IRCRehberi.Net- Türkiyenin En iyi IRC ve Genel Forum Sitesi  
 sohbet
derya sohbet


1Beğeni(ler)
  • 1 Post By Siyahizm


 
 
Seçenekler Stil
Alt 18 Eylül 2020, 18:02   #1
Banlı Üye
Siyahizm - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

Standart Asım Gültekin kimdir

Birçok derginin yayına başlamasına öncülük eden, tam biz sözlük ve seyahat tutkunu, uzun yıllar yaptığı kültür çalışmalarıyla tanınan Asım Gültekin’in hayat hikâyesidir…

Asım Gültekin, dergiciliğe bir hastalık derecesinde bağlıydı ve bunu güzel bir hastalık olarak tanımlıyordu. Hem okumanın hem gezmenin insanı yetiştirdiğini savunan bir yaklaşımla ömrü boyunca okudu ve 20’den fazla ülke gezdi. Secdenin her şeyin başlangıcı olduğuna inanıyordu. Tam bir sözlük ve seyahat tutkunuydu. 300’den fazla sözlüğü vardı. Evine ilk kez gelmiş birisine mutlaka kitap hediye ederdi. Bu bir etkileşimdi. Paylaşıldıkça çoğalan bir bilgi aktarımıydı. Kendisini tüm sözcüklerin aşığı olarak tanımlıyor, öte yandan anlamı dışına çıkarılmış, amacı ve biçimini yitirmiş sözcükleri sevemiyordu. Kişisel gelişim, psikoloji, proje, alışkanlık bunlardan birkaçıydı…

En önemli meziyetleri arasında kesinlikle çok güzel güllaç yapıyor olması sayılabilirdi. Güllaç konusundaki hassasiyetini şöyle anlatıyordu:

“Güllacı niye yapıyoruz? Güllacın bir felsefesi var. Birincisi Osmanlı tatlısı. İkincisi gülden yapılıyor. Gülün bizim için ayrı bir önemi var. Manevi anlamları da var. Beyaz olmasının ayrı bir estetik tarafı var. Ramazan gibi güzel bir ayla alakalı olmasının ayrı önemi var. Ramazan dışında da yaptığımız oluyor ama. Birkaç sebep güllacı ayrı bir yere oturtuyor. Hafif olmasına dikkat ediyorum. Güzel dediğimiz öyle. Şekeri çok olursa o pek güzel olmuyor. O da şey tabi ilmi, irfanı, sanatı seven arkadaşlarla bir muhabbet vesilesi olarak…”

Pek çok güzel işle meşgul, kültür sanat dünyasına güzel bir isim bırakan Gültekin, dün geçirdiği kalp krizi sonucu hayata veda etti. Henüz 45 yaşındaydı.

Ruhu şad olsun…

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Çocukluğu ve eğitim hayatı

Asım, 1975’te, Amasya Taşova’da dünyaya geldi. Kökleri dedelerinden ninelerinden yana Artvin ve Selanik’e, Ahıska Türklerine dayanıyordu.

Okumaya düşkündü. Özellikle tarih merakını celbetmişti. İlkokul üçüncü sınıfa giderken sınıf arkadaşlarıyla tarihteki sahte kahramanlara inanmamayı hedefleyen bir grubun kurulmasına öncülük etmişti. Dergi okumanın değerini de erken yaşlarda kavramıştı. Gül Çocuk, Kandil Çocuk, Yediiklim, Kardelen, Selam, İslam, İslami Edebiyat, Teklif Kayıtlar, İkindi Yazıları abone olduğu ilk dergilerdendi.

Lise öğrenimini Taşova İmam Hatip Lisesi ve Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde tamamladı. Kartal Anadolu İHL’de, kültürel çalışmalara öncülük eden bir öğrenci profili çizdi. Okula kattığı yeni çalışmalarla bir dinamizm geliştirdi. Okulun 1989’da çıkamaya başlayan dergisi ‘Seher’e desteğini, özellikle İmam Hatiplilerin en zor geçen yılları 1997-2009 arasında da dışarıdan katkılara göstermeye devam etti.

Asım, gittiği okulun önce kütüphanesine bakan birisiydi. Hemen yerini öğrenir, tabir yerindeyse oradan yaşayan bir gençti. Namazını kaçırmadan eda eden bir gençti. Kütüphaneden o kadar çok ayrılmak istemiyordu ki, mescide gitmektense mümkün mertebe kütüphaneye hemen bir seccade serip, namazını orada kılmayı arzu eden bir tarzı olduğunu anlatıyordu bir röportajında. Ve o röportajda kendisinden söz etmeyi şöyle sürdürüyordu:

“… Kitaplar, dergiler… Tarihimi anlatmaya kalkıştığımda aslında onlardan bahsetmiş oluyorum. Şu okulu okudum diyerek değil yani. İşte şu mesleği yapıyor değilim. Mesleğim öğretmenlik değil aslında. Mesleğim okumak yazmak diyelim.”

Üniversite öğrenimi için tanımı da bundan farksız değildi. Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Edebiyat Öğretmenliği Bölümü’nden mezun olmuştu. Yine röportajında asıl okuduğu yeri şöyle özetliyordu:

“Üniversite okudum; ama asıl okuduğum yer: Sezai Karakoç’un, Rasim Özdenören’in, Nuri Pakdil’in, Cahit Zarifoğlu’nun, Ahmet Efe’nin, Mevlana İdris’in kitapları. Asıl okuduğum şey onlar. Okula zaten mecbursun, gidiyorsun. Yedi yaşında okula gitmeye başladım. Hala okula gidiyorum yani bir şekilde. 35-36 yıldır okula gidiyorum. Fena bir şey. Üstelik okullara, eğitime karşıyım bir yandan da.”

Tabii üniversitede de aktif bir öğrenci olmaya devam etti. Yılda bir sayı olmak üzere çıkan Biat Dergisini 5 yıl çıkardı. Birlikte yol aldığı gençlere de 50’den fazla dergi çıkarmalarında destek oldu…

Kariyeri

Asım Gültekin, kariyeri boyunca Yediiklim, Yörünge, Vakit, Sağduyu, Milli Gazete, Yeni Şafak gazetelerinde kültür sanat içerikli yazılarını yayımladı. Ayrıca pek çok dergide de yazmayı sürdürdü. Düş Çınarı, Gerçek Hayat, Yörünge, Genç, Yediiklim, Kırklar, Şehrengiz o dergilerden sadece birkaçıydı. Ayrıca İz Yayıncılık bünyesindeki aylık Kitap Postası Dergisini de 20 sayı çıkardı. Dergiler için öylesine çok yazıyordu ki, dergiciliğin tamamen bir hastalık olduğunu da söylüyordu. Pek tabii güzel bir hastalıktı. Bununla birlikte dergicilik ve kültürel faaliyetlerle yoğun meşguliyetinden sebep yazdıklarını kitaplaştırmayı ihmal etmişti. Bir röportajında şöyle diyordu:

“Kırk yaşına kadar kitapsız geçirdim ömrümü. Kitapsız derken kitap okuyordum; ama kendi kitabım yoktu. Kendi yazdığım bir kitabım yoktu. Öyle bir kitapsızlığın içerisinde çokça konuşuyor idim; ama o konuştuklarımı dergilerde yazıyordum. Fakat bir kitap haline gelmediğinden ki onları şimdi şöyle düşünün yani şu an 8-10 tane kitap olabilecek yazılarım var. Fakat bunların sadece bir tanesi kitaplaşabilmiş. Diğerleri evsiz kalmış çoluk çocuk gibi düşünün. 8-10 çocuk ortalıkta şu an yani. Öyle bir problem var.”

Gültekin, derginin fikirleri topluma daha ilk çıktığı andan görme imkanı sunduğunu düşünüyordu. Şöyle açıklıyordu bu durumu:

“Mesela 1986 yılında çıkmış, otuz yıl sonra kitaplaşmış bir makaleyi hatırlıyorum. O dergi benim 1991 gibi 4-5 yıl sonra elime geçmiş. Oradan okumuşum o makaleyi. Ama o makale otuz yıl sonra kitaplaşıyor. Otuz yıl boyunca dergide kalıyor. Yani dergicilik çok önemli ve o derginin özgün, orijinal, nitelikli bir dergi olması ise çok çok daha kıymetli bir şey.”

Dünya Bizim web sitesi ve Cafcaf Mizah Dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini yapıyordu. Ayrıca pek çok kültürel yayın ve oluşumda da aktif olarak yer alıyordu. Alanında edindiklerini paylaşmak için çabaladı. Yüzlerce seminer, konferans ve toplantı düzenledi ve bir o kadar da konuğu oldu. timoloji dersleri ve seminerleri verdi.

Tüm bunların yanında Gültekin bir öğretmendi. ‘Pendik Özel Birikim İlköğretim Okulu, Eminönü Matbaa Meslek Lisesi, Beyazıt İşitme Engelliler İlköğretim Okulu, G. Antep İslahiye Boğaziçi İlköğretim Okulu, Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi, Pertevniyal Lisesi, Beyoğlu Fındıklı Lisesi, Üsküdar İmam Hatip Lisesi’nde Edebiyat Öğretmeni olarak görev aldı. 2008’de, ‘Yılın Öğretmeni’ seçildi.

Türkiye Yazarlar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi, Mizah Derneği Başkanı, Türkiye Dergi Editörleri ve Yayın Yönetmenleri Birliği (TÜRDEB) Kurucu Üyesi, Sade Hayat Derneği Yönetim Kurulu Üyesi, Yedihilal Derneği Başkan Yardımcısı olarak çalıştı.

Kariyerinin yanında hayatına bir evlilik ve iki çocuk kazandırdı…

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Cafcaf Mizah Dergisini kurdu

Gültekin, 2006’da Cafcaf Mizah Dergisi’ni çıkardı. Bir röportajında dergiyi tanımlamasını ve neden çıktığını anlatması istendiğinde şöyle demişti:
“Türkiye'de bir zamanlar İslami kesim gelince, bizi kesecek diye bir psikozla yaşardı çağdaşcı elit. Bizim kesim ise bir türlü kimseyi kesmiyordu! Başından beri mizah konusunda bu kesimde bir boşluk vardı. Bu da bizi kesmiyordu. Böyle böyle biz de İslami usullere göre kesim yapalım dedik!”

Dışarıdan bakınca nasıl göründükleri konusunda ise yaklaşımı yine espriliydi:

“Dışardan bakılacak olursa dinciliğinden ziyade 'entel dinci' ve 'şamatacı' denebilecek bir dergi olduğumuz söylenebilir. Ama bazıları tutup Amerikancı, yobazlar' olduğumuzu söyleyebilir. Bazıları 'dinde gülmek yok ki bunlar niye gülerek çağdaş ilkelerimizi sulandırıyorlar, asalım bunları' diyebilir.”

Mizahın yapılması gerektiğini; ama insanlara düşmanlık gütmek için yapılmaması gerektiğini vurguluyordu. Hakaret içermemeli, insanların zaaflarını kullanmamalıydı. Aksine, zekâ, ahlak, çalışkanlık gibi insanlardaki artı özellikleri hitap etmeliydi. Bu konuda şunları söylüyordu:

“Yani karikatür bir yetenektir, espri yapabilmek bir yetenektir. Espri yaptığında karşındakini kırmamak bir yetenektir. Her şeyi batırmamak bir yetenektir. Yani tatlı bir şekilde ortada bir sorun varsa, o sorunu ifade etmek iyi bir şey. Bunun takdir edilmesi, teşvik edilmesi lazım.”

Dergi çıkarma konusunda hep en dikkat ettiği şey, kalemi iyi kim varsa onu dergiye dahil etmekti. Bu iş öyle arkadaşımız diyerek olmazdı. Yetenek avına çıkıyordu. Bir kimsenin iyi yazdığını da konuşmasından, gündeminde, okuyan biri olduğunu anlamasından, dert ettiği şeylerden tahlil ediyordu. “Bir derginin sınırlarını okul değil kalem belirlemeli diye düşünüyorum. Dolayısıyla iyi yazanlara kancayı atacaksın diye düşünüyorum.” diyordu.

Dergi işini iyi yaptığını da insanların fark etmesinde, harika bir dergi yaptığını düşünmesinde, ‘Kimmiş bunlar?’ diye sormasındadır. Bu işin sırrını işte böyle açıklıyordu ve ‘Dolayısıyla dergicilik biraz yazının gücü kısmı’ diyordu. Ve en elzem şey de kesinlikle meraktı.

Bunlarla birlikte alan dergiciliğini de pek kıymetli buluyordu. Örnekleyerek şöyle açıklıyordu bir röportajında:

“Diyelim ki bir tarih dergisi, bir masal dergisi, ağaçlarla ilgili bir dergi, sadece ağaçları el alan, şehircilik üzerine bir dergi, sadece mizah dergisi, sadece felsefi meselelerin ele alındığı bir dergi, sadece öykülerin ele alındığı bir dergi. Bu tarz bir dergicilik bana çok faydalı geliyor. Hele hele bunu yapanlar genç arkadaşlarsa. Diyelim ki ağaçlar üzerine siz bir dergi yapmaya başladığınız. Üç ayda bir ağaç dergisi çıkarıyorsunuz. Beş yıl sonra sizinle görüştüğümüzde ağaç meselesini sizden iyi bilenler ile karşılaşabilir miyim bilemiyorum. Muhtemelen o konuda memleketteki en iyi bilenler sizler olursunuz veya sizin gibi bilen bir kaç kişi daha olabilir. İşte elli altmış yaşlarında birkaç profesör veya toprakla çok haşır neşir olan birkaç bilge çiftçi amca bilebilir sizin kadar. Alan dergiciliği böyle bir şey. Herkesin yaptığı tarzda dergicilik yaptığında da işte herkesin yaptığını yapmış oluyorsun. Her şey var bizim dergide diyorsun; ama her şey çok sıradan ve sığ bir şekilde yer alabilir. Öyle bir tehlikesi var her şeyden bahsetmenin. Neden bahsedeceğini, neyle ilgileneceğini daha önceden biraz belirlemiş olan arkadaşlar çok güzel şeyler yapabilirler diye düşünüyorum ve bunu yapan arkadaşlar da yok değil. Böyle dergileri ben hayranlıkla falan okuyorum yani açıkçası.”

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Sözcüklere düşkündü
İlkokula gittiğimde diye anlatmaya başlıyordu bir röportajında. Pek çok şeyin ayırdına ilkokulda okumayı söktüğünde, algısını açtığında, sorular sormaya başladığında varmıştı. Sözcüklere karşı ilgisi de işte böyle okulda bir şeylerin yanlış öğretildiğini düşünmesiyle başlamıştı. Çünkü öğretmen annesinden bahsediyordu. O dersi ve fark ettiklerini şöyle anlatıyordu:

“İşte başörtülü bir kadın. Eskiden Osmanlı zamanında çok kötü giyiniyordu kadınlar. Ondan sonra modern giyinmeye başladılar. Böyle daha iyi oldu. Kötü dediği, baktım annem gibi giyinen bir kadının resmi var ders kitabında. İlkokul iki ya da üçüncü sınıfta mıydım bilmiyorum…”

Okulda dinledikleri ile evde yaşadıkları arasında denge kurmaya çalışan bir çocuk oldu sonra. Tabii okumaya merakı kamçılamıştı bu durumu. Okuduğunu, dinlediğini, hayatta karşılaştığını sorgulama tepkisi geliştirmeye başlamıştı.

Peki ne yapmalıydı?

Annesine sormuştu. O da bilebildiği kadar bir şeyler anlatmıştı. Abisi başka bir şehirde üniversite okuyordu o sıra. Fırsatını buldukça sorularını ona soruyordu. Bir şeyler sorabileceği ve tatmin edici cevaplar alacağını birini etrafında her zaman bulamıyordu. Sonunda soluğu ilçedeki kütüphanede aldı. Buradaki ablayla da iyi anlaşmıştı. Zamanla adeta kütüphanenin mesaili çalışanları kadar zaman geçirir oldu. Kitapları karıştırıyor, bulduğu bir bilginin peşinden başka kitaplara sürüklüyordu aklını. Sonra sözlükler ilgisini çekmeye başladı.

Ve şöyle diyordu:

“Bir zaman sonra sözlükte yazılanların doğru olmadığını görmeye başladım.”

Her zaman bir şeylerin göründüğü gibi olmadığı ayırdına da o zaman varmıştı. Ya da her şey fazla yüzeyseldi. Sözlüğe bakarken titizlenmek gerektiğini çözmüştü. Yüzeysellikten ziyade araştırmalarını iyi, dikkatli hazırlanmış sözlüklerden yapma ihtiyacına düşmüştü. Üzüme neden üzüm deniyordu? Nar neden vardı? Şeftali ile zerdali arasındaki ilişkiyi merak ediyordu. Sonuçta ikisi de ‘-ali’ ile bitiyordu. Öte yandan bunlar öyle her sözlükte yazmıyordu. Etimoloji sözlüklerine ilgisi de böyle başladı.

Çünkü sözlüklerde Türkçe kelimelerin ilk anlamları pek bulunmuyordu. Örneğin ‘otuz’ kelimesine bakıyordu. ‘Yirmi dokuzdan sonra gelen sayı’ karşılığını buluyordu. İyi de Asım neden otuza otuz dendiğini merak ediyordu. Yerini değil, anlamını soruyordu. Bir röportajında şöyle diyordu:

“Velhasıl merakını öldürmezsen sözlükler senin işine bayağı yarıyor. Dikkatli değilsen biraz okuyorsun, merakını öldürüyorsun: ‘Ha böyleymiş!’ Acaba öyle mi? ‘Acaba öyle mi?’yi bir hastalık derecesinde değil; ama diri tutmak seni ister istemez sözlüklerle iyi arkadaş haline getiriyor diyebilirim.”

Ve Asım, kesinlikle sözlüklerle iyi arkadaşlık ediyordu. Beş yüz tane sözlüğü de olsa, beş yüz birincisi göz çıkarmazdı. Onda yoksa acımaz, alırdı…

‘Dünyanın bütün kelimeleri benim sevgilimdir’
Evet, böyle diyordu: Dünyanın bütün kelimeleri benim sevgilimdir. Dünyaya bu gözle bakıyordu. Oysa biri yandan bazı kelimelerin anlamı dışında kullanımı, amacı ve biçimi bu durumu değiştirebiliyordu. Özellikle gençlerle sohbetlerinde bu konu üzerine fikirlerini paylaşıyordu. Bir röportajında bu konudaki düşüncesini uzun uzun örnekleyerek şöyle anlatıyordu:

“Mesela eğitim kelimesini sevmiyorum. ‘Eğitmek’ diye bir kelime var; ama ‘eğitim’ diye bir kelime yok. ‘Eğilmek’ diye bir kelime var, ‘eğilim’ de diyorlar. Bazı kelimeler böyle uydurukça, öz Türkçe de dedikleri bir özelliği taşıyor. Nesebi gayri sahih kelimeler diyoruz ona Türkçede; üç harfle de ifade edilir. O tarz kelimeler biraz rahatsız eder beni. Çünkü kökü yoktur o tarz kelimelerin ve zihnimizin dil-zihin ilişkisinde yolu kapatır, tıkar yani. Zaten o tür kelimeleri uyduranlar da genelde işi gücü yol kesmek olan, haydutluk olan, banka soymak olan, özgürlük mücadelesi adı altında soygunculuk yapan kişileri bize kahraman diye sunan tipolojinin uydurduğu kelimelerdir. Yani kökü dışarıda anlayışların peşine düşerek Türkçeye bir katliam yapmışlar. Bunun dışında mesela ‘kişisel gelişim’ hoşlanmadığım bir alan. Kişisel gelişimi fazla kişisel buluyorum, fazla çıkarcı. Ondan sonra ‘psikoloji’ diye bir kelimeyi sıkıntılı buluyorum. Yani psikoloji dediğimiz mevzuda yoğun hastalık durumu görüyorum. Psikolojiyi eleştiren kitaplar okudum. Dolayısıyla insanların psikolojiye biraz fazla düşkünlüğü beni rahatsız edebiliyor. Kelime olarak baktığımda ne ‘psiko’ kelimesi ile ne de ‘loji’nin geldiği ‘logos’ kelimesi ile bir problemim yok mesela. ‘Bilim’. Bilime karşıyım, bilgiden yanayım. Bilgiyi tahkik etmekten, sorgulamaktan yanayım; ama bilim denilen şeyin çok ucube, garip bir şey olduğunu düşünüyorum. Hele bilimsel denilenin bilimle alakasının da olmadığını düşünüyorum. Çünkü Türkçede ‘s’ sesinin ne anlama geldiğini biliyorum. ‘S’ dışarı çıkarmak anlamı katıyor kelimeye. Yani bilimsel dediğin zaman o bilimle alakalı değil, bilimin dışında demiş oluyor aslında Türkçedeki ses bilgisinin kuralları içinde baktığında. Ama bu kelimeyi uyduranlar bunlara pek dikkat etmediği için birçok insana bilimsel işler yaptırıyorlar. Yani bilimle alakası olmayan işler yaptırıyorlar ve ortaya koydukları da zaten bilim bile olmuyor. Bilim olsa bile zaten bir problemdi de, çünkü bilimle de aram hoş değildi. Ama bilgi eyvallah, bilgiye aşığım. Onu da söyleyeyim; ama bilime değil.”


Alıntı
 


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Kapalı
Refbacks are Kapalı





Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 22:35.