14 Mayıs 2024, 16:53 | #1 |
Londra Doğa Tarihi Müzesi Londra Doğa Tarihi Müzesi Londra`ya giden turistlerin ilk uğrak yerlerindendir Tabiat Tarihi Müzesi. Burada sergilenen her eser hakkında biraz bilgi edinmeye kalkarsanız, birkaç gününüzü ayırmanız gerekebilir. Güney Kensington`da Exibition Road üzerinde bulunan bu müze her saatte ziyaretçileri ile tıklım tıklım dolu. Türkiye`deki müzeler ve ziyaretçi sayıları aklıma gelince çok ama çok şaşırıyorum. Bu kadar ziyaretçiyi nasıl çekebiliyorlar? Bütün resmi müzeler gibi ücretsiz olmaları, metro ile ulaşabilme kolaylığı, ziyaretçilerin karınlarını doyuracakları restoranların, uzun yürüyüşler sonrasında yorgunluklarını atabilecekleri kafelerin olması ve farklı dinlere mensup insanların ibadetlerini yapabileceği temiz bir mekanın tahsis edilmiş olması, ziyaretçi sayısının fazla olmasının nedenleri arasında sayılabilir.Tabiat Tarihi Müzesinde yeryüzünde ne kadar bitki, hayvan ve mineral-maden çeşidi varsa hepsi sergileniyor diye düşünüyorsunuz. 5 ayrı koleksiyonda dolaştıkça, 70 milyondan fazla örneğin sergilendiğini öğreniyorsunuz. Bunların 27 milyonunu hayvanlar, 28 milyonunu böcekler, 9 milyonunu fosiller, 6 milyonunu bitkiler, 500 binden fazlasını kaya ve mineraller, 3.200`ünü de meteroitler oluşturmaktadır. Müze sadece nesnelerin sergilendiği bir mekân değil, aynı zamanda yürüttüğü bilimsel çalışmalarıyla da dünyaca ünlü. Adeta bir enstitü gibi çalışıyor. Misafir araştırmacılarla beraber zaman zaman biliminsanı sayısı 400`lere ulaşabiliyor. Kraliyetin, 1753 senesinde bir kolleksiyonerden topladığı parçaları satın almasıyla British Müzesinin bir parçası olan kurulan Tabiat Tarihi Müzesi, 1881 yılında Güney Kensington`daki yeni binasına taşınmış. Önceleri British Museum olarak adlandırılan müze, 1992 yılında bugünkü adını almıştır.Tabiat Tarihi Müzesi, renkli tuğlalı dış görünüşüyle, tipik Kraliçe Victoria dönemine ait bir mimariye sahip. Büyük bir bahçe içindeki müzenin ana girişine merdivenlerle ulaşılıyor ve çok büyük bir kapıdan içeri giriliyor. Oldukça büyük ve yüksek tavanlı bir salonun ortasında, sizi Dppy (Diplodocus carnegii) karşılıyor. 32 m uzunluğunda bu dinazor heykelini ilk kez görenler gibi, siz de hemen fotoğraf makinesinin deklanşörüne basma yarışına giriyorsunuz. Ama heyecanınız, gördüğünüzün bir kopya iskelet olduğunu, orijinalinin ABD’nin Pittsburgh şehrindeki Tabiat Tarihi Carnegie Müzesinde sergilendiğini öğrendiğinizde biraz azalıyor. Diğer taklitleri ise Paris, Berlin, Viyana, Moskova ve Washington`da bulunuyor. Mavi Bölge Devasa dinazor heykelinin yanından hayranlık ve dehşet hisleriyle ayrılırken kendinizi birden, günümüzde hala nesli devam eden bir başka devasa canlı maketinin altında buluyorsunuz. Altında diyorum çünkü, müze yetkilileri, 25 m uzunluğunda 10 ton ağırlığındaki Mavi Balinayla beraber birçok deniz memelisinin iskeletlerini tavana asmışlar. Bu durum alan olarak muazzam bir kazanım sağlamış. Müzecilikte farklı bir dizayn. Nesli devam eden mavi balinanın altında, mamut (Mammuthus trogontherii), iki boynuzunun arası dört metreye ulaşan Büyük Geyik (Megaceros giganteus), Steller (deniz ineği), kılıç dişli kedi (Smilodon) gibi nesli tükenen memelilerle beraber at, katır, eşek, zebra gibi memelileri de görebiliyorsunuz. Kutup ayısından, cüce fareye kadar çok sayıda memeli burada kendine bir yer bulmuş. Doğal ortamlarında yanına yaklaşamayacağınız arslan gibi yırtıcı hayvanlarla burun buruna gelebiliyorsunuz. Ördek gagalı ornitorenk`in yumurtlayan bir memeli olduğunu öğrenince şaşırıyorsunuz. Bir yarasaya bakarken altındaki not dikkatinizi çekiyor: “Uçan memeli olan yarasalar, 19 familyada 951 türle temsil edilmekte ve memeli türlerinin dörtte birini oluşturmaktadır”. Balık, amfibi ve sürüngen bölümünde Nil timsahının mide içeriğini görebildiğiniz gibi, Komodo ejderine, piton yılanının iskeletine, kılıç balıklarının keskin kılıçlarına dokunabiliyor; derin okyanus diplerinde bazı balık türlerinin nasıl ışık üretebildikleri konusunda bilgilere ulaşabiliyorsunuz.İnsan biyolojisi bölümünde, vücudumuzun bütün faaliyetleri hakkında ayrıntılı bilgileri görsel bir şölenle öğrenebiliyorsunuz. Hormonlar bedeni nasıl etkiliyor, koklama ve işitme duyuları, hafıza nasıl çalışıyor, kan görevini nasıl yapıyor, beynin diğer organlarla beraberliği nasıl koordine ediliyor? Anne karnındaki embriyonun geçirdiği büyüleyici evreleri ziyaretçiler, embriyonun duyduğu şekilde duyuyorlar burada. Ayrıca testler yaptırarak burada hafızanızı da ölçtürebiliyorsunuz. Genetik hakkındaki bilgilerinize yeni bilgiler katabiliyorsunuz.Deniz omurgasızları bölümünde, kirliliğin ve turizmin mercanları nasıl etkilediğini, vampir mürekkep balıklarının derin sulardaki gizemlerini keşfedebildiğiniz gibi, balinanın bağırsağında yaşayan küçük yuvarlak bir kurdun yaşam döngüsü hakkında bilgi alabiliyorsunuz. Dinazorlar Bölümü Müze girişindeki Dppy iskeletinden sonra Dinazorlar bölümüne girince, sizi bodur, fakat güçlü otçul dinazor Camarasaurus karşılıyor. Daha sonra keskin gagalı, büyük boynuzlarıyla yırtıcı bir görünüşe sahip Triceratops`un iskeletinin yanında buluyorsunuz kendinizi. Bu kadar vahşi görünüşüne rağmen otçul olduğunu öğrenince şaşırıyorsunuz. Yetkililer, yükseltilmiş yürüme yolları ile ziyaretçilerin dinazor iskeletleriyle göz göze gelmelerini sağlamışlar. Bu şaşkınlıkla ilerlerken aniden bir gürlemeyle irkiliyorsunuz. Sesin geldiği, daha loş, sis ve dumanların yükseldiği yere doğru ürkek adımlarla ilerlerken, bataklık içinde pusuya yatmış farklı bir dinazor (Tyrannosaurus rex) ile karşılaşıyorsunuz. 1,5 metrelik kafasını 12 m uzunluğundaki vücudu taşıyor. Etobur dinazorların en büyüğü bu. Boynunu hareket ettirmesi, göz kapaklarını açıp kapayarak size dik dik bakması, ağzını açarak kükremesi, güçlü çene yapısı ve 15 cm uzunluğundaki dişleri ile sanki bir sonraki kurbanı sizsiniz! Animasyon olduğunu bildiğiniz halde, şaşkın ve ürkek bir şekilde seyretmekten kendinizi alamıyorsunuz Kırmızı Alan Gezegenimizi keşfetmek, rüzgar, volkan ve deprem gibi ona şekil veren doğal olayları araştırmak, yeraltından çıkarılan hazine değerindeki madenleri yakından görmek isteyenler için kırmızı alan tam yeri. Bu kısmı gezmeye başlarken büyük bir yerküre maketinin içinden yürüyen merdivenlerle geçerken, yerin altına doğru yapacağınız seyahate başladığınızı hissediyorsunuz. Yıldız ve gezegen isimlerinin değişerek yansıtıldığı yüksek duvarların üzerinde, kum püskürtme yöntemiyle hazırlanmış gezegen modelleriyle ziyaretçilerin ilgisini çeken tematik bir galeri burası.1972 yılında aya inen Apollo 16 astronotlarının getirdiği aytaşı, kristal bir prizma içinde sergilenmekte burada. Bu küçük aytaşından sonra 3,5 ton ağırlığında çoğunluğu demir ve nikelden oluşan devasa Cranbourne meteorunun önünde buluyorsunuz kendinizi. Bilimadamları bunun 4,6 milyar yıl önce oluştuğunu ve Mars ile Jüpiter arasındaki uzay boşluğundan yerküremize geldiğini söylediklerinde insan ömrünün ne kadar da kısa olduğunu düşünüyorsunuz. Meteordan sonra, dünyanın en yaşlı kayasını incelerken 3,85 milyar yıllık ısı ve basıncın, kayanın katmanları arasında oluşturduğu değişikleri görüyorsunuz. Az ilerde sergilenen, görünüşleri ürkütücü dev timsah kafataslarının altındaki açıklamada 71-83 milyon yaşında olduklarını okuyorsunuz. Hemen yanındaki dinazor iskeletlerinden bile daha yaşlılar. Belki de bu dev canlıların yiyecek ihtiyaçlarını, su kenarlarında yaşayan diğer devler, dinazorlar oluşturuyordu. 200-250 milyon yaşında olduğu anlaşılan fosil ağaç gövdesi bir zamanlar bereketli ormanlar barındıran Arizona çölünde bulunmuş. Ağaç gövdesi taşlaşmış ve günümüze kadar sağlam kalabilmiş.Yeryüzü Laboratuarı (The Earth Lab) olarak adlandırılan kısım; mineral, kaya ve fosil örneklerinin bulunduğu jeoloji ağırlıklı bir alan. Mineral ve değerli taşları burada loş ışıklı cam vitrinler arkasından izleyebilirsiniz. Hatta önceden randevu alırsanız, uzman kişilerle beraber mikroskop kullanarak interaktif bir şekilde de ziyaret imkânını yakalayabilirsiniz.Volkanlar ve Depremler adlı bölümde seyrettiğiniz filmler, gördüğünüz model objeler, interaktif oyunlar, tektonik katman odası sizi hayrete düşürüyor. Hele deprem simülasyonu odası… Simülasyon olduğunu bilseniz bile depremi bütün yıkıcılığıyla yaşayarak hissediyorsunuz.Kırmızı Alandan ayrılırken dünyamızın ne kadar yaşlı olduğunu bir kez daha hatırlıyor, bu kadar uzun sürenin, insanoğlunun yaşamasına zemin hazırlanması açısından önemli ve gerekli olduğunu idrak ediyorsunuz. Yeşil Alan Gezegenimiz ve üzerindeki canlılar ve çevre hakkındaki enteresan olguları keşfetmek için Yeşil Alan tasarlanmış. Yukarıda bahsettiğim dinozor iskeleti Dppy buranın giriş holündedir. Çünkü 292 adet kemikten oluşan bu iskelet, fosil alanında sergilenemeyecek kadar büyük. İskeletin ön tarafındaki merdivenlerden çıkarsanız, 1300 yaşında dev Sekoya ağacı (Sequoiadendron giganteum) fosilinin önünde bulursunuz kendinizi. “Dinozorlar yeryüzünde dolaşırken, okyanuslarda neler oluyordu?” sorusuna cevap bulmak isterseniz, Fosil Deniz Sürüngenleri Bölümü’ne buyurun. “Ichthyosaur`lar nasıl doğuruyordu, büyük kara memelileri neden dinozor zannediliyordu?” gibi sorulara burada cevap bulmanız mümkün. Yaklaşık 180 milyon yıl önce yaşamış bir deniz sürüngeni (Plesiosaur) ve 10 bin yıl önce nesli tükenmiş bir otçul canlı (Glyptodon) da burada sergileniyor. Günümüzde yaşayan Armadillo`ya benzeyen bu canlı, onlardan daha büyük ve baş-kuyruk arası uzunluğu 3 metreyi buluyor. Galerinin arka taraflarında bir yerde, Dev Yer Tembeli (Megatherium americanum)`nun iskeletini görüyorsunuz bir ağaca tırmanırken. Altındaki açıklamada, Güney Amerika`da 10.000 yıl öncesine kadar yaşamış6yaratığın neslinin tükenmiş olduğu yazıyor. İlk bakışta dinozor olduğunu zannedebilirsiniz ama o aslında bir memeli. Ekoloji Bölümünde, ziyaretçiler sürekli değişen yerküremizin ekolojisini keşfediyor; canlıların, yaşadıkları çevrede devam eden bir döngünün parçası olduğunu ve insanın bu döngü içindeki yerini anlıyor. Normal boyutunuzdan 8.000 kez küçük olduğunuzu ve bir yaprağın içine bir delikten baktığınızı hayal edin. Ne görürsünüz? Yeşil bir bitkide güneş ışığından yararlanılarak, karbondioksitten karbonhidratların nasıl oluşturulