![]() |
| | #1 |
| Sisli Yolun Sonu Sis, Solven Köyü’nün üzerine ağır bir battaniye gibi yayılmıştı. Güneş çoktan batmıştı ama karanlık gökyüzünden değil, yerin derinliklerinden yükseliyor gibiydi. Rüzgâr yoktu, ses yoktu, köy nefesini tutmuş bir şeyin gelmesini bekliyordu. Selene arabasını taş döşeli yolun kenarında durdurdu. Motorun sesi sustuğunda ortalık, insanın kulaklarında uğuldayan bir sessizliğe büründü. Kapıyı açıp indiğinde ayaklarının altında ince bir toz tabakası hışırdadı. Çocukken koştuğu bu yollar yabancıydı ama hâlâ tanıdık bir koku taşıyordu; nem, çürümüş yapraklar ve eski taşın keskin kokusu. Köy meydanına yürüdü. Meydan, paslı bir çeşmeden ve rüzgârda sallanmayan, çürümüş tahtalarla kaplı çan kulesinden ibaretti. Çan yıllardır çalmamış gibi duruyordu. Etrafta kimse yoktu, sadece yaşlı bir adam, evinin önünde oturmuş boşluğa bakıyordu. Adam, Selene’yi görünce başını yavaşça kaldırdı. Gözleri derin çizgilerle çevrelenmiş, içine gömülmüş iki karanlık noktayı andırıyordu. Uzun bir sessizlikten sonra kısık bir sesle konuştu: — “Sen… Daria’nın kızısın.” Selene’nin nefesi kesildi. Bu köyde annesinin adı hâlâ yankılanıyordu. — “Evet,” dedi tereddütle. “Onu tanıyordunuz.” Adamın bakışları karardı. Çenesini kasarak yanıt verdi. — “Onu herkes tanırdı. Sonra bir gün… artık kimse tanıyamadı.” Bu söz, Selene’nin boğazına düğüm gibi oturdu. Daha fazla soru sormak istedi ama adam yüzünü çevirdi. Sanki ağzından çıkacak kelimelerden korkuyordu. Tam arkasını dönecekken meydanın diğer ucundan bir ses geldi. — “Selene? Bu… gerçekten sen misin?” Döndüğünde, çocukluğundan tanıdığı bir yüz gördü. Lucia. Ormanda birlikte kelebek yakaladıkları, eski oyun arkadaşının yüzü. Yorgun ama tanıdık bir bakışla yaklaşıyordu. — “Lucia…” dedi Selene. “Sen hâlâ buradasın.” Lucia başını salladı, dudaklarında acı bir gülümseme vardı. — “Buradan kimse gidemez. Gitse bile geri döner. Tıpkı senin gibi.” Selene’nin içine ürpertici bir his yerleşti. Lucia’nın sesi hem özlemli hem de uyarıcıydı. — “Annem için geldim. Bir mektup aldım… hâlâ burada olabileceğini düşündüm.” Lucia’nın bakışları değişti. Bir anlığına korku doldu. — “Daria…” diye fısıldadı. “Onun adını bu saatte söyleme.” Selene kaşlarını çattı. “Ne demek istiyorsun?” Lucia etrafına baktı, meydanın boş olduğundan emin olmak istercesine. Sonra Selene’ye yaklaşıp alçak sesle konuştu: — “Buralarda gece olunca bazı isimleri fısıldamazsın. Çünkü onlar hâlâ dinliyor.” — “Kim?” Lucia cevap vermedi. Sadece başıyla köyün arka tarafındaki eğimli yolu işaret etti. — “Madam Edda’ya git. O sana anlatır. Ben anlatamam.” Selene istemsizce başını salladı. Ve yokuşa doğru yürümeye başladı. Eğimli yoldan yukarı çıktığında köyün en eski evlerinden birine ulaştı. Kapısı eğri büğrü, pencereleri kalın perdelerle kaplıydı. Kapıyı çaldığında içerden baston sesi duyuldu. Sonra kapı gıcırdayarak açıldı ve kırışıklıklarla dolu bir yüz belirdi. Madam Edda… Çocukken bile yaşlıydı, şimdi ise zamana meydan okuyan bir gölge gibiydi. Gözleri bulanıktı ama Selene’yi bir bakışta tanıdı. — “Sen… döndün.” dedi, sesi ince bir tıslama gibiydi. Selene başını eğdi. “Annemin nerede olduğunu bilmek istiyorum.” Edda onu içeri davet etti. Evin içi karanlıktı; duvarlar kurumuş otlar, eski tılsımlar ve garip sembollerle doluydu. Kadın bir sandalyeye oturdu, ellerini dizlerine koydu ve derin bir nefes aldı. — “Daria… karanlığın çağrısını duydu. Hepimiz gibi.” — “Çağrı?” Edda’nın bakışları uzaklara gitti. — “Solven’in altı boş değildir, kızım. Bu köyün