14 Aralık 2020, 03:05 | #1 |
Ali Günvar - 20. Yüzyıl Şarkıları
20. Yüzyıl Şarkıları
Ariel'in Karanlıklar Şarkısı 1 ya şimdi kimler işliyor, ey mars, ermişliğin devrik sokaklarını çağıltımda çınlıyan bir haykırış karşıt bulut kristalleri, ben ariel, çağdaş sapaklara yıktım çatlaklarımı, hırçın kahkahamda, birden, boğuldu çılgınlık şimalleri. kıştı, prusya prensinin desteğiyle yırtılmıştı aforoz. handiyse kuşatıyordu kenti esrarlı karanlığın zincir közleri. «gül ü bülbül» efsanesini büyük önlemlerle ezdi enkizisyon, lâkin lumboz içre bir gökyüzünde savrulmadaydı yakılan büyücülerin soyut gözleri. erato. sloganlarda devimsiz çeteler küsmüştü köhne sokaklar. bungun bakışım bulanıp sigaramda, töreler tekdüze yandı. yağlı ve aşınmış dizeler döktü beyaz çuhalar üstüne pindar. durdum. bakışık sularda hayalim kanlı şaraplardı. akşam, imgeler misali, set üstünden geçmeliydim, soyunuk tapmakların imsiz çağrıları yansımalıydı çürüyen kulağıma, geçmiş vezinlerin süregelen yadında yandıkça bulanık maceram, gece trenlerince yığılıp birkaç fersah yağmur ve çaresiz düşlerim, gülgûn kaselere boşaldığında cehennem kapılarında kuruyan mecram dağılmalıydım kutsal oyunun çıplak karanlığına çarpa çarpa. Ariel'in Karanlıklar Şarkısı 2 illium. loş bir gece kulübünün asitli camlarında birikiyordu ter damlacıkları dolgun dudaklarının kesif lancöme kokulu ayışığının altında uykusuzdum. sarı bir sesle başlamıştı bacaklarımızdaki muharebe. ve sen dağılıp sivri bacalarına gri badanalı dar sokakların, duman duman yayılmıştın eklemleri giderek kokuşan yöreye. oysa düşman yakındaydı, ve bir çalar saat misali, ben, duyuyordum kılıç şakırtılarını, titreşimli sessizliğinde geçenin. cenin, ağır yağmur giderek yoğuşan düzenden yana çıktı. avuçlarım aşıktı, ve kararmıştı tuğla barakalarda aklım. şiirler yazmada, handiyse en ustaydım. ve sesinde ürken bir panter gibi, soframı soluk içdünyama yaydım. ve umutla bekledim bilinmesini parabollerimin. esasen yanlış bir düzlemde doğmuştum. geçmişteki name saygınlığının tutarsız kalıtıydı nesnel susuşum. lâkin yoğun merhemi kalın bir sis tabakasının- — örterek aralıklarını körelmiş mısralarımın, gerçekdışı yaşam peygamberlerince, titreşen, ürpertili ve ürkek, evrensel kuştüylerinin ince— — uçlarından dökülen hurufatı, kesin bir el hareketiyle sildi ardısıra kurumsallığımın katı — görünümlerinden destanın yumuşak kaynağı kesildi. ve nihayet, pelias'ın alabildiğine ürküntülü ve geniş mermer kabul salonuna girdiğim gün yorgun ruhumda son bulan iç çekiş belirsiz bir kreşendoyla yükseliyordu. Ben, Leverkühn, zaman aralanınca baktım ki boşalan mürenlerin çalkantısında bir tufan görünümünce fecrolmadaydı nümayan ve sözsüzlük boyutlarında hayli derin, ve uygunsuz depreminde çağdaş düşün tüllerinin esinsiz bir çürüyüşler açınımı giderek belgeledi evrensel geçerliğini buyruğumun şehrayîn müptezel, çoğu kez güzel bir kadındı artık soluk fotoğraflarımda ve yarın, geçmiş bugünlerden tekdüze kaçınılan oyuk bir karın çekiciliğiyle yön vermedeydi gazellerime, ve mitlere ulaşan bir soğuk ortam, ya da ılık bir ihtilâl beyannamesince güncel kapsadı özlemlerimin kırgın boyutlarını. ve ölüp gitti faust. izleyin şimdi düşüşünün korkunç sefaletini IV Cumhuriyet Ağıtı Prosopon: cenin şimdi hangi ölümleri şarkınır yok gözlerim? ki dokuzyüz yirmi üçler başlangıcımı belirledi izleyen onbeş yıl tam anlamıyla bir geçişim dönemiydi, ardından, ergenleşen bedenimi Kıvançla düşledim yirmi yıl boyu. ve dokuzyüzaltmış (sein an sich) karanlığa doğru uzaklaşmamın doruğuydu, ve yetmişlerdeyse artık. vatan sevgisi üçüncü sınıf bir şiirin siyasi bağlamından artakalan sözcüklerden öte bir anlam taşıyamazdı içürpertici çatalında keskin dilimin. ve çevik duyuşlu therpantin'in yapay gözlü thalia'yı tekdüze, gebe bıraktığı 'ecinniler' yaylasında bozkır kurdu, örterek üzerine buğulu kaos katmanlarını, ölümcül güdülerini doğurdu çarpık sis müfrezelerinin. ve nihayet ilintisiz karşıtlıklar yada ucuz öykünmelere terkedilip nazım hikmet üpokritis nidalarıyla karşılandı düetleri görkemi koroların lâkin kader, baştanrının gözler şenliği kızı, çoğaltarak uzun, beyaz bacaklarını süt kokusunda bizans mermeri bir banyonun, birbirine karıştı kendi içinde, ve verilen sürenin olağandışı biçiminde, gökbelirtgeleriyle düşledim yazgısını ekinin, ve güzergâhında evimin ağızları altı ayrı meyva taşıyan altı ayrı hayvan çeldi bakışımın dikkatini, kuru böğürtlen danteli kışının içyapısı her nesneye bir sırtlan gerektirmedeydi kendi dışında. ipek perdeler örtüldü. kristal basamaklar simli fistolara değdi. ve tüm ışıltıların dağıldığı mezarımın başında aklımda ölüm, bekledim umarsız şimşeğini orion'un İlllıum, kederlilik içinde mutlu ve dehşet içinde kederli, bilmeden ne hissedeceğimi, bilmeden ne düşüneceğimi ve neye karar vereceğimi bilemeden sonlarına dek ulaştım asrı âlimânenin (bir yanda başlıbaşına hatalar kavga ve kanla diğer yanda) şimdi hangi ölümleri şarkınır yok gözlerim, ki çağların uzamında giderek kararırken vetire turfa efsun okuyup yine bu kalemi cadûfen yine çıplak ayaklarımla ve yine uzun süre geçerek bedensel çözünümlerln içlerinden —tutamayıp sıkmak istediğim avuçları, dokunamayıp okşamak istediğim saçlara— geriye döndürdüm bitimsiz yolculuğunu tüzel kişiliğimin ve kesildi dimdik büyüyebilecek bir dal V Ölümünün Ellibeşinci Yılında Bir Dosta Tutsaklık Şarkısı akşam duvarları üzerinde güneş iğdiş bir freskoyu yakıyordu saydam kısraklara yandı gözlerim. ben vang vei. ideogramlı mısralarımdan fışkıran ejder dişetlerimi kamaştırdı sarhoş mahzenlerde yalazlanan pullarıyla. ve sonunda, «rungnlr'i öldüren çekiç alacak senin de sefil canını», diye haykırdı voltaire, savurdu miolnir'i boşluğuna çıplak buğday tarlalarımın, res puplica imperatrix mundi. şimdi hangi ölümleri şarkınır yok gözlerim? şimdi hangi ölümleri şarkınır yok gözlerim? ki kin kıştır pembe yanaklı periler kesmiştir avazelerde kırılan yolumu. yıllar birer öncül gibidir pencerelerde; günbitimi solgun poyraz miraçlarından gelmedeyimdir. şermederek susmuştur gül laciverd çemenzarda. yıllar boyu bir ihaneti dokuyup çaresiz yokluğum rüzgâr saçaklı şarkılara sunuyorken som kulluğumu, yanılsamalar solurum yoğunluklara yağan karda. ey, felaketli tırnakları yanan etimi deldikçe kirlenen kent uluları, bundan böyle izleyemem çirkin anlamını ayaktakımı bülbüllerince güzelliği varsayılan sözlerinizin, devrilin peşinizsıra sürüklenen farelerle kendi çizdiğiniz karanlıklara ve bitsin varoluşumda sürdürdüğünüz akıldışı işkenceler. ben baron hulot. imsiz çöplükler zamparası. bir artegal olmak niyetinde değilim. üstelik asla düşünmedim umarsız dizelerimde tedirginleştirmeyi ampir ihtişamların eriyiklerinden artakalmış çevrenizi, sararan yapraklar koptu, ve titreyerek uzaklaştı akan sularla. ve belladonna'nın çiğli ve uzun parmaklı elleri bir randevu defterinin ipek sayfalarına yazdı giderek belleğimin boyutlarına yabancılaşan kederimi. ve yaşam yolculuğumuzun ortalarında anladım ki yggdrasill'in sürekli tayfunlar öncesi dönemlerinden kalmış, yaşlı tepeleri üzerinde kızıl akşamlardı yalnızlık. VI Geçmişe Dair Aşk Şarkısı epileptik mark antoni uzun aralıklarla tamamladı söylevini (friends, romans, countrymen...) ve önderliğiyle gerçekleşebileceği düşünüldü düşlenenlerin, ancak günlerin akan suları, acıyı saptırıp yörüngesinin yorgun düşmüş bir yerinde ve hüznü karartıp sapık arzularında hırçın bir halkın. anakronik bir peisistratus yarattı phoenix küllerinden. ardısıra köpekler ve kadınların, şimşekler çakıp iştahlı salyalarında, solgun marşlar söylenerek yek ahenk, tekdüze yinelendi yonca ağızlı parti temleri. oysa sanal tien an men üniformalarının, birbirlardınca nümayiş yaptığı, yağlı ve yorgun yaşanmış evlilik yıldönümümüzün akşamı ' etleri kaputu altında çürüyen general giysileriyle katıldığım maskeli baloda, mor halkalı ve yorgun ibrani gözlerine rastladım, khimera. ürkek dudaklarının arasında ışıyan gökyüzü, bulanık parmaklarıyla bir kontrbas enkazının . sesötesi erikleri derdi çorak bahçemden ve yandım . âteşiyle, platin parıltılı döküm kazanlarının. VII Yeraltı İzlenimleri nice yıl sonra anlamıştım ansıttıklanmı gotik başlıklarda. kerpiç çatlaklarından yosunlar boşaltıyordu duvarlarım. ince taş örgülerinden uyarlanmış tanılar dolduruyorken içimi, bir org müziğinin çöküp dizleri dibine, giderek aydınlandı, çaresiz, makadam yollarım, tarih kendini yakıyordu kuytu korularda. sessizce uyandım, ve kanlı ovaların gülümseyişlerinden arta kalmış dudaklarımla ve hayli yılgın, postallarımı çıkarıp yıllar öncesinin alışılmışlığını belirtgeliyen kapı önlerinde, girdim evlerime. ve bundan böyle, ne kadınlar bıraktıklarımdı giderken, ve ne -terkettiklerinden beri güzelliğini çamurun- çirkin : ve kırık bakışlarıyla çocuklar yetişmesini izliyorlardı başaksız buğdayların, ki bu hayaletler kentinde eşya handiyse yadsımadayken çürüdükçe kokuşan gövdemi, duydum umarsız cağırışlarını helenistik bergama yontucularının, ve zaman aşımında, josquin de pres, yine yoğun yaşanmış bir gün akşamı, çöl şeytanlarının düzenlediği maskeli baloda rastladım kendime. ve mor halkalı gözlerimden tanıdım kim olduğumu. lakin uzun süre palmet işlemeli aynalarda izledim inceliğimi/yalınkat, ve birbiriardınca derleyip solgun seher seramiklerini yığdım paha biçilmezliğine koleksiyonumun. bir süre oldukça sıkıldım amaçsız varoluşundan vücudumun, ve sonunda ölümcül darbeyi kendi duygularım indirdi silik kişiliğime, çekingenlik, su perilerini ırmak boylarında saptıyan korkulu iç itki, tüm şarap şişelerini devirip masamdan, yıldızlara bağlanmış bir sicim gibi, kurdu darağacını doyumsuz ruhumun, ve yıllar uzun yaşlılığımı, ve uzun yaşlılığım buruşan yüzümün çirkinliğini açıkladı, ve bundan böyle, ne sevgi ne tutku ne de heyecan çözebilirdi toplardamarlarımdan oluşan alımlılığını, kristalin buzul bulutlarının, te deum, gökyüzünün çalkantılı akşam renkleri prozaik apartman duvarlarında yakmıştı yanlış zevklerin deştiği dökülmüş mozaikleri, oysa iklim, sebu endam boyutlara dönüştü ilkin, ve ıslak kırbaçları kölelik tüccarlarının ıslık yöreleriyle çizerken omuzbaşlarımı bir kanun, geçerek tanrıtanımaz makamlarından meclisin kuytuluklara gizledi ses serpintili saydam kanatlarını, çıplak gece, ince yağmur birikintilerince çoğul, aktı ahşap kapı aralıklarından, ve ölüp gitti faust izleyin şimdi, düşüşünün korkunç sefaletini....
________________
. -barışa giden yolda birbirlerini vurdu aynı tanrı'nın çocukları..- |
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|