![]() |
| Şiirler - Güzel Sözler Beğendiğiniz yazı, şiir ve güzel sözlere bu başlık altından ulaşabilirsiniz. |
| | Seçenekler | Stil |
| | #1 |
| Sevdiğiniz bir şiiri yazar mısınız? | |
| |
| | #2 |
| Sevdiğiniz bir şiiri
________________ yildizlar da neymis gozlerin varken? | |
| |
| | #3 |
| Biz Yaşıyor ama uzaktaysam senden Bil ki seni hiç unutmadım Ölüm değilse bizi ayıran Yazık olmuş, hata yapmışsız Senden ya da benden ne farkeder Şeytana uymuş aşkı yakmışız Adımı söylemezdin bana seslenirken Aşk derdin, aşkım derdin Her aşk dediğinde Beni kendinde daha da aşık ederdin Buluştuğumuz anları hatırlıyorum Güller açardı gönlümde sen gelirken Üç-beş saat bile ayrılsak Yapraklarım dökülürdü sen giderken Yanyana duran iki yıldızdık sana göre En parlak, en güzel olanı bendim Gökyüzünde ki tek yıldızındım senin Fırtınalarda saklanıp korunduğun Liman olduğumu söylerdin Ömrünün sonuna kadar beni seveceğini Kalbini kalbime kelepçeleyip Anahtarını okyanusa attığını söylerdin Benim için kıyamet seni kaybettiğim gün demekti Ruhumda sakladığım en değerli hazinemdin Sonsuza kadarda saklayacağım Yokluğumda sen nasıl olursun hayal ettiğimde Seni mutlu, çok mutlu görüyorum Çünkü hep öyle ol istedim hatta hatta belki yeni aşklar tanırsın tanı zaten Her şeyin güzeli senin olmalı Aynı şeyi isteme benden Yerine kimseyi koyamam ki Ben kimseyi ama kimseyi seni sevdiğim gibi sevmedim ki Sen bana aşk dedin, bizi kirletemem ki Bazı şarkılar vardı birlikte sevdiğimiz Senin bana, benim sana söylediğim Onlardan biri yada benzerini duyarsan Beni anımsar gülümsersin Ben mi? ben hiç unutmayacağım ki Okyanusa attığın anahtarı biri bulurda Bizi bizden çözer diye Daha iyisini yaptım seni kalbime kazıdım Her atışında hatırlamak için Yaşıyor ama uzaktaysak birbirimizden Bil ki seni hiç unutmadım Ölüm değilse bizi ayıran Yazık olmuş hata yapmışız Eğer ölümse bu ayrılığın sebebi Ve bensem önce giden bu alemden Kederlenme çok Tıpkı benden istediğin gibi Kendine sahip çık Bensem kalan geride Zaten sen hep göreceksin Ben kimseyi ama kimseyi seni sevdiğim gibi sevmedim ki Sen bana aşk dedin, bizi kirletemem ki Küs olduk, ayrı düştük duramadık ki Savaşları sevemedik ki barış olduk biz Hüzünlendik dilden kaçan bazen iki lafla Sevişmeye sebep ettik ayrılıkları Niyet ettik, söz verdik en büyük aşka Başkasının sevdasına imrenmedik biz Neysek oyduk, öyle kaldık aynı inançla Kimsenin öyküsünden kopya çekmedik Ne acıdan, ne kayıptan Korkmadık ki hiç biz Ne kavgalar atlattık ta Yılmadık ki bir gün Üstüne gittik sevdanın Yenilmedik ki Kimsenin duygusundan Çalmadık biz Başkasının oyununu bozmadık biz Bu dünyanın uyumunu bozmadık biz Soner Arıca 👍 2
________________ ![]() | |
| |
| | #4 |
| Bir sevda zedeyim köhne kayıkta Gönül anaforda can kayalıkta. Temmuz güneşisin sen aralıkta Bir sana tutkunum, bir sana düşman. Olmazı olur sandim Yoruldum umutlarım Yildiz kenter 👍 1
________________ Kaliteli insan işiyle , boş insan kişiyle uğraşır !!! | |
| |
| | #5 |
| Bir ilaç içsem bari diye düşündüm, Biraz kolonya sürünsem, Ferahlasam, pencereyi açsam. Şöyle bir şey yazdım sonra: Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre Sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde. Berbattı, Bir şiire böyle başlanmazdı. İç ses diye söylendim, Ardından Yıldırım Gürses... Aptal aptal güldüm bir de buna. Ayşecik vazoyu kırıyor Ve ‘tamir et bakalım’ diyordu babasına. Yapıştırsam da parçalarını hayatımın Su sızdırıyordu çatlaklarından. Karnabahar kızartmıyordu asla Başrolde kadınlar. Güçlü bir el silkeledi beni sonra Sanırım Tanrı’nın eliydi. Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan. Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi, Çok şey görmüşüm gibi, Ve çok şey geçmiş gibi başımdan, Ah...dedim sonra Ah! İç ses, diye söylendim Çocukken şöyle dua ederdim Tanrı’ya: Tanrım bana hiç erimeyen, Kırmızı bir bonbon şekeri yolla. Eski tül perdelerden gelinlik biçerdik Kardeşimle kendimize durmadan, Olmayan çayları, Olmayan fincanlardan içerdik. Olmayan kapıları açardık, Olmayan ziller çaldığında. Siyah papyonlu olurdu mutlaka Resim defterimizdeki damat. Yedi günde yarattığımız dünya Mutlu olurduk pastel koksa. Ve şimdi şöyle dua ediyorum Tanrı’ya: Olanlar oldu tanrım Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla! Kaybolmak istemiştim bir zamanlar Kapının arkasında yokum demiştim Ve divanın altında da. Bulamazsınız ki artık beni, Hayatın ortasında. Kaybolmak istemiştim bir zamanlar Beni kimse bulamazdı Tanrı’nın arkasına saklansam. O Kocamandı, en kocamandı o. Bir kız çocuğunun hayalleri kadar. Bir zamanlar kendimi Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım. Kaç metredir benim yokluğum? Benden daha çok var sanmıştım. Benim yokluğumdan dünyaya Bir elbise çıkar sanmıştım. Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan Sonunda ben de alıştım. Ah...dedim sonra, Ah! Güzin Ablası kitaplar olan bir kızdım, İçim sıkılmasa o kadar Tek bir satır bile okumazdım. Taş bebeğim ters çevrilince ağlardı Bir derdi var derdim. Derdimi demeyi ben taşbebeğimden öğrendim. Ninni derdim, ninni bebeğim! Cam gözlerini kapardı, naylon kirpiklerini. Plastik gözkapaklarının ardında, Bilirdim rüyaları yoktu bebeğimin, Gözyaşları da. Ağladıkça tükürüğümden sürerdim gözaltlarına. Bu kadar kolay harcamazdım rüyalarımı, Kırmızı çantamda bayram harçlıklarım olmasa. İnsan çıtır ekmeği ısırdığında, Kırıklar dolar kucağına, İşte orası umudun tarlasıdır. Ve orada başaklar ağırlaştığında, Sayısız ah dökülür toprağa. İç ses, diye söylendim Ve ah dedim sonra, Böyle ah demeyi beli bükük bir ahlat ağacından öğrendim. Dallarına salıncak kurardı çocuklar, Hızlı yaşanan bir hayatın şarkılarıydı salıncaklar. Meyveleri tatsızdı Eski bir lanetten dolayı Herkes dişlerdi acı meyvelerini, Ve herkes söverdi ona. İsmini yazardı herkes onun bağrına, Ah derdi o. Ah! Bıçağın ucundaydı insanların hafızası ‘İnsan unutandır ve insan unutulmaya mahkum olandır.’ Tanrı şöyle derdi o zaman: Ah! Ne çok dikeni vardı ahlat ağacının tanrım, Ulaşılamazdı, Sen sarılmak istesen ona, O sana sarılmazdı. Ne çok dikenin vardı Tanrım! Ne çok isterdim, Sana sarılamazdım. Ve şöyle derdim o zaman: Ah! Ahlat ahların ağacıydı, Yaşlanmaya başlayanların, İtiraf edilememiş aşkların, Evde kalmış kızların. Ahlat ahların ağacıydı, Cezayir nasıl cezaların ülkesiyse, Öyleydi işte. Ve etimoloji Eti’lerden kalma Bir zaman birimiydi yanılmıyorsam. Ve yanılmıyorsam yalnız insanların, Kahvaltı edip ağladıkları pazar sabahları yokmuş o zaman. Mesela o zamanlar Mutsuz olduğunda insanlar, Yok olurmuş bazı dakikalar. Gülümsedim o sıra, Bazen sevinirim, Sevinmek nedense hep yedi yaşında Ve ah... dedim sonra, Ah! Bazen ah diyorum durmadan, Şimdi ben ahlatın başında, Otuz iki yaşımda. Ahlar ağacı gibi. Rengarenk çaputlar bağladım yıllarca dallarıma, Mavi, mor, kırmızı ve yeşil, İstedim, hep istedim, Sen iste derdim, iste yeter ki Vereyim. Her istediğimi verdim.Arttım, fazlalaştım, Eksikli yaşamaktan. Ahlar ağacıyım, gibisi fazla. Başka bir şey istemem Artık beyazlaşan üç-beş tel saçıma, Hesabımı vermekten başka. Vasiyetimdir: Dalgınlığınıza gelmek istiyorum Ve kaybolmak o dalgınlıkta. At arabasıyla kağıt toplardı Her sabah çingene kadınlar. Üst üste yığılırdı buruşuk kirli kağıtlar Şaşırırdım Kadınların mı yoksa kağıtların mı memeleri kocaman? Bir zamanlar öfkem beni zora koşardı. Kızıl yelelerim yapışırdı terli alnıma Ne eğere gelirsin ne de semere derledi bana, Yeniden doğmuş olurdum oysa, Öldüğümü sandıklarında, Yalnızca kağıtlarda iyi koşan bir at olarak. Vasiyetimdir: En güçlülerinden seçilsin Beni taşıyacak olanlar. Ahtım olsun, Yükleri ağırlaşsın diye iyice, Tabutumun içinde tepineceğim. 2- Bir göl vardı evimizin karşısında, Mavi gözleri olan, Kara yağız bir şehirde yaşamışım meğer yıllarca. Ya siz, Nasıl bilirdiniz çocukluğunuzu ey cemaat? Nasıldı Öldürdüğünüz birinin cenaze namazını kılmak? İlk üç vişneyi verdiğinde bahçedeki ağaç Annem sevindiydi hatırlarım. Ah demişti. Ah! Üç küçük kırmızı dünya verilmişti sanki ona. Annem çok sevinmelerin kadınıydı. Bazen sevinince annem gibi, Rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına. Annem çok sevinmelerin kadınıydı, Sıcak yemeklerin. Başına diktikleri o taş, Ne zaman dokunsam soğuktur oysa. Ben okşadığımda ama, ısınır sanki biraz. İç ses! Bu bahsi kapa! Mutfağa gidip domates çorbası pişirdim. Çoktandır öksüz olan mutfakta Buğulandı ve ağladı camlar, Gözyaşlarını kuruladım perdelerin ucuyla. Çoktandır öksüz olan dünyaya baktım, Allah babasıyla baş başa kalmış insanlara, Poşetin tamamını beş bardak suya boşaltınca, Sanki biraz rahatladım. Kazanlar dolusu çorba kaynatsam sanki, Artık kimse mutsuz olmayacaktı. Ah...dedim sonra, Ah! İç sıkıntımla çektirdiğimiz bu fotoğrafta, Aynı vampir gibi çıkacağız. Kırmızı çorbama ekmek doğrayınca, Sanki biraz ferahladım. Karıştırdım ve iç ses diye fısıldadım: Hala aç mısın? Bir tren geçti yine tam o sıra Ustura gibi kara, Düdük çala çala, Geçti şiirimin ortasından. Kes şunu dedim, kes artık! Oldu olacak, Kan kardeşi olsun ruhumla yollar. Merak ederdim, Kesik başları ve sarı ışıklarıyla Nereye gider bu insanlar? Raylar uzanırdı içimde kilometrelerce Bir kara yılan gibi, Bilemezdim menzil neresi? Ah...dedim sonra Ve acilen makas değiştirdim. İç ses, diye söylendim, Raydan çıkma bundan sonra. Kuyruk sallardı, annemden kalma maaşım her üç ayın sonunda. Sevinirdi, Kocaman bir kara kediyi okşamış gibi ellerim. Sarımsak kokulu fötr şapkalı amcalarla, Muhabbet ederdik kuyrukta. Bizler sarımsak kokan uzun bir dizenin, Fötr şapkalı kelimeleriydik, Çürük dişlerimizle bizler, Dökülmüş harfler gibi kelimelerden, Saf ve pembe gülümserdik. Bizler her üç ayın sonunda yeniden doğan bebeklerdik. Neden ilerlemiyor bu kuyruk derdik, Neden hep aynı yerdeyiz, Hayattan söz edilirdi, Zor denirdi, Ve ardından susulurdu mutlaka. Fötr şapkalı amcalardan biri Ah derdi sonra, Ah! Kuyruk öfkeyle kıpırdanırdı o zaman. 3- “Bir Arap şairi şöyle demiş, Savaşta yenilen halkına, Ağlamayın, ağlamayın, acınız azalır” Uzun bir dize dayardı hayat her sabah karnıma Şiir için düelloya gelmiş bir sevgili gibi, Sorardı: Daha yazacak mısın? Hayır derdim, Artık yazmayacağım. Ama şöyle denir: Kılıç çeken kılıçla ölür. Ama şöyle denir: Kaderden kaçılmaz. Ama yazgısını yaldızlı çokomel kağıtları gibi, Tırnaklarıyla düzeltemiyor insan. Yıllarca biriktirdim rengarenk çokomel kağıtlarını kitap aralarında. Aşık olduğumda, Çikolata kokardı kırmızı yazgım. hayatıma hayat diyemem artık. sarı yazgım her sonbahar onu biraz daha fazla, ömür yaptı. Maviye de, yeşile de dili dönmez ömrümün artık. Kara yazgımı şimdi kim bilir Hangi kitabın arasında saklıyorsun tanrım? Ah.. dedim sonra Ah! İç ses, diye söylendim, Başımda rüzgar vardı Başımda uğultular... Kalbim usulca kıpırdardı Ve ses çıkarırdı dokununca Çan çiçeğiyle karıştırırdı onu belki Bir başkası olsa. Başımda rüzgar vardı, Yine esiyordum Hızla dönmeye başladı kalbim Rüzgargülüyle karıştırırdı onu belki Bir başkası olsa. Başımda uğultular... Fırtına çıktı sonra, Yaşadığını anladı kalbim, Böyle yaşanamaz derdi Bir başkası olsa. Bir zamanlar meydan okumak isterdim. Kaç meydanını okudum da bu hayatın. Yalnızca iki harfini öğrendim: A H! Ah benim nergis kokulu cehaletim... Ruj lekeleri bıraktın bardaklarda Anlatmak isterdin kendini durmadan Bir bardağa bile olsa. Ne diyecektin, ne söyleyecektin Şairlerin şahı olsan, Bir AH’dan başka. Ah benim nergis kokulu cehaletim Bana yıllarca, bunca sözü boşa söylettin. AH! Güçlü bir el silkeledi beni sonra Sanırım tanrının eliydi, Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan, Çok şey geçmiş gibi başımdan Ah dedim sonra, Ah! İç ses, diye söylendim. Gel! Ahlar ağacından sen de biraz meyve topla. Vasiyetimdir: Bin ahımın hakkı toprağa kalsın... Didem Madak
________________ ![]() | |
| |
| | #6 |
| başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız bakıp başkasının başkayla kurduğu bağlantıya aşka dair diyoruz ilk anı bu olmalı ilk önce damarlarımızda duyuyor çağıltısını uzak iklimlerin kokusu gitmediğimiz şehirlerin önceden bir baş dönmesiyle kabarıyor hafızamızda sonra ayrılıklar düşüne dalıyoruz bize ait olan ne kadar uzakta! | |
| |
| | #7 |
| Rengim mat, Kapağı sıkışmış bir kap gibi içimde seni saklamaktan.. Ve kapakçıkları sıkışmış kalplerden çıkaramamaktan seni, Rengim, mat.. Dinle o zaman.. Duvarlara başını yaslayan bir matkabın çığlığıdır bu.. Ve şarkılar vidanjör sesi.. Sevdiğimiz enstrüman sesleri var aramızda ve sen, İki gözle görülebilecek şeylerin arkasında, Kapalı gözlerle görülen şeylerin tam içinde, Sana el sallıyorum yine, Merhaba luna.. Gölgene tutundum, Sabah olup usulca çıkıp giderken gece.. Gözlerine tutundum, çıkıp giderken içimden bir hece.. Suya tutundum. Tuttunduğum suyun içinde eritilmiş bir kağıt üstünde yazılı, Rabbena.. Rabbena Allahsa, onun gözünden, Rabben aşk, sensin..