temeli, çok daha eski bir halkın mezarları üzerine kuruldu. Geceleri duyduğun fısıltılar… onlar uyumaz. Sadece bekler.” Selene’nin içi ürperdi. — “Ama… annem neden kayboldu?” Madam Edda yavaşça ona doğru eğildi. — “Çünkü seçildi. Her kuşakta biri seçilir. Kanını bırakır, ruhunu verir. Bu bir lanet değil… bu bir anlaşmadır. Senin annen, sen doğmadan önce bile buna yazgılıydı.” Selene’nin nefesi hızlandı. — “Ve şimdi… sıra bende mi?” Edda suskun kaldı. Ama cevabı bakışlarındaydı. Sonra duvardaki eski bir sandıktan küçük bir madalyon çıkardı. — “Bu, annenin sana bırakmak istediği tek şeydi. Belki bir kapıyı açar. Belki bir kapıyı kapatır.” Selene madalyonu aldı. Üzerinde iç içe geçmiş üç daire ve ortasında bir göz sembolü vardı. Bu sembolü çocukken malikâne duvarlarında görmüştü ama anlamını hiç öğrenememişti. — “Bu ne anlama geliyor?” diye sordu. Madam Edda sessizce başını salladı. — “Cevabı bulmak istiyorsan… malikâneye gitmek zorundasın. Ama oraya inenlerin çoğu bir daha dönmez.” Selene madalyonu sıkıca tuttu. Ne yapması gerektiğini biliyordu. O gece uyuyamadı. Ve sabah olduğunda eski eve, yani çocukluğunun malikânesine doğru yola çıktı. --- Yeraltındaki Fısıltılar Malikâneye girdiğinde hava birden değişti. İçerisi boğucu bir soğukla kaplıydı. Tavanlardan sarkan örümcek ağları, kırık camlardan sızan solgun ışık ve duvarlardaki solmuş portreler… Hepsi ölü bir anı gibi duruyordu. Ama bir şey hâlâ canlıydı. Arka koridordaki taş kapıya ulaştığında madalyonu çıkardı. Kapının ortasındaki oyuk madalyonla birebir uyuyordu. Madalyonu yerleştirince taş kapı boğuk bir uğultuyla açıldı. Aşağıdan buz gibi bir hava yükseldi. Taş basamaklardan inerken ilk başta sadece su damlama sesini duyuyordu. Ama derine indikçe fısıltılar başladı. Önce belli belirsiz… sonra adımlarına karışan yankılar… Tünelin duvarlarında insan yüzüne benzeyen kabartmalar vardı. Gözleri yoktu ama ağızları açık, sessiz bir çığlık atıyor gibiydi. Bir anda arkasından ince bir ses geldi. — “Tık…” Selene fenerini çevirdi. Hiçbir şey yoktu. Ama yürümeye devam ettikçe arkasından gelen bir sürüklenme sesi başladı. — “Şşşş…” Kalbi hızlandı. Koşarak ulaştığı odada paslı masalar ve garip objeler vardı: paslı hançer, kurumuş mumlar, eski şişeler… ve bir el aynası. Aynaya baktığında kendi yansımasını gördü. Ama yansıması bir anlığına hareket etti ve fısıldadı: — “Arkana bakma.” Selene’nin nefesi kesildi. Ama bakmasa bile hissediyordu: odanın girişinde bir gölge vardı. Yaklaşıyordu. O anda odanın diğer köşesindeki kapıyı fark etti. Fenerini ve paslı hançeri kapıp koştu, kapıyı açıp tünele daldı. Arkasından ağır bir sürüklenme sesi geldi. Tünel daralıyordu. Duvarlardan akan su ayak bileklerine kadar yükselmişti. Tünelin sonunda geniş bir odaya çıktı. Bu oda farklıydı. Ortasında dev bir taş sütun vardı, üzerinde kanla yazılmış semboller. Taşın yanında eski bir kitap duruyordu. Ama asıl gözünü donduran, kitabın başında duran figürdü. Annesi. Daria, solgun ve hareketsizdi, gözleri koyu kırmızı parlıyordu. — “Anne…” Daria başını yavaşça kaldırdı. Sesi yankı gibi çınladı. — “Sonunda geldin.” Tünelin karanlık köşelerinden gölgeler belirdi. Kolları uzun, yüzleri karanlık varlıklar. — “Onlar kim?” diye fısıldadı Selene. Daria gülümsedi. — “Biz.” Gölgeler ilerledi. Selene geri kaçacak bir yol bulamadı. Daria elini uzattı. — “Korkma. Bizden kaçamazsın. Kan seni çağırıyor.” Gölgeler üzerine atıldığında Selene refleksle fenerini savurdu. Işık bir gölgeyi yaktı, çığlık attı ve geri çekildi. Ama daha fazlası geldi. Selene taş sütunun yanına kaçtı. Kitaba baktı. Kan lekeleriyle kaplı kapağında aynı semboller vardı. Daria’nın sesi yankılandı: — “Aç. Yoksa seni parçalarlar.” Selene yavaşça kitabın kapağını açtı. Bir anda tünel kör edici bir ışıkla doldu. Gölgeler çığlık atarak geri çekildi. Daria’nın yüzü bir anlığına insan haline döndü. — “Geç kaldın… ama belki bir şans var…” dedi ve kayboldu. Gölgeler yok oldu. Tünel sessizleşti. Selene kitabın ilk sayfasına baktı. Kanla yazılmış bir cümle vardı: “Her dönüş bir bedeldir.” Altındaki boşlukta kendi adı yazılıydı. Sayfalar kendi kendine çevrildi. İkinci sayfada bir harita vardı… tünelin çok daha derinine giden bir yol. Ve bir fısıltı yankılandı: — “Devam et…” Selene derin bir nefes aldı. Ve daha karanlık bir yola doğru yürümeye başladı. --- Kanın Çağrısı Tünel sessizdi. Ama bu sessizlik nefes alan bir sessizlikti. Kitap kollarında titreşiyordu. Haritadaki yönü takip etti. Duvarlarda yosunlar, eski zincirler ve yer yer insan kemiklerine benzeyen parçalar vardı. Yürüdükçe nefes almak zorlaşıyordu. Fısıltılar zihninin içine doluyordu: — “Gel…” — “Bırak…” — “Kanını ver…” Sonunda dar tünel geniş bir mağaraya açıldı. Mağaranın ortasında devasa bir taş kapı vardı. Kapının üzerinde kanla yazılmış tek kelime: Uyanış. Kapının önünde annesi Daria duruyordu. Artık tamamen yarı saydam, gözleri kızıl ateş gibi. — “Gel, Selene. Zamanı geldi.” Selene’nin sesi titredi. — “Hayır… ben senin gibi olmayacağım!” Daria’nın gülümsemesi hem acı hem korkutucuydu. — “Seçimin yok. Kan seni çağırıyor. Biz aynıyız.” Mağaranın köşelerinden gölgeler çıktı. Bu kez sessiz değillerdi; boğuk bir uğultuyla ilerliyordu. Selene çaresizce kapıya yaklaştı. Kitabı kapının oyuğuna yerleştirdi. Kapı titremeye başladı. Semboller kan gibi kızardı. Kapının ardından soğuk bir rüzgâr yükseldi. Gölgeler saldırıya geçti. Selene paslı hançeri savurdu, gölge çığlık atıp geri çekildi. Ama yerine üçü geldi. Daria son kez kızına yaklaştı. — “Kapının ardında iki kader var. Ya onlardan biri olursun… ya da hepsini mühürlersin. Ama ikisi de seni öldürür.” Selene gözyaşlarıyla fısıldadı: “Seni kurtarmaya geldim…” Daria’nın gözlerinden kırmızı yaşlar süzüldü. — “Beni kurtaramazsın. Sadece kendini seçebilirsin.” Gölgeler çığlık attı. Kapı aralandı. Ve bir ışık yayıldı… Ama bu, kurtuluşun ışığı değildi. Kör edici beyaz bir boşluk… arkasından binlerce fısıltı aynı anda konuşuyor, ağlıyor ve gülüyordu. Kapının ardında devasa bir gölge belirdi. İnsan formunda değildi; varlığı bile mekânı eğip büküyordu. Gözleri, binlerce yıl uyumuş bir şeyin gözleri gibi yavaşça açıldı. Ve köyün üstünde paslı çan yıllar sonra ilk kez çaldı. Bir kez… sonra bir kez daha… Her vuruşta Solven Köyü’nün üstündeki sis kıpırdadı. Sislerin arasında gölgeler yürümeye başladı. Pencerelerin ardında uyuyan insanlar, korkuyla uyanıp dışarı baktı… ama hiçbir şey göremediler. Madam Edda, evinde titreyerek bastonuna sarıldı. Yıllar sonra ilk kez korkuyla dua etmeye başladı. Dudaklarından tek bir cümle döküldü: — “Kapı açıldı…” Kapı kapanırken mağaranın ışığı söndü. Geriye yalnızca yankılanan bir nefes kaldı. Ama bu nefes Selene’ye mi, Daria’ya mı, yoksa uyanan şeye mi aitti, kimse bilemedi. Ve artık köyün üzerinde sadece bekleyen bir sessizlik değil, yürüyen bir karanlık vardı. Çan durdu. Sis tamamen çöktü. Ve Solven’de yaşayan herkes, kalplerinde hissettikleri bir gerçekle yüzleşti: Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. --- 👍 5 | |
| |
| Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |