, kilim, minder, giyecekler v.b) kar sularından perişan hale geldiğini görüp otururlar ve başlarlar ağlaşmaya:

Kar mı yağdı
Kütahya'nın dağına aman
Ateş düştü
Ciğerimin aman, bağına hey!

diyerek ağıtlar yakarlar. Bu ağıt, zaman içinde dilden dile dolaşarak türkü haline gelmiş ve Kütahya folklorunde birinci zeybek oyunu olarak yerini almıştır.





[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

________________

 
Alt 05 Nisan 2020, 02:44   #55
Hacker Tugbu
tugbu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

Standart

Anadolu türkülerinde beyhude çaba gösteren hatta bazen yarayı azdıran bir doktor imgesi ile karşılaşabiliyoruz. Ozan aşıktır ve aşk acısı çekmektedir. Yetersiz beslenme ve yetersiz uyuma sonucu hasta gözüken bedenidir belki ama esas hastalığı çeken ruhudur. Bu yüzden bedeni üzerinden bir tedavi girişimi anlamsızdır hatta belki tehlikelidir.

“Lokman hekim gelse yaram azdırır

Yaramı sarmaya yâr kendi gelsin”

Eski Türk filmlerinde körüklü çantasıyla evlere gidip muayene yapan babacan doktor bu gerçeğin farkına varabilir: “Sevdiğiyle görüştürmeniz gerek yoksa ölecek”

“Tabip sen elleme benim yaramı

Beni bu dertlere salanı getir

Kabul etmem birgün eksik olursa

Benden bu ömrümü çalanı getir

Git ara bul getir, saçlarını yol getir”




[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

________________

 
Alt 05 Nisan 2020, 02:52   #56
Hacker Tugbu
tugbu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

Standart

İstanbul Radyosu'nun yıllarca sinyal müziği olan "Katibim Türküsü", Kırım harbi içinde, Abdülmecid zamanında çıkmıştır. İkinci Mahmut devrinde askerlere Avrupai kıyafetler giydirilmiş ancak sivil memurlar bu konuda serbest bırakılmışlardır. Abdülmecid, İstanbul içindeki her memura setre ve pantolon giydirdi, mutaassıp kesim de bu olayı dillerine dolayıp "Gavur mukallitliği" dediler ve pantolonla sokağa çıkmayı iç donuyla çıkmakla bir tuttular, özellikle de genç - eli yüzü düzgün katipler büsbütün dile düştüler.

Kırım harbinde müttefikimiz olan İngilizler'e Selimiye Kışlası hastane olarak tahsis edilmişti. İngiliz ordusundaki İskoç alayını kısa eteklerle gören halk bu askerlere "donsuz asker" lakabını takmıştı. Bu alay şarka hareket ederken, bir İskoçyalı bestekar bu birlik için bir marş besteledi.

Bir İstanbul külhanisi de Selimiye Kışlası'nın Üsküdar yolu üzerinde olmasından esinlenerek ve "donsuz asker" ler için yazılan marşın müziğini kullanarak katiplerle dalga geçmek için "Üsküdar'a giderken..." türküsünü yazdı.

Daha sonraları çalgılı küçük konsol saatleri çıktı. Bu saatler ilk olarak Türkiye'ye İskoçya'dan geldi ve İskoçlar bu saatlere aynı marşın müziğini koymuşlardı. Bu saatler İstanbul'da "Katibim Türkülü Saat" adı altında satıldı ve neredeyse almayan kalmadı.



[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

________________

 
Alt 05 Nisan 2020, 03:01   #57
Hacker Tugbu
tugbu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

Standart

Sofralarımızda zeytin yağının az olduğunu fark etmişsinizdir. Oysa Akdeniz ülkesi denildiğinde ilk akla gelen şeylerden biri zeytin yağlı yemekler ve zeytin yağı içeren yiyecekler. Aslında Türkiye’de de öyleymiş. Peki ne oldu da değişti derseniz durum birkaç uydurma haber ve bir türkü ile değişiyor.

ZEYTİNYAĞLI YİYEMEM AMAN TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ

Bursa yöresine ait bu türkü 2 Kasım 1954 tarihinde İhsan Kaplayan’ dan kaynak gösterilerek Muzaffer Sarısözen tarafından derlenmiştir.
zeytinyagi

Marshall Planı 2. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konan ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülke, bu plan uyarınca ABD’den ekonomik kalkınma yardımı almıştır. ABD geçmişten beri dünyanın en büyük mısır üretici ülkesidir. ABD birikmiş olan mısır dağlarını eritmenin bir yolu olarak mısırözü yağı ihracatını keşfetmiştir. Marshall yardımının koşullarından biri Türkiye’nin ABD’den mısırözü yağı almasıdır.

(Yeni Sömürgecilik Açısından Gıda Emperyalizmi, Osman Nuri Koçtürk, Toplum Yayınları, 1966).
Buna koşut olarak Türkiye’de ilk margarin fabrikası kurulur. Yine aynı dönemde yüz binlerce zeytin ağacı sökülerek bir katliam yapılır. Kalan zeytin ağaçlarından elde edilen zeytinyağının büyük bölümü ABD tarafından Dolar karşılığı alınır ve mısırözü yağı TL karşılığı satılır.

Türk insanı zeytinyağından soğutularak mısır özü yağına ve margarine alıştırılır. Bu amaçla zeytinyağı ısınırsa kanser yapar gibi yalanlar uydurmaktan da geri kalınmaz. Halbuki zeytinyağı halk ağzındaki deyişiyle dumanlaşma derecesi en yüksek (en zor yanan) sıvı yağlardan biridir.

Bununla da kalınmaz, kötülemek için tıpkı bugün yapılan halkla ilişkiler endüstrisi çalışmaları gibi “Zeytinyağlı yiyemem aman, basmadan fistan giyemem aman…” diye türkü sipariş edilir ve ülkenin en popüler türküsü yapılır.
Katı yağ/margarine mahkum edilen halk, 20-30 yılda bir kaşık yağa bile muhtaç hale getirilir. Ve basma giyen kadınlar, plastik giysilerle tanıştırılır…




[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

________________

 
Alt 07 Nisan 2020, 19:11   #58
Standart

Çoğu türkümüzün insanın tüylerini diken diken eden hikayesi vardır. Zaten bir hikayesi olmasa yıllar boyunca dilden dile dolaşmazdı türkülerimiz. İşte o destansı ve insanın tüylerini diken diken eden hikayelerden birisi de “Kiziroğlu Mustafa Bey” türküsünün hikayesi….

Köyün dört bir yanından ise soğuk pınarlar akar. Köy, düz toprak damlı evlerden oluşmaktadır ve köyün hakim bir yerinde de bir kale kalıntısı vardır. Köylüler Kiziroğlu'nun kalesi derler buraya. Kiziroğlu bu köyde yaşamış ve burada efsaneleşmiştir derler.


Söylentiye göre şimdiki Kiziroğlu Köyü’nün yerinde bir birinden 20-25 kadar ev bulunmaktaymış. Bölge dağlık ve ormanlık olduğu için insanları da bu nedenle olacak ki çok sertmiş. O zamanlar burada yaşayan insanların başında bulunan kişiye "Kizir" derlermiş. Kizir Muhtar demektir. Gün gelmiş zamanın kizirinin ünü tüm Anadolu'ya yayılmış. Tüm kötüler ondan korkar olmuş. Gel zaman git zaman Kizirin bir oğlu olmuş. Daha küçükken iyi at biner, kılıç kuşanır olmuş. İşte Kiziroğlu Mustafa Bey bu çocuk. Bütün çocukluğu Kısır Dağı’nda at binip avlanmakla geçmiş Mustafa'nın. O da babası gibi büyüyünce namlı bir yiğit olmuş, haksızlık ve adaletsizliklerle savaşmaya başlar.

O sırada doğuya gelen Köroğlu Kısır Dağları’nda Ferro deresine yerleşir, amacı doğudaki haksızlıkları yok etmek. Bir gün Köroğlu bir at gezisinde Kizir Köyü’nü görür, "Buradaki adaletsizlikler de benden sorulur" der ve gider orada bir kale kurar. İşlerinden dolayı bir müddet köyünden ayrı kalan Kiziroğlu köye döndüğünde Köroğlu’nun kalesini görür. Sinirlenir. Köroğlu’nun yanına gider, sertçe çıkışır "Sen kim olasın ki benim yurdumda saltanat süresin" Her ikisi de bir birlerini kötü insan olarak bilirlermiş.

O zamanın adaletine göre iki yiğit dövüşür, galip gelen diğerini öldürüp savaşı kazanırmış. Köroğlu ve Kiziroğlu günlerce at üstünde kavga etmişlerse de yenişememişler. Kılıç kavgasında ve güreşte de yenişememişler. Mustafa Bey’in atı Ala Paça da Köroğlu'nun atı Kırat’la güreşmekteyken Mustafa Bey şöyle bir geri bakmış ki ne görsün, atı Ala Paça Köroğlu’nun atını alt etmiş duruyor. "Ola benim atım Köroğlu'nun atını alt etmiş, ben Köroğlu'nu alt etmezsem halim nice olur" deyip gayrete gelmiş Köroğlu'nu yere vurmuş. Tam kamasını çekmiş vuracağı sırada Köroğlu "Dur yiğit, bana biraz mühlet ver yiğitlerimi göreyim karımla helalleşeyim” demiş. Mustafa Bey bırakmış. Köroğlu eve gidip olanları karısına sazıyla sözüyle anlatmaya başlamış.

“Bir atı var Ala Paça peh peh peh
Mecal vermez Kırat kaça hey hey hey
Az kaldı ortamdan biçe
Ağam kim, Paşam kim, Nigar kim, Hanım kim
Kiziroğlu Mustafa Bey
Bir beyin oğlu
Zor beyin oğlu”

Köroğlu geciktiği için evine kadar gelen Kiziroğlu kapı aralığından türküyü duyunca duygulanmış ve utanmış. Kapıyı çalıp içeri girmiş. Mustafa Bey’i karşısın da gören Köroğlu her şeyin bittiğini düşünürken Mustafa Bey sarılıp onu öpmüş. "Sen benden daha yiğitsin Köroğlu" demiş. Köroğlu da "Ben artık buradan gideyim burada senin gibi mert ve yiğit biri varken kalmak olmaz" diyerek köyü terk edip batıya gitmiş.

Köroğlu'nun Bolu Dağları’ndan çıkıp taa Kars'a gelmesi o zamanın koşullarında olanaksız gibi. Ama halk düşüncesi iki yiğidi Doğu Anadolu’da önce çarpıştırıyor sonra barıştırıyor. Bu efsane, Anadolu insanının kahramanlarına, haksızlıklara direnenlere verdiği değeri gösterir. Kiziroğlu öyküsü tepeden inmiş midir inmemiş midir bilinmez ama halk bu söylenceyle Kiziroğlu'nu saygı ve sevgiyle anmaktadır.


[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

 
Alt 07 Nisan 2020, 19:15   #59
Hacker Tugbu
tugbu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

Standart

Erzurum’da yaşanmış bir aşk hikayesidir bu türkünün hikayesi. Genç delikanlı sevdalanır bir güzel kıza. Önünde ardında dolanır durur. Fakat kız yüz vermez delikanlıya. O yanıp tutuştukça uzaklaşır ondan. Günlerden bir gün kızın evinde düğün mü vardır davet mi orası karanlık bütün yöre halkı davetlidir. Sevdalı delikanlı da koşar gider davet evine. Fakat eş dost hısım akraba öyle doldurmuşlardır ki kızın evini delikanlı yabancıdır ya hepten dışlanmış hisseder kendini. Ama evden çıkamaz, ayrılamaz, sevdiği kızın bir görünüp bir kaybolmasını izlemek bile yeter ona.O gece yemekler yenir delikanlının eli varmaz kaşığa, döşekler serilir delikanlı yanaşamaz bir döşeğe .. Avluda çıplak ağacın altına serer hasırı.. O gece bir yağmur bastırır ama aşık genç aldırmaz yağmura.. Bütün gece gözleri sevdiceğinin penceresinde..Ertesi sabah konuklar dağılır..Aşık gencin ağzında bu türkü vardır kapıdan çıkıp yollara düşerken..

Dün gece har hanesinde yar bana yoldaş idi
Altım tiken üstüm yağmur yine gönlüm hoş idi.
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

________________

 
Alt 16 Nisan 2020, 12:09   #60
Standart

Halil İbrahim Türkü Hikayesi

Fatsa'da 1931 yılında doğan ve Fevzioğlu tepesinin yan belinde oturan birisi imiş Halil İbrahim. Fatsa, Mağazalarbaşı caddesinde bir saat ve gramofon atölyesi olan Halil İbrahim, çok aydın, temiz ve titiz bir insanmış. Takım elbisesi, kravatı ve boyalı ayakkabıları ile her zaman bakımlıymış. Evine giderken devamlı bir ırmaktan geçmesi gerekirmiş. Irmağın üstünde de dal köprü bulunurmuş. Akşam evine, sabah işine giden Halil İbrahim, o sıralarda Çolak Ahmet'in kızı ile evlenmiş.
Evliliğinden bir erkek, bir kız çocuğu olmuş. 1951 yılında askere gittiğinde evliymiş. Askere gidince art niyetli kişiler Halil İbrahim'e mektup yazmışlar. Mektupta kayınpederinin, karısını başkasına verdiğini söylemişler. Halil İbrahim'in tarlasının yanında, ağanın tarlası varmış. "Ağa da tapulu tarlanın bir kısmını alıyor" demişler. Çılgına dönen Halil İbrahim askerden firar etmiş, Fatsa'ya gelmiş, ağaya bir kurşun atmış, sonra yakalanmış. Askerler onu bir telefon direğine bağlayarak dövmüşler. O zaman asker kaçağı olmak her zamanki gibi büyük bir suçmuş. Dayak yerken Halil kafasına bir darbe aldığı için, aklı gel git olmuş, yani delirmiş. Daha sonra askerliğini bitirip memleketine gelmiş, ama atölyesini kapatmış. Artık hayatı evi ile orman arasında geçiyormuş. Tamir işini de evinde yapmaya başlamış. Ayrıca silahsız geziyormuş. Askerle karşılaşmamak için gündüz evinden çıkmıyor, yolu da sadece karşıdan karşıya geçmek için kullanıyormuş. Kimseye görünmemek için devamlı yol haricinde, bahçeden bahçeye yürürmüş. Dost olarak yalnızca üç kişinin yanına gidermiş. Dışarı çıktığı zaman da Odaaltı denilen yerde, bahçeden dereye iner, dere içinden Cemal Dayı'nın yanına gidermiş. Bu sıralarda hanımının babası para kazanamıyor, evine bakamıyor diye, karısını çocukları ile beraber Terme'ye satmış. Halil İbrahim artık tamamen yalnız kalmış. Halil her gün gramofon dinlermiş. Bütün sanatçıların plakları da kendisinde varmış. Gelincik sigarası içer, bütün boş paketlerini de biriktirirmiş. 1954-55 yıllarıymış. Toplumdan tamamen kopan Halil İbrahim 80'li yıllara kadar kendi halinde yaşamış. 12 Eylül'den önce köye nokta operasyonu yapılmış. O sırada bazı köylüler fındık toplamaya bile çıkamaz olmuşlar. Can güvenliği yokmuş. Operasyon gece yapılmış. Tam bu sırada Halil İbrahim'in evini birisi yakmış. Evi yanan Halil sonra ormanda yaşamaya başlamış. Evinin karşısında bir kaya varmış, onun altında yangından kurtardığı masası ve birkaç eşyasından başka bir şeyi kalmamış. Bir gece çok şiddetli bir yağmur yağmış. Yaşadığı orman kimsenin gündüz bile geçemediği bir yermiş. Ama artık onun mekanı olmuş. Yağmur yağdığı gece orada barınamayacağını anlayınca, ahbabı Dursun Dayı'nın yanına gitmek için ormana girmiş. Ormanın içinde epey yol aldıktan sonra dereyi geçerek Dursun Dayı'nın evine ulaşmış. Onu rahatsız etmemek için samanlığa girip otların üzerine yatmış. Tabancası belinde imiş. O gece teröristler şehre inerek bir öğretmeni öldürüp dağa çıkmışlar. Bunun üzerine büyük bir operasyon yapılmış. Askerler her yeri arıyorlarmış. Halil'i samanlıkta uyurken yakalamışlar. Evin sahibi Dursun Dayı'nın gelinine ve çocuklarına onun kim olduğunu sormuşlar, onlar da zararsız biri olduğunu anlatmışlar. Kumandan da silahını alıp salıvermeyi düşünüyormuş. Ama Halil 30 sene önce yediği dayak yüzünden korkuyormuş. Askerler başka yerleri ararken bir fırsatını bulup kendini tepeden aşağı atmış, Askerler arkasından havaya ateş etmişler. Amaçları sadece onu durdurmakmış. Derede de dal köprü var, köprüden karşıya geçmiş, ama ormana girmek için yüz metre yürümesi gerekiyormuş. Ormana girse kurtulacak, ama bu taraftaki askerler diğerleri vuramadı kaçırdı diye, Halil İbrahim'i vurmuşlar ve kayanın üstüne cesedi düşmüş.
Kumandan bu olaya çok üzülmüş ve eşyalarını Terme'den gelen oğluna vermiş. Karısı zaten önceden ölmüş, oğlu eşyalarını almak istememiş, çünkü babasını sevmiyormuş. Cenazesini üç dört kişi kaldırmış.
Bu olay üzerine Sayın Dursun Ali Akınet bu şiiri yazdıktan ve besteledikten sonra ailesi onu kabullenmeye başlamış, ama ne fayda...
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

 


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Kapalı
Refbacks are Kapalı





Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 12:22.