________________ | |
| |
| | #8 |
| elim ayağım taşıma düşman beğendirmekle geçirdiğim o günlerde ben iyiyim de kalbim delik ben iyiyim de burası doğu ben iyiyim de çevrem kötü diye tarif edildiğim her yerde bu farz dedim bu farz bu kesmediğim şeyleri uzatıyorum sanmanızdaki uzun kusur bu kalbinizin kenarındaki yavaşlık cümlelerimi yarım beni duman eden her neyse onun adına bu nasıl mümkün ki önce gözlerimden başladım ben konuşmaya akşamını gördüm dünyanın merak kuşku ve bekleme yerlerini hayatın beni tahtaya çıkardığı bir sabah kırıldı dünya soğuktur diye yazdığım o kalem o ayna gördüm nereye gitsem ben dik gölgm kamburdu bu dünyada elim ayağım sen gittin yağmurun sürdü sonra denediğim taş çarşıları oldu dünyanın sabır bitkileri kırk uykusunu uyuduğum doğu kırk yolunu yürüdüğüm sokak hayat hep tuhaf bir yapışkanlıkla kaldı boynumda dedim kırk sesle yıkansam da gitmez kalbimden sesin ben dik gölgem kambur bu leke başka seyyidhan kömürcü. | |
| |
| | #9 |
| Bağlanmayacaksın Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne. "O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin. Demeyeceksin işte. Yaşarsın çünkü. Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki. Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın. Ve zaten genellikle o daha az sever seni, Senin onu sevdiğinden. Çok sevmezsen, çok acımazsın. Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem. Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin. Senin değillermiş gibi davranacaksın. Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın. Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın. Çok eşyan olmayacak mesela evinde. Paldır küldür yürüyebileceksin. İlle de bir şeyleri sahipleneceksen, Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin. Gökyüzünü sahipleneceksin, Güneşi, ayı, yıldızları... Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak. "O benim." diyeceksin. Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan bir şeylerin... Mesela gökkuşağı senin olacak. İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.Mesela turuncuya, ya da pembeye.Ya da cennete ait olacaksın. Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın. Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat. İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak... CAN YÜCEL
________________ 🐞🍀 hiçbir şey için geç değil ve ..... geç değil bir şey için hiçbir şey 🐞🍀 | |
| |
| | #10 |
![]() Hikayesi: Nihal Atsız’ın öğretmen olarak çalıştığı okula bir gün bir hanım öğretmen gelir. O zamana kadar kimseye bakmayan, kimseyle pek alakadar olmayan Atsız içeri giren o öğretmene ilk görüşte aşık olur. Evet kelimenin tam anlamıyla bu bir ilk görüşte aşktır. Ve aşık olduğu o meçhul hanım öğretmene bu şiirin giriş kıtasını yazar. Bir zarfa koyar ve öğretmenin dolabına bırakır. Aradan günler geçer ve Atsız mektubuna cevap alamaz. O bir görüşte aşık olduğu kadın o mektubuna ve aşk ile yankılanan şiirine cevap vermemiştir. Atsız’ın büyük bir merakla, hasretle ve dört gözle yolunu beklediği cevap bir türlü gelmek bilmez. Daha doğrusu Atsız, mektubuna hiç bir cevap alamamıştır!. Sonraki bir zaman da kendi dolabını açar ki, bir de ne görsün!. Mektup zarfı bile açılmadan kendi dolabına bırakılmıştır. Derin bir teessür, şaşkınlık ve biraz da hayal kırıklığı… Söz susar, kelam başlar… Yüreğinin dip dalgaları dile gelir ve şiir olur kelama dökülür. Atsız bu şiirinin adını o gün Geri Gelen Mektup koyar ve gerisini tamamlayarak yayınlar. Malum aşığın meçhul sevgiliye bir mektubudur bu. Ne kadar derin bir aşk ve ne kadar derinden yanan, yankılanan bir sevda hikayesi bu böyle. Öyle olmasaydı bu kadar yanık sevda kokusuyla bu şiiri yazabilir miydi? Armağan olsun bütün sevda yüklü yüreklere.. Hüseyin Nihal Atsız Geri Gelen Mektup Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden? Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu? Pervane olan kendini gizler mi hiç alevden? Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu. Gün, senden ışık alsa da bir renge bürünse; Ay, secde edip çehrene, yerlerde sürünse; Her şey silinip kayboluyorken nazarımdan, Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse... Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla, Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla! Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım; Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım. Gözler ki birer parçasıdır sende İlahın, Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın, Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin; Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin! Bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden, Bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden... Hasret sana ey yirmi yılın taze baharı, Vaslınla da dinmez yine bağrımdaki ağrı. Dinmez! Gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu! Dinmez! Ebedi özleyişin bestesidir bu! Hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı, Görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı. Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler, Tek bendeki volkanları söndürse denizler! Hala yaşıyor gizlenerek ruhuma 'Kaabil' İmkanı bulunsaydı bütün ömre mukabil Sırretmeye elden seni bir perde olurdum. Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum. Mehtaplı yüzün Tanrı'yı kıskandırıyordur. En hisli şiirden de örülmez bu güzellik. Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur; Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik... 👍 2 | |
| |
| Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |