IRCRehberi.Net- Türkiyenin En iyi IRC ve Genel Forum Sitesi  
 sohbet
Sohbet chat


💬 Bu Alana Reklam Ver ! 🎉 Hemen Katıl!
2Beğeni(ler)
  • 1 Gönderen HaRuN
  • 1 Gönderen LeoPardeSs


 
Seçenekler Stil
Alt 25 Eylül 2024, 10:30   #1
Standart İSTİKBALİMİZİN TEMİNATI KAVRAMLARIMIZI SAVUNMAK

İSTİKBALİMİZİN
TEMİNATI
KAVRAMLARIMIZI
SAVUNMAK


Vaktiyle bir Kızılderili kabilesi varmış.
Bu kabilenin tek beslenme kaynağı,
kenarında yaşadığı ırmak ve o ırmaktaki
balıklarmış. Büyük bir kuraklığın
ardından ırmak yavaş yavaş kuruyunca
balıklar da sırra kadem basmış. Açlıkla
karşı karşıya kalan kabilenin önde
gelenleri toplanıp bu tehlikeli durum
karşısında ne yapmaları gerektiğini
konuşmaya başlamışlar. O sırada
bazılarının gözleri, oturdukları vadiyi
saran tepelerde cirit atan geyiklere kaysa da başta kimse aklından
geçeni söyleyememiş. Çünkü geyikler yüzyıllardır bu kabile için
avlanması yasak kutsal bir hayvan hükmündeymiş. İçlerinden
bazıları, geyikleri yiyebileceklerini böylece açlıktan kurtulacaklarını
mırıldanmış. Diğerleri buna şiddetle itiraz etmişler. Kısa bir sessizliğin
ardından biri ortaya bir fikir atmış. Şayet geyiklere “dağ balığı” derlerse
geyikleri değil dağ balıklarını avlamış olacaklarını, bu şekilde sorunun
ortadan kalkacağını söylemiş. Bu teklif herkesin aklına yatmış ve kabile
kıtlıktan geyikleri -pardon dağ balıklarını- avlayarak kurtulmuş.
Bu meşhur nükte, kavramlara
yönelik müdahalenin yerleşik
kültürel kodları nasıl yerinden
edebileceğini göstermesi
bakımından manidardır.
Kelimelerle düşünür,
kelimelerle inanır,
kelimelerle yaşarız. Kelimeler
olmadan kendimizi ifade
edemez, iletişim kuramaz,
tecrübelerimizi gelecek
nesillere aktaramayız. Eylemler
fikirlere, fikirler kavramlara
muhtaçtır. İnsanlar ruhsal
ve bedensel ihtiyaçlarını
karşılarken bazı kavramların
etrafında kenetlenirler.
Hayat ve ölüm karşısında
mütemadiyen anlam arayışı
içinde olan insan, kavramlar
sayesinde teselli bulur. Dil ve
o dilin taşıdığı anlam dünyası;
kişiyi ve toplumu, görünen
ve görünmeyen tehlikeler
karşısında güvende tutar, zor
zamanlarda bir araya getirir,
karanlıkta kalınca aydınlatır,
pusula olup doğru yola iletir.
Nesiller arası iletişim ve
değerler aktarımı; dinî, ahlaki,
yazılı, sözlü anlatıların içinde
pırlanta gibi parıldayan tahkim
edici ve örücü kavramlar
sayesinde gerçekleşir.
Kavramlar duygu ve
düşüncelerin kilit taşlarıdır.
Tarihte olup bitenleri
kavramlarla anlarız, bugünü
kavramlarla izah ederiz,
yarınlara kavramlarla
hazırlanırız. Kendi dışımızdaki
dünyayla münasebetimizi,
kavram köprüleri vesilesiyle
oluştururuz. Medeniyetler
kavramlarla ayak durur.
Örneğin İslam medeniyeti
tevhid, nübüvvet, adalet,
merhamet gibi belirleyici
kavramlar üzerinde durur ve
can suyunu bu kavramların
taşıdığı tarihî, ahlaki, ufki
birikimden tedarik eder.
George Orwell’ın distopik
romanı Bin Dokuz Yüz Seksen
Dört’te insanlar Okyanusya
isimli kurgusal bir ülkede
Büyük Birader’in amansız
gözetimi altında yaşarlar.
Sistem, toplumu köleleştirmek
için evvela dili manipüle eder.
Savaş işlerini Barış Bakanlığı,
söylenecek yalanları Gerçek
Bakanlığı, işkenceleri Sevgi
Bakanlığı, yaşatılacak yokluğu
Varlık Bakanlığı tesis eder.
Büyük Birader, insanların
düşünceleriyle savaşmak
yerine o düşüncelerin taşıyıcı
kolonları olan kelimeleri hedef
almış, tahrifata uğratmış
ve başarıya ulaşmıştır.
Nitekim düşünce suçunu
ortadan kaldırmanın yolu
düşüncenin kendisini ortadan
kaldırmaktır! Bunun yolu
da kelimeleri daraltmaktan,
azaltmaktan veya ters yüz
etmekten geçer! Kelimeler
azalınca bilinç tıkanacak ve
sonuçta düşünce işlevselliğini
yitirecektir: “Sözcükler her
yıl biraz daha azalacak,
bilinç alanı her yıl biraz
daha daralacak. Kuşkusuz,
şu anda bile düşüncesuçu
işlemenin bir nedeni ya da
gerekçesi olamaz.” Özgürlük
kavramı ortadan kalktıktan
sonra kimse esaretinin
farkına varamayacak, kitleler
kendilerine empoze edilen
kavramlarla yetinecektir.
Böylece baştan sona akıl dışı
bir sistem sorgulanmayacak,
aksine kurbanlar tarafından
korunmaya çalışılacaktır.
Buhran dilde başlar, sonra
bilince sirayet eder. Bugün
gençliğimizin karşı karşıya
kaldığı bütün sorunların,
krizlerin, bunalımların
temelinde ait oldukları
medeniyetin temel kavramları
ile içinde yaşadıkları çağın
belirleyici kavramları arasında
yaşadıkları çelişki yatmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’in, Hz.
Peygamber’in çağları aşan şifalı
nefesiyle yoğrulan toplumlar,
gündelik yaşamlarını “ahiret”,
aile ilişkilerini “merhamet”,
ticaretlerini “ahlak”,
eğitimlerini “hikmet” gibi
kavramların gözetiminde
sürdürdüler. Modern dünyada
bu kavramların yerini haz,
rekabet, kâr, hırs gibi kavramlar
almıştır. İşin garibi, modern
birey tıpkı Bin Dokuz Yüz
Seksen Dört’teki kurbanlar
gibi olup bitenleri kanıksamış
gözükmektedir.
Kavramlar bilinci canlı tutar,
bilinç ise gözle görülmeyen
bir bağ olarak gevşek ama
derinlikli duyumsamalarla
insanları birbirine bağlar.
Çünkü nasıl ki insanın düşünce
kabiliyeti bildiği kelimelerle
sınırlıysa düşünce biçimi ve
istikameti de dolaşımdaki
kelimelerle mukayyettir.
Kavramlar, gizli bir yontucu
olarak toplumsal bilinci
karmaşık ve ince süreçlerden
geçirerek şekillendirir. Örneğin
diğer büyük imparatorluk
dilleri gibi yayıldığı
coğrafyalardan sözcükler
devşiren, böylece zengin bir
dil varlığı oluşturan Türkçede
yedi bin civarında Arapça
kelime olduğu bilinmektedir.
Bu kelimeler daha çok dinî
inanç ve pratikler kanalıyla
Türkçeye dâhil olmuşlardır.
Bu durum Türkçe konuşan
bir kişinin düşüncesini ve
söylemini doğal olarak İslam’la
sıkı sıkıya irtibatlı kılacaktır.
Medeniyetler kendilerine
emsal havzalara karşı kolektif
dirençlerini dilleri, ürettikleri
değerleri ve bu değerleri temsil
eden kavram haritalarıyla
muhafaza ederler. Dille
başkaldırır, dille savunur,
dille haykırırlar. Kavramlar
içe doğru bireyi, dışa doğru
toplumu inşa eder, korur
ve güçlendirir. Milletlerin
istinat duvarı dilleridir. Dilin
toplumlar için yalnızca bir
iletişim aracı olmadığını,
muharebe meydanlarında
mağlup olduğu hâlde bir dil
etrafında kenetlenmeye devam
ettiği için tekrardan kolayca
ayağa kalkabilen milletler
üzerinden tarih bize defalarca
göstermiştir.
İnsanın yeryüzü yürüyüşü bir
imtihandır. Rabb’imiz, dünyada
başıboş bırakılmamızın söz
konusu bile olamayacağını
(Kıyâmet, 75/36), hangimizin
daha iyi işler yapacağını
sınamak için ölümü ve hayatı
yarattığını (Mülk, 67/2),
müjdeci ve uyarıcı olarak
peygamberler gönderdiğini
(Bakara, 2/213) buyurmuştur.
Vahiy insana rehberlik
ederken kavramları yerli yerine
oturtur. Tam da bu sebeple
insanoğlunun en büyük
sorumluluğu, Allah’ın kelamına
karşı olan sorumluluğudur.
Vahye, vahyin himayesinde
teşekkül eden sahih hayata, o
hayatın kodlarını teşkil eden
kavramlara karşı yürütülecek
tahrifat, büyük bir cinayet
olacaktır. Nitekim insanların
iki dünya saadetini ilgilendiren
dinin temel değerlerinin
taşıyıcısı olan kavramları
bozmak, asıl anlamından
uzaklaştırmak, dünyevi çıkarlar
uğruna değiştirmek en geniş
anlamıyla insanlığın istikbaline
yönelik bir suikast girişimidir.
Bütün peygamberlerin
müşterek mücadelesi, hayatın
yansıması olan kavramları
vahyin ölçüsüyle yeniden
hizaya getirmek, yerli
yerine oturtmaktır. Nitekim
Cenab-ı Allah, inkârcıların
ve eski kavimlerin, Allah’ın
kelamını bile bile tahrif
ettiğini, kelimelerin yerlerini
değiştirdiklerini hatırlatarak
müminleri de dolaylı bir
biçimde ikaz etmektedir.
(Bakara, 2/75; Mâide, 5/13.)
Din istismarı için kolları sıvayan
şer odaklar evvela kelimeleri
yüzlerce yıllık bağlamından
koparıp güncel, konjonktürel
bir zemine taşırlar. İnsanların
kutsalla ilişkilerini sağlayan
kavramlar hedef alınır. Çünkü
din, geleneksel dönemde
de modern dönemde de
bireyin düşünce, söylem
ve eylemlerinde belirleyici
rolünü muhafaza etmektedir.
İstismar hareketleri, zehirli
fikirlerine dayanak yapmak
için bağlamından kopardıkları
İslam medeniyet havzasının
makbul ve muteber
kavramlarını, kötü amaçları
için kullanırlar; söz gelimi
mucize, imam, cemaat, hizmet,
keramet, rüya, ilham, cihat,
şehadet, itaat, hilafet gibi
kavramların içini boşaltıp
onları nevzuhur yorumlarla
doldururlar. Yakın tarihimizde
sinsi ve eli kanlı bir terör
örgütü olarak toplumsal
huzurumuzu dinamitlemeye
kalkışanlar ya da İslam
diyarını kan gölüne çevirmekle
kalmayıp barış ve selamet dini
İslam’ın imajını bütün dünyada
lekeleme misyonunu üstlenen
DAEŞ gibi yapıların farklı
usuller benimsemekle birlikte
dinî kavramları manipüle
etmek noktasında aynı yol
ve yöntemi benimsediklerini
unutmamak gerekir. Hakikat
adı altında yalan, dürüstlük
adı altında ikiyüzlülük, cihat
adı altında zulüm, adalet adı
altında talan, birlik adı altında
ihtilaf üreten bu ve benzeri
yapılar, şahsi menfaatleri ve
hain emelleri uğruna Allah’ın
dinini ve o dinin gölgesinde
gelişip serpilen, çiçek açan,
insanlara şifa olan temel
değerleri, kavramları istismar
ederken en ufak bir tereddüt
göstermezler.
Bu sebeple bizim inanç ve
ideal dünyamızın sütunları
mesabesindeki kavramlarımızı
tıpkı Mehmet Akif’in “Değmesin
mabedimin göğsüne namahrem
eli” dediği gibi yüksek bir
teyakkuzla savunmamız,
istismar ve işgalden
korumamız gerekiyor. Çünkü
vatanın da mabetlerin de
sınır bekçisi, bizi biz yapan
kavramlarımızdır. Heidegger’in
ifadesiyle “Dil varlığın evidir.”
İnsan varlık üzerine, ölüm
üzerine, hayat üzerine hatta dil
üzerine düşünürken dile ihtiyaç
duyar. Dile aktaramadığımız
bir düşünce henüz teşekkül
etmemiş bir düşüncedir. Bu
açıdan baktığımızda dilimiz
en derin mahfazamız, en bariz
zırhımızdır da.
Yeri gelmişken ebeveynler
olarak öncelikle bizim iletişim
dilimizi gözden geçirmemiz
gerektiğini hatırlayalım.
Aynen’lerle, ok’lerle, slm’larla,
meeting yapmak’larla, assign
etmek’lerle, emojilerle barışık
yaşayan insanlar olursak
çocuklarımıza bu dilin içinden
aktaracağımız değerlerin de
bu dilin dünya görüşüyle sınırlı
kalacağını unutmamalıyız.
Dört başı mamur Türkçemizin
berrak sularından uzaklaştıkça
o dilin içinde medeniyet
değerlerimizin kandilleri
gibi parlayan kavramlarla
da ünsiyetimiz azalacaktır.
Birilerinin ihmaline, ötekilerin
istismarına bakmadan
medeniyetimizin temelini
teşkil eden kavramları
daima gündelik dilimizin
içinde tutmak, kınayanın
kınamasına aldırış etmeden
onları yüksek mevkilerinde
konumlandırmak, gerçek
anlamlarıyla kullanmak,
istismar edildiklerinde
kıskançlıkla geri almak
hepimizin boynunun borcudur.
Her bir kelime, ardından
akraba sözcükleri de
sürükler. Böylece kendi
iklimini, atmosferini
oluşturur. Bu atmosfer
dilimizden düşüncemize,
davranışlarımızdan
ideallerimize geniş bir sahaya
yayılır. Bugün dünyada egemen
olan tüketim ve kâr odaklı
hayat tarzı, Batı menşeli
kavramların egemenliğinin
ardından ortaya çıkmıştır.
Kavramlar arka planlarında
yeme içmeden oturup
kalkmaya, giyim kuşamdan
davranışlara kadar geniş
bir kültürü beraberlerinde
taşırlar. Cılız dil, cılız kültürü;
tahrif edilmiş dil, ucube
kültürü; istismar edilen
dil, ikiyüzlü bir hayatı
beraberinde getirir. İletişim
kanallarının yaygınlaşmasıyla
iyice küreselleşen dünyada,
kültürlerin birbirini
etkilemesi, istila etmesi, tahrif
etmesi, dejenere etmesinin
kolaylaştığını görüyoruz.
Eğer biz tevhidi, kulluğu,
nübüvveti, asr-ı saadeti,
sahabeyi, ilmi, tevazuyu,
adaleti, ahlakı, takvayı, ihsanı,
ihlası, daveti, cemaati, hizmeti,
tefekkürü, tevekkülü, ümmeti
dilimizden uzaklaştırır, yerli
yerinde kullanmazsak onların
yokluğundan oluşan boşluklara
bizim dünyamıza ait olmayan
kavramlar gelip kurulur. Bu
sebepten dili savunmak,
medeniyetimizin geleceğini
savunmak demektir.


kaynak : Diyanet Ailem Dergisi TEMMUZ 2024
👍 1
 
 


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Kapalı
Refbacks are Kapalı





Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 11:48.