![]() |
| | #1 |
| İSTİKBALİMİZİN TEMİNATI KAVRAMLARIMIZI SAVUNMAK Vaktiyle bir Kızılderili kabilesi varmış. Bu kabilenin tek beslenme kaynağı, kenarında yaşadığı ırmak ve o ırmaktaki balıklarmış. Büyük bir kuraklığın ardından ırmak yavaş yavaş kuruyunca balıklar da sırra kadem basmış. Açlıkla karşı karşıya kalan kabilenin önde gelenleri toplanıp bu tehlikeli durum karşısında ne yapmaları gerektiğini konuşmaya başlamışlar. O sırada bazılarının gözleri, oturdukları vadiyi saran tepelerde cirit atan geyiklere kaysa da başta kimse aklından geçeni söyleyememiş. Çünkü geyikler yüzyıllardır bu kabile için avlanması yasak kutsal bir hayvan hükmündeymiş. İçlerinden bazıları, geyikleri yiyebileceklerini böylece açlıktan kurtulacaklarını mırıldanmış. Diğerleri buna şiddetle itiraz etmişler. Kısa bir sessizliğin ardından biri ortaya bir fikir atmış. Şayet geyiklere “dağ balığı” derlerse geyikleri değil dağ balıklarını avlamış olacaklarını, bu şekilde sorunun ortadan kalkacağını söylemiş. Bu teklif herkesin aklına yatmış ve kabile kıtlıktan geyikleri -pardon dağ balıklarını- avlayarak kurtulmuş. Bu meşhur nükte, kavramlara yönelik müdahalenin yerleşik kültürel kodları nasıl yerinden edebileceğini göstermesi bakımından manidardır. Kelimelerle düşünür, kelimelerle inanır, kelimelerle yaşarız. Kelimeler olmadan kendimizi ifade edemez, iletişim kuramaz, tecrübelerimizi gelecek nesillere aktaramayız. Eylemler fikirlere, fikirler kavramlara muhtaçtır. İnsanlar ruhsal ve bedensel ihtiyaçlarını karşılarken bazı kavramların etrafında kenetlenirler. Hayat ve ölüm karşısında mütemadiyen anlam arayışı içinde olan insan, kavramlar sayesinde teselli bulur. Dil ve o dilin taşıdığı anlam dünyası; kişiyi ve toplumu, görünen ve görünmeyen tehlikeler karşısında güvende tutar, zor zamanlarda bir araya getirir, karanlıkta kalınca aydınlatır, pusula olup doğru yola iletir. Nesiller arası iletişim ve değerler aktarımı; dinî, ahlaki, yazılı, sözlü anlatıların içinde pırlanta gibi parıldayan tahkim edici ve örücü kavramlar sayesinde gerçekleşir. Kavramlar duygu ve düşüncelerin kilit taşlarıdır. Tarihte olup bitenleri kavramlarla anlarız, bugünü kavramlarla izah ederiz, yarınlara kavramlarla hazırlanırız. Kendi dışımızdaki dünyayla münasebetimizi, kavram köprüleri vesilesiyle oluştururuz. Medeniyetler kavramlarla ayak durur. Örneğin İslam medeniyeti tevhid, nübüvvet, adalet, merhamet gibi belirleyici kavramlar üzerinde durur ve can suyunu bu kavramların taşıdığı tarihî, ahlaki, ufki birikimden tedarik eder. George Orwell’ın distopik romanı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’te insanlar Okyanusya isimli kurgusal bir ülkede Büyük Birader’in amansız gözetimi altında yaşarlar. Sistem, toplumu köleleştirmek için evvela dili manipüle eder. Savaş işlerini Barış Bakanlığı, söylenecek yalanları Gerçek Bakanlığı, işkenceleri Sevgi Bakanlığı, yaşatılacak yokluğu Varlık Bakanlığı tesis eder. Büyük Birader, insanların düşünceleriyle savaşmak yerine o düşüncelerin taşıyıcı kolonları olan kelimeleri hedef almış, tahrifata uğratmış ve başarıya ulaşmıştır. Nitekim düşünce suçunu ortadan kaldırmanın yolu düşüncenin kendisini ortadan kaldırmaktır! Bunun yolu da kelimeleri daraltmaktan, azaltmaktan veya ters yüz etmekten geçer! Kelimeler azalınca bilinç tıkanacak ve sonuçta düşünce işlevselliğini yitirecektir: “Sözcükler her yıl biraz daha azalacak, bilinç alanı her yıl biraz daha daralacak. Kuşkusuz, şu anda bile düşüncesuçu işlemenin bir nedeni ya da gerekçesi olamaz.” Özgürlük kavramı ortadan kalktıktan sonra kimse esaretinin farkına varamayacak, kitleler kendilerine empoze edilen kavramlarla yetinecektir. Böylece baştan sona akıl dışı bir sistem sorgulanmayacak, aksine kurbanlar tarafından korunmaya çalışılacaktır. Buhran dilde başlar, sonra bilince sirayet eder. Bugün gençliğimizin karşı karşıya kaldığı bütün sorunların, krizlerin, bunalımların temelinde ait oldukları medeniyetin temel kavramları ile içinde yaşadıkları çağın belirleyici kavramları arasında yaşadıkları çelişki yatmaktadır. Kur’an-ı Kerim’in, Hz. Peygamber’in çağları aşan şifalı nefesiyle yoğrulan toplumlar, gündelik yaşamlarını “ahiret”, aile ilişkilerini “merhamet”, ticaretlerini “ahlak”, eğitimlerini “hikmet” gibi kavramların gözetiminde sürdürdüler. Modern dünyada bu kavramların yerini haz, rekabet, kâr, hırs gibi kavramlar almıştır. İşin garibi, modern birey tıpkı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’teki kurbanlar gibi olup bitenleri kanıksamış gözükmektedir. Kavramlar bilinci canlı tutar, bilinç ise gözle görülmeyen bir bağ olarak gevşek ama derinlikli duyumsamalarla insanları birbirine bağlar. Çünkü nasıl ki insanın düşünce kabiliyeti bildiği kelimelerle sınırlıysa düşünce biçimi ve istikameti de dolaşımdaki kelimelerle mukayyettir. Kavramlar, gizli bir yontucu olarak toplumsal bilinci karmaşık ve ince süreçlerden geçirerek şekillendirir. Örneğin diğer büyük imparatorluk dilleri gibi yayıldığı coğrafyalardan sözcükler devşiren, böylece zengin bir dil varlığı oluşturan Türkçede yedi bin civarında Arapça kelime olduğu bilinmektedir. Bu kelimeler daha çok dinî inanç ve pratikler kanalıyla Türkçeye dâhil olmuşlardır. Bu durum Türkçe konuşan bir kişinin düşüncesini ve söylemini doğal olarak İslam’la sıkı sıkıya irtibatlı kılacaktır. Medeniyetler kendilerine emsal havzalara karşı kolektif dirençlerini dilleri, ürettikleri değerleri ve bu değerleri temsil eden kavram haritalarıyla muhafaza ederler. Dille başkaldırır, dille savunur, dille haykırırlar. Kavramlar içe doğru bireyi, dışa doğru toplumu inşa eder, korur ve güçlendirir. Milletlerin istinat duvarı dilleridir. Dilin toplumlar için yalnızca bir iletişim aracı olmadığını, muharebe meydanlarında mağlup olduğu hâlde bir dil etrafında kenetlenmeye devam ettiği için tekrardan kolayca ayağa kalkabilen milletler üzerinden tarih bize defalarca göstermiştir. İnsanın yeryüzü yürüyüşü bir imtihandır. Rabb’imiz, dünyada başıboş bırakılmamızın söz konusu bile olamayacağını (Kıyâmet, 75/36), hangimizin daha iyi işler yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yarattığını (Mülk, 67/2), müjdeci ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdiğini (Bakara, 2/213) buyurmuştur. Vahiy insana rehberlik ederken kavramları yerli yerine oturtur. Tam da bu sebeple insanoğlunun en büyük sorumluluğu, Allah’ın kelamına karşı olan sorumluluğudur. Vahye, vahyin himayesinde teşekkül eden sahih hayata, o hayatın kodlarını teşkil eden kavramlara karşı yürütülecek tahrifat, büyük bir cinayet olacaktır. Nitekim insanların iki dünya saadetini ilgilendiren dinin temel değerlerinin taşıyıcısı olan kavramları bozmak, asıl anlamından uzaklaştırmak, dünyevi çıkarlar uğruna değiştirmek en geniş anlamıyla insanlığın istikbaline yönelik bir suikast girişimidir. Bütün peygamberlerin müşterek mücadelesi, hayatın yansıması olan kavramları vahyin ölçüsüyle yeniden hizaya getirmek, yerli yerine oturtmaktır. Nitekim Cenab-ı Allah, inkârcıların ve eski kavimlerin, Allah’ın kelamını bile bile tahrif ettiğini, kelimelerin yerlerini değiştirdiklerini hatırlatarak müminleri de dolaylı bir biçimde ikaz etmektedir. (Bakara, 2/75; Mâide, 5/13.) Din istismarı için kolları sıvayan şer odaklar evvela kelimeleri yüzlerce yıllık bağlamından koparıp güncel, konjonktürel bir zemine taşırlar. İnsanların kutsalla ilişkilerini sağlayan kavramlar hedef alınır. Çünkü din, geleneksel dönemde de modern dönemde de bireyin düşünce, söylem ve eylemlerinde belirleyici rolünü muhafaza etmektedir. İstismar hareketleri, zehirli fikirlerine dayanak yapmak için bağlamından kopardıkları İslam medeniyet havzasının makbul ve muteber kavramlarını, kötü amaçları için kullanırlar; söz gelimi mucize, imam, cemaat, hizmet, keramet, rüya, ilham, cihat, şehadet, itaat, hilafet gibi kavramların içini boşaltıp onları nevzuhur yorumlarla doldururlar. Yakın tarihimizde sinsi ve eli kanlı bir terör örgütü olarak toplumsal huzurumuzu dinamitlemeye kalkışanlar ya da İslam diyarını kan gölüne çevirmekle kalmayıp barış ve selamet dini İslam’ın imajını bütün dünyada lekeleme misyonunu üstlenen DAEŞ gibi yapıların farklı usuller benimsemekle birlikte dinî kavramları manipüle etmek noktasında aynı yol ve yöntemi benimsediklerini unutmamak gerekir. Hakikat adı altında yalan, dürüstlük adı altında ikiyüzlülük, cihat adı altında zulüm, adalet adı altında talan, birlik adı altında ihtilaf üreten bu ve benzeri yapılar, şahsi menfaatleri ve hain emelleri uğruna Allah’ın dinini ve o dinin gölgesinde gelişip serpilen, çiçek açan, insanlara şifa olan temel değerleri, kavramları istismar ederken en ufak bir tereddüt göstermezler. Bu sebeple bizim inanç ve ideal dünyamızın sütunları mesabesindeki kavramlarımızı tıpkı Mehmet Akif’in “Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli” dediği gibi yüksek bir teyakkuzla savunmamız, istismar ve işgalden korumamız gerekiyor. Çünkü vatanın da mabetlerin de sınır bekçisi, bizi biz yapan kavramlarımızdır. Heidegger’in ifadesiyle “Dil varlığın evidir.” İnsan varlık üzerine, ölüm üzerine, hayat üzerine hatta dil üzerine düşünürken dile ihtiyaç duyar. Dile aktaramadığımız bir düşünce henüz teşekkül etmemiş bir düşüncedir. Bu açıdan baktığımızda dilimiz en derin mahfazamız, en bariz zırhımızdır da. Yeri gelmişken ebeveynler olarak öncelikle bizim iletişim dilimizi gözden geçirmemiz gerektiğini hatırlayalım. Aynen’lerle, ok’lerle, slm’larla, meeting yapmak’larla, assign etmek’lerle, emojilerle barışık yaşayan insanlar olursak çocuklarımıza bu dilin içinden aktaracağımız değerlerin de bu dilin dünya görüşüyle sınırlı kalacağını unutmamalıyız. Dört başı mamur Türkçemizin berrak sularından uzaklaştıkça o dilin içinde medeniyet değerlerimizin kandilleri gibi parlayan kavramlarla da ünsiyetimiz azalacaktır. Birilerinin ihmaline, ötekilerin istismarına bakmadan medeniyetimizin temelini teşkil eden kavramları daima gündelik dilimizin içinde tutmak, kınayanın kınamasına aldırış etmeden onları yüksek mevkilerinde konumlandırmak, gerçek anlamlarıyla kullanmak, istismar edildiklerinde kıskançlıkla geri almak hepimizin boynunun borcudur. Her bir kelime, ardından akraba sözcükleri de sürükler. Böylece kendi iklimini, atmosferini oluşturur. Bu atmosfer dilimizden düşüncemize, davranışlarımızdan ideallerimize geniş bir sahaya yayılır. Bugün dünyada egemen olan tüketim ve kâr odaklı hayat tarzı, Batı menşeli kavramların egemenliğinin ardından ortaya çıkmıştır. Kavramlar arka planlarında yeme içmeden oturup kalkmaya, giyim kuşamdan davranışlara kadar geniş bir kültürü beraberlerinde taşırlar. Cılız dil, cılız kültürü; tahrif edilmiş dil, ucube kültürü; istismar edilen dil, ikiyüzlü bir hayatı beraberinde getirir. İletişim kanallarının yaygınlaşmasıyla iyice küreselleşen dünyada, kültürlerin birbirini etkilemesi, istila etmesi, tahrif etmesi, dejenere etmesinin kolaylaştığını görüyoruz. Eğer biz tevhidi, kulluğu, nübüvveti, asr-ı saadeti, sahabeyi, ilmi, tevazuyu, adaleti, ahlakı, takvayı, ihsanı, ihlası, daveti, cemaati, hizmeti, tefekkürü, tevekkülü, ümmeti dilimizden uzaklaştırır, yerli yerinde kullanmazsak onların yokluğundan oluşan boşluklara bizim dünyamıza ait olmayan kavramlar gelip kurulur. Bu sebepten dili savunmak, medeniyetimizin geleceğini savunmak demektir. kaynak : Diyanet Ailem Dergisi TEMMUZ 2024 👍 1 | |
| |
| Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |