IRCRehberi.Net- Türkiyenin En iyi IRC ve Genel Forum Sitesi  
 sohbet
Sohbet chat


💬 Bu Alana Reklam Ver ! 🎉 Hemen Katıl!
3Beğeni(ler)
  • 1 Gönderen HiKaye
  • 1 Gönderen Selin
  • 1 Gönderen Selin


 
Seçenekler Stil
Alt 27 Kasım 2025, 14:05   #1
Standart Edebiyat ve Çevre..!

Haddini de Karac’oğlan haddini
Aramazlar gurbet ile gideni
Ak göğsün üstünde çakır dikeni
Bitmeyince gönül yardan ayrılmaz
Karacaoğlan

Günümüzden yaklaşık 400 yıl öncenin Çukurova’sında sevgilisine “yavru balaban bakışlı” diye seslenirken, balaban kuşları, Karacaoğlan’ın çok yakın çevresindeydiler (1).

Şimdi o balabanların yaşadığı yüzlerce sazlıktan Burnaz sazlıklarına sağlığı koruma çizgisi mesafeleri 50 metreye kadar daraltılarak onlarca devasa kömürlü termik santral, çimento fabrikaları, sanayi bölgeleri izinleri veriyor. Üretilen elektrikle yabancı ülkelerden gelen hurda demir çelikleri eritip onlara satacağımız yeni arabalar yapmak için. Nüfusun % 75’i kentlerde yaşamaya başladı.

Kırsal alanlar ve köylerde yaşayanlar giderek azalıyor. Şimdi veya daha sonra köy ve kırsal hayatla ilişkiler içinde olmayan çocukların kaçı, gördüğü kuşun serçe mi, kumru mu, güvercin mi olduğunu ayırt edebilir? Kuşlar ve pek çok canlı hızla azalır ve bizi terk ederken; horozla tavuğu, kazla ördeği ayırt edebilenlerin sayısının da hızla azaldığını tahmin ediyorum. Yeşil zeytin ile siyah zeytinin ağacının farklı olmadığını; çileğin, yer fıstığının ağaçta yetişmediğini; katmer gül ile yalınkat gülün farkını bilenlerin sayısı giderek azalıyor. Bu toplum, resmi de çekilemediği için, Sezen Aksu’nun “Yarasına tuz diye bastığı” ‘yakamoz’u; ‘ayın şavkı’ sanıyor.

Çıplak gözle samanyolunu, ateş böceğini görmemişler arttıkça kertenkele, böcek, örümcek ve güvercinlerden, küçük kuşlardan korkanlar hızla çoğalıyor. Deniz ve orman kavramı oluşmamış; yol boyundaki tabelalara bakarak fidan dikilmiş ağaçlandırılma alanlarını orman sanacak kadar az orman görmüş çocuklarımız var artık.

İnsan görmediği, bilmediği, ‘yaşamsallık-yaşamı sürdürme nedeni’ kavramıyla buluşturmadığı, nedensellik ilişkisi kurmadığı şeylerin değerini nasıl bilir ve korur? Böyle giderse artık bu topraklardan Yaşar Kemal, Karacaoğlan gibi bize doğayı, içindeki yaşamı anlatan, doğadaki çeşitliliğin isimlerini öğreten ve merak ettiren edebiyatçı çıkması daha zor. Bunların ve bilinmesinin ne önemi var? Varsa doğruyu ve gerçeği kim ve nasıl algılatabilir?

İnsanın doğada yaptığı bu kötüye gidişi nasıl durdurabiliriz?

2015’in Ocak ayında, sevgili Mehmet Taşar’ın 19-21 Mart 2015 tarihlerinde Adana-Mersin-G.Antep ve Antakya’da yapılacak 9. Uluslararası Çukurova Sanat Günleri kapsamında beni Adana’da “Çevre ve Edebiyat” konulu panele konuş-
macı olarak davetine kadar çevre ve edebiyat ilişkisine hiç kafa yormamıştım. Dünyada ‘ekoeleştiri’ ya da ‘çevreci eleştiri’ konulu bir edebiyat eleştirisi akımının olduğundan da haberim yoktu.

Yukarıda sorduğum soruların yanıtının verilmesinde de çaresizlik içindeydim. Zira, doğaya verilen zararın boyutunu anlatan bilimsel metinlerin ve haberlerin özellikle Türkiye gibi okumayı sevmeyen büyük kitleleri derinden etkilemediği, uygulanan gizli/açık sansür ve baskılar yüzünden de gerçekleri bütün yönleriyle halka aktaracak medyanın olmadığı ortadaydı. İnternetin sağladığı olanaklarla sevinçle öğrendim ki ülkemizin Edebiyat Fakültelerinin İngiliz ve Türk Dili ve Edebiyatı Bölümlerinde bu konuyla ilgilenen akademisyenler var. Bunlardan Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünden Prof. Dr. Serpil Oppermann’ın editörlüğünü yaptığı “Ekoeleştiri; Çevre ve Edebiyat” isimli kitaptan, yazımın kaynak göstermediğim bölümlerinde geniş ölçüde yararlandım (2).
Ekoeleştiri nedir?

TDK Güncel Türkçe Sözlüğüne göre “Olay, düşünce, duygu ve hayallerin dil aracılığıyla sözlü veya yazılı olarak biçimlendirilmesi sanatı, yazın” demek olan ‘Edebiyat’ ve “Bir duygu, tasarı, güzellik vb.nin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı veya bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılık” demek olan ‘sanat’ ürünlerinin geniş bir yelpazesi var. Günümüzde bütün bilimlerde olduğu gibi edebiyat da, sanat da ekoloji, biyoloji hatta fizik gibi bütün bilim alanlarından yararlanarak bunların düşünce, görüş ve söylemlerinden beslenmektedir. Edebiyatın bir dalı olan eleştiri de bu gelişmelerden ayrı tutulamaz. Pek çok çeşidi ve akımı olan edebiyat eleştirisi alanının en son akımlarından birisi çevreci ya da ekolojist eleştiridir (3,4,5). Çevrecilik günümüzde insan merkezli çevre koruma anlamına geldiği için ‘çevreci eleştiri’ yerine, insan merkezli olmayan, insanı da diğer canlılar ve hatta cansızlar gibi ekolojik dengenin bir parçası olarak gören ‘ekoeleştiri’ (ekolojik eleştiri) terimi kullanılmaktadır. Edebiyat ve Eleştiri başlıklı makalesinde William Rueckert, ekoeleştiriyi “Ekoloji prensiplerinin edebiyata uyarlanması” olarak tanımlamaktadır (6). TDK tanımıyla ekoloji: “Canlıların hem kendi aralarındaki hem de çevreleriyle olan ilişkilerini tek tek veya birlikte inceleyen bilim dalı” demektir. “Bu bağlamda ekoeleştiri, derin ekoloji akımını yanı sıra, modern ekoloji, iklim bilimi, fizik, biyoloji ve kimya gibi temel doğa bilim dallarıyla sosyal bilimleri ve edebiyat çalışmalarını bir araya getiren, disiplinlerarası bir bilim dalı olma özelliğine sahip önemli bir edebiyat eleştirisi ve kuramıdır.”(7).
“Ekoeleştiri, yalnızca edebiyat eserlerinde doğanın nasıl yansıtıldığını incelemez, doğaya yüklenen simgesel anlamları, bu anlamların oluşturduğu düşünce kalıplarını, nehirlerin, denizlerin, toprak, bitki ve hayvan türlerinin insan kültürlerini nasıl şekillendirdiğini, dilin nasıl kullanıldığını, çevre sorunlarına nasıl yaklaşıldığını, metin içindeki değer yargılarını ve benlik kavramlarını da mercek altına alır.”(8). Bu durumda ekoeleştirmenler, doğa bilimleri ile edebiyat arasında metinlerarası bir ilişki kurarak, edebi metinleri ekolojik bakış açılarıyla yorumlar. Hatta “Disiplinlerarası bir ilişki ve bilgi alışverişi çerçevesinde, ekoeleştirmenin görevi, edebi olsun olmasın, herhangi bir metinde ön plana çıkan çevre konularını ve metnin ekolojik sorunlara verdiği tepkileri incelemektir…”(9).

“Peter Barry çevreci eleştirmenlerin yöntemlerini beş maddede toplamıştır: a) Çevreci eleştirmen, doğal dünyanın temsiline özel bir ilgiyle, başlıca edebi eserleri ekosantrik (doğamerkezli) bir perspektiften (bakış açısı) tekrar okur; b) Büyüme ve enerji, denge ve dengesizlik, simbiyoz (ortakya-şama) ve karşılıklılık, enerji ve kaynakların sürdürülebilir ve sürdürülemez kullanımları gibi bir kısım ekosantrik kavramlara uygulama alanları araştırır; c) Eserlerinde doğa konusunu geniş bir şekilde ele almış yazarları özellikle vurgular; d) Deneme, seyahatname, anı kitapları ve bölgesel
edebiyat gibi topografik (bir kara parçasını doğal engebe ve özelliklerini gösteren) materyal sunan gerçeklere dayalı eserlere yeni bir vurgu yapmak suretiyle edebi eleştirel pratiğin alanını genişletir; e) Dominant (baskın) edebiyat teorilerinin dış dünyayı dilbilimsel ve toplumsal kurgulayışını benimsemeyerek bunun yerine dikkatli gözlemlerin ekosantrik değerlerine, kolektif etik sorumluluklara önem verir” (10).
Ekoeleştiri, yalnızca edebiyat eserlerinde (ve edebi olsun olmasın, herhangi bir metinde) doğanın nasıl yansıtıldığını incelemez, doğaya yüklenen simgesel anlamları, bu anlamların oluşturduğu düşünce kalıplarını, nehirlerin, denizlerin, toprak, bitki ve hayvan türlerinin insan kültürlerinin nasıl şekillendirdiğini, dilin nasıl kullanıldığını, çevre sorunlarına nasıl yaklaşıldığını da mercek altına alır. Gezegenimize değer veren küresel bir sosyal dönüşüm yaratılmasını amaçlar.

Alev Alatlı önemli bir saptamayla Dünya Nöbeti’nin Rus aydınlarından Amerikan aydınlarına geçtiğini söyler. Ekoeleştiri akımının ABD kaynaklı oluşu bu nöbet devrinin göstergesidir. Bu tip büyük nöbetleri ülkelerin aydınları, bilim insanları, edebiyatçıları, bağımsız medya ve sanatçıları tutar. Ülkemizde aydın sözcüğü batılı anlamda entelektüel anlamını içermese de Osmanlı’daki Tanzimat hareketleri dönemlerinden başlayarak günümüze Türkiye Nöbeti’nin sol düşünce kanadındaki laik sosyal demokrat, hümanist, Atatürkçü veya sosyalist aydınlarca tutulmaktadır. Oysa, Edward Sait’e göre “Entelektüel, eskiden olduğu gibi, toplumda bir uzlaşma oluşturacak genel simgeleri yaratan biri değil, bu simgeleri sorgulayan, kutsal sayılan gelenek ve değerlerin iki yüzlülüğünü, ırkçılığını, cinsiyetçiliğini teşhir eden; hiçbir fikir ayrılığına tahammülleri olmayan kutsal metin gardiyanlarıyla mücadeleden çekinmeyen kişidir. Profesyonelleşmenin baskısı artarken, amatör kalıp kamusal alanda yoksullar, yok sayılanlar, güçsüzler adına kendi görüşünü ve tavrını temsil etmekte ısrar eden bireydir entelektüel. Hiçbir kahramana ve siyasi tanrıya inanmaz”(11). Bu nedenle Türkiye’de hiçbir kahramana ve siyasi tanrıya inanmayan, ekoeleştirinin talep ettiği insan merkezli olmayan düşünce akımları ve ideolojileri kabul edecek, savunacak ve uygulayacak gerçek entelektüellerini yaratmak zorundadır.
“Allah adın zikredelim evvela”
Süleyman Çelebi (Mevlîd)(12)

Sırası gelmişken, Cemil Meriç’in üstün inceleme kitaplarından biliyoruz ki; batıda başta bizim Tevrat ve Zebur dediğimiz Eski Ahit ile Yeni Ahit (İncil) olmak üzere M.Ö 1500’lü yıllara kadar inen Hindistan’ın kutsal metinleri (Veda’lar vb.) edebiyatın kadim metinleri olarak kabul edilirler. Eski ve yeni Ahit’teki klişe sözler çalışılmış ve kullanılmaktadır, ancak Kur’ân ve hadisler için henüz böyle bir çalışma yoktur. Ülkemizde dini metinler, edebiyata egemen özellikle sol akımdaki laik yazarlar tarafından edebi metin olarak görülmezler.

Dindar veya muhafazakâr diye adlandırılan sağ akımlara sahip yazarlar için de bu metinler, kutsallık kalkanı nedeniyle eleştirilemeyen, dokunulmaz; incelenmesi ve yorumlanmaları herkese açık olmayan (özellikle sünni mezhebinde) bir metinlerdir. Aynı nedenlerle de Batı ve Türkiye entellektüellerinin de otosansür uyguladıkları konu ve metinlerdir. Türk yazarlarından Ece Temelkuran da: “Bu kadar kadim bir metne Türkiye edebiyatında niye doğru dürüst atıf yapılmıyor? Ya korkudan, ya da yok sayıldığı için. İncil, Batı edebiyatının temel referans metinlerinden bir tanesidir, niye Kuran-ı Kerim öyle değil? Milyarlarca insanın okuduğu kadim bir metin bize bir şey diyor olmalı hâlâ. Nasıl görmezden gelecek kadar kibirli olabiliriz?” diyerek bu saptamayı yapar(13). Bu bağlamda İslamiyet’in iki temel kitabının (Kur’ân ve Müttefekûn Aleyh -sahih- Hadisler), ekoeleştirel yaklaşımla da okunması gereken önemli kadim (kanonik: “genel olarak kabul edilen” veya “otoritelerce doğrulanmış”) metinlerdir. Bunun en güzel örneğini Süleyman Çelebi’nin Mevlîd’inin giriş bölümlerindeki “Allah adın zikredelim evvela” mısrasında görürüz. Bu cümle, ekoeleştirel bakışla tanrıya, yaratıcıya ve dolayısıyla evrene, doğaya bir saygı ve selamı ifade eder ki, yazarda önemli bir ekolojik bilinç varlığını gösterir.
Edebiyatın çevre bilincine etkisi İnsan bilincine doğrudan ulaşan ve etki bırakan metinler, edebi metinlerdir. Bunun dünyadaki en önemli örneği, 1998’de Time Dergisi’nin yaptığı bir araştırmaya göre (14), okurların “yaşamını en
fazla değiştiren” on kitaptan birisi seçilen, tarım ilaçlarının öldürücü etkisine dikkat çekerek modern çevre hareketini başlatan Rachel Carson’un, “Silent Spring” (Sessiz Bahar) isimli kitabıdır. Son yarım yüzyıla damgasını vuran ve “tarihin seyrini değiştiren” bu kitap ABD’de 1962’de yayımlandı. Bizde ise çevirisi 42 yıl sonra, 2004 yılında yapılan (15) “Bu önemli kitap, pestisitlerin (tarımda zararlı sayılan virüs, bakteri, mantar, böcek, yumuşakça, solucan, akar, kemirgen ve ot öldürücüler) çevreye, doğal hayata ve insan sağlığına zararlarının sadece derin bilimsel dokümantasyonunu sunmakla kalmamıştır; bedenin ve doğal çevrenin ekosistemlerini tehdit eden bilimsel bilgileri sanatsal bir anlatımla kaynaştırarak biyosfer sağlığının öncüsü olmuştur… Çevre ve sağlık arasındaki bu bağlantının (gerek kurgusal gerekse kurgusal olmayan) edebi eserlerde de işleniyor olması -“bilimsel bir konunun edebi bir konuya dönüşmesi”- konunun daha yüksek oranda kamuda yankılanmasını beraberinde getirmektedir (10).

Sessiz Bahar, “… pestisit ve zehirli kimyasalların yaşadığımız çevreye zararları üzerine bir uyanış sağlamış, Amerikan hükümetinin ve pestisit imal eden şirketlerin halk sağlığını göz önünde bulundurmalarını teşvik etmiş, havanın, suların, toprakların kirlenmesine ve soyu tükenmekte olan türlere ilişkin yasaların çıkarılmasına yol açmış, kitap sayesinde 1970’te Earth Day [Dünya Günü] kutlanmaya başlanmıştır.)…
Carson, Sessiz Bahar’da pestisitlerin çevreye ve insan sağlığına zararlarına dair çok detaylı bir döküm vermesinin yanı sıra …: lirik bir anlatım benimseyip, duygulara seslenmiştir; diğer bir deyişle, kitabında hem bilimsel hem de sanatsal bir yaklaşımı kaynaştırmıştır. Carson, güçlü edebi yeteneğiyle de insanları harekete geçirebilmiştir… Carson kitabında, bütünde her şeyin sıkı sıkıya birbirine bağlı olduğunu, insanın da bu bütünün sade bir üyesi olduğunu, insan sağlığının doğanın sağlıklı işleyişine bağlı olduğunu, doğanın sağlığına gelecek zararın insanı tehdit edeceğini en etkili şekilde anlatmıştır. Böylece kitap, bilim insanlarıyla sokaktaki insan ve büyük şirketler arasında bir köprü olmuştur…

Şu anda Carson’ın mesajı ülkemizde ve dünyada her zamankinden daha büyük önem taşımaktadır, … çünkü kitabın açık mesajına rağmen, Amerika’da pestisit kullanımı yılda bir milyar pound’a ulaşmıştır. Kitabın yayımlanmasından bu yana geçen süre içinde, her ne kadar etkisi azaltılmış olsa da, bu zararlı kimyasalların %400 daha fazla üretimi yapılmaktadır. Üstelik, Al Gore’un Sessiz Bahar’a önsözünde de belirttiği gibi, bu tehlikeli pestisitlerden bazılarının -kendi ülkelerinde yasaklanmış olmasına rağmen- üretimleri sürmekte ve başka ülkelere pazarlanmaktadır.”(10).
Hastalık nedenlerinin % 60’ının çevresel, % 40’ının bedensel etkenlerden kaynaklanmaktadır.

Kanserlerin % 90’ı çevresel nedenlerden kaynaklanır. “Bir başka deyişle, hastalıkların % 60’ını, kanserlerin % 90’unu önlemek olasıdır.”(10). Örneğin, “Bir kasabada yaşayanların kanserden ölüm oranlarının giderek artması üzerine büyük bir kanser tedavi merkezi kuruldu. Hekimler en ileri tedavi ve tetkik olanakları ile hastalara erken tanı koyuyor ve onların yaşamlarını uzatmaya çalışıyorlar; bir yandan da kanserden korunmak için sigara içilmemesini, taze ve işlenmemiş ürünler tüketilmesini; temiz ve organik ürünler alınması gerektiğini söylüyorlardı.” şeklinde yazılmış bir metin, okuyanlarda duygudaşlık, hastalarla okurun kendisi arasında bir kişiselleştirme, derin düşünme yaratmaz. Ölüm oranları, istatistikler canlı değildirler ve konuşamazlar. Bu metinleri yazan bilim insanları ve karar vericiler de henüz hasta olmamışlardır. Ama edebiyat dilinde duygudaşlık, kişiselleştirme ve derin düşünme ve algılama oluşur.

Örneğin “Sessiz Bahar’da olduğu gibi bir başka yazar da, yazar Steingraber, Living Downstream’in önsözünde nehir kıyısındaki bir kasabada yaşayan insanlarla ilgili etkileyici bir öykü kurgulamıştır:
“Burada yaşayanlar, öyküde anlatıldığı üzere, gittikçe daha fazla insanın nehrin hızlı akıntılarında boğulduğunu fark edip, kurtarma çalışmaları için gittikçe daha karmaşık teknolojiler icat etmeye başladılar. Bu kahraman kasabalılar kurtarma ve tedavi işleriyle o kadar meşgullerdi ki, nehrin üst yakasında kazazedeleri kim suya itiyor diye bakmak akıllarına bile gelmiyordu.” (1998, s. xxii)…

Colborn, Dumanoski ve Myers’in hormonal sistemleri bozan sentetik kimyasallardan bahsettiği Our Stolen Future: How We Are Threatening Our Fertility, Intelligence and Survival (Çalınan Geleceğimiz: Doğurganlığımızı, Aklımızı ve Hayatta Kalışımızı Nasıl Tehdit Ediyoruz) (1996) adlı kitap da bilimi popülerleştirerek Carson’ın mirasını
devam ettirmektedir…:

1950’lerden itibaren bu tuhaf ve şaşırtıcı sorunlar dünyanın değişik yerlerinde görülmeye başlandı… Yaban hayata dair rahatsız edici birçok belge, arazlı cinsel organlar, davranış anomalileri, azalmış fertilite (dölleyicilik), genç ölümleri veya hayvan popülasyonlarında ani yok oluşları kapsıyordu. Önceleri yaban hayatta görülen üremeye dair endişe verici problemler zaman içinde insanlara da sirayet etti. Her bir olay bir şeylerin ciddi şekilde ters gittiğinin bir göstergesiydi… Derken seksenli yılların sonunda bir bilim insanı, parçalar yerine koymaya başladı.”(10).

Ekoloji temelli bu eserlerde, doğaya insan merkezli yaklaşımın hem doğaya hem de insan bedenine nasıl zarar verdiği çarpıcı örneklerle anlatılmış, “Her şey diğer her şeyle bağlantılıdır” ifadesiyle bilinen ekolojinin birinci yasası temel alınmıştır (16). Bu eserlerde insan bedeninin ekosistemden kopuk olmadığı; insanın doğaya verdiği zararın kendi bedenini yaraladığı, doğanın bedenine -toprağa, suya, havaya, bitki ve hayvanlara- verilen zararın yaşamın çeşitliliğini, türlerin zenginliğini insanın da aleyhine olacak şekilde yok olmaya götürdüğü anlatılıyordu”(10).

Ülkemizde edebiyat metinlerinde çevre bakışı nasıl?

“İnsanın, yaşamın tüm alanlarındaki üstünlüğünü ima eden bir dizi büyüleyici sebep arasında bilimsel sav, diğer üstünlük savlarına karşı ilginç bir zıtlık oluşturmaktadır. Bu da insanın kendini tümüyle kandırabilen tek varlık olduğu savıdır.” Lynn Marfulis ve Dorion Sagan (17)
Yeşil-ekolojist düşünce akımları ile tanışıncaya kadar, pek çok yaşıtım gibi kendimi hümanist sayardım. Hümanistlik benim için, felsefesini, ne anlama geldiğini bilmeksizin insanseverlikle eşdeğerdi. Sevgi ağırlıklı idi. Ancak felsefi anlamda hümanizm, insan merkezlilik demektir. Günümüzde bu bakış açısı ağır eleştiriler almakta ve yerine posthümanizm (hümanizm sonrasılık) kavramı ve nihayetinde doğa merkezli düşünce akımları önem kazanmaktadır. Bazı eleştirmenler, bir anlamda doğa merkezliliğin de dahice bir hümanistlik olduğunu ileri sürerler; ki bu hatalıdır. Zira ekolojizm, ekoeleştiri, posthümanizm gibi doğa merkezli düşünce akımları insanı diğer varlıklar içinde birbiri ile ilişkili olduğu ve birbirini oluşturduğu doğa anlayışıyla insanın üstünlüğü ilkesini kabul etmeyen eşitlikçi (rizomik, köksapsı) merkeziyetçilik ve hiyerarşik yapılanmadan uzak bir konuma oturturlar (18).

“Ekoeleştirinin vazgeçilmez unsurlarından olan çevreye karşı farkındalık yaratmak ve insanları çevre sorunları hakkında bilinçlendirmek konusunda edebiyata çok büyük görevler düşmektedir…. Şimdiye kadar doğruluğu kabul edilen, sorunun kökeninin insan beyninde yattığı fikrinden yola çıkarsak, insan düşünce sistemlerini oluşturmada veya değiştirmede edebiyat çok etkili bir araçtır.” (9).
Kendi okumalarımla, bildiklerimle ve kaynak taramalarıyla ulaşabildiklerimle sınırlı, yazılarında ve eserlerinde çevre sorunlarına dikkat çeken ve çevre koruma bilincinin oluşmasına yardımcı olan, eserleriyle insan düşünce sistemlerini oluşturmada veya değiştirme çabasındaki edebiyatçılarımızın isimlerini ve önemli bulduğum eserlerini kısaca (unuttuklarımdan af dileyerek) sıralamak istiyorum.

Şiir:
Nâzım Hikmet: Stronsiyum-90, Yaşamaya dair,
Memleketimden insan manzaraları vb. Attilâ İlhan: Gavurdağlarından rivayet, Türkiye,
Memleket havası, vb.; Can Yücel: Zazatelere zakarak, Yiyimserlerimizin iyimserliği, Orman kanunu vb.; Ahmed Arif: Anadolu; Orhan Veli: İstanbul türküsü, Cımbızlı şiir, İstanbul’u dinliyorum, Hürriyete doğru, Birden bire; Lâle Müldür: Pol ve Virginie yıldız madalyalı mektuplar; Ceyhun Atuf Kansu: Dünyanın Bütün Çiçekleri vb.; Cemal Süreya: Ölüm, Kısa Türkiye tarihi, vb.; Yaşar Kemal: Hanna’ya şiirler, Kapı;


Roman-Öykü:
Yaşar Kemal: Deniz küstü: (İstanbul’un tüm coğrafyasıyla her anlamda yozlaşmasını ve çürüyen doğasını anlattır), Kuşlar da gitti, İnce Memet 1-4;
Faruk Duman: Ve pars hüzünle kaybolur; Buket Uzuner: İki yeşil su samuru, Balık izlerinin sesi, Uyumsuz Defne Kaman’ın maceraları: Su; Ece Temelkuran: Düğümlere üfleyen kadınlar; Alev Alatlı: Schrödinger’in kedisi: Kabus ve Schrödinger’in kedisi: Rüya, Beyaz Türkler küstüler, Aydınlanma değil merhamet, Dünya nöbeti; Latife Tekin: Berci Kristin çöp masalları (1984) (Latife Tekin’in Berci Kristin Çöp Masalları’nda betimlediği Çiçektepe ise, büyük şehirlerin etrafında çöp ve endüstriyel atıkların bulunduğu, sağlıklı bir yaşama geçit vermeyen, yoksul kesimin yaşadığı herhangi bir bölgede geçer; Mehmet Uhri: Saklı hayatlar, Hayat semaverin deminde; Sait Faik: Bütün kitapları, Son kuşlar vb.; Cemil Kavukçu: Uzak noktalara doğru; Selim İleri: İstanbul hatıralar kolonyası, Yaşadığım İstanbul;

Popüler Bilim:

Hikmet Birant: Alıç ağacı ile sohbetler, Anadolu manzaraları;

Sargun Tont: Sulak bir gezegenden öyküler, Solucanlara piyano çalan adam ve Nereden geliyorsun; Kuzeyden;

Deneme
Oktay Ekinci: Çevremiz de demokrasi istiyor; Ümit Otan: Çaynobil, Aşk geri dönene kadar, Aşkın hüzünlü kentleri;

Cengiz Bektaş: Kimin bu sokaklar, alanlar kentler, Bak bak desinler, Türk evi;

Anı-Anlatı-Gezi:
Attila İlhan: Abbas Yolcu;


Destanlar:
Gılgamış destanı; Bozkurt Destanı, Ergenekon Destanı, Türeyiş Destanı;
Çevre sorunlarına dikkat çeken ve çevre koruma bilincinin oluşmasına yardımcı olan; eserleriyle çağcıl insan düşünce sistemlerini oluşturma veya değiştirme çabasındaki yerli eserler ve yabancı dilden çevrilerini artması dileğimle.


yagmursohbet.net yagmursohbet.com YagmurFm Ailesi Saygılar Sunarız..!
1
 
 


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Kapalı
Refbacks are Kapalı





Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 02:44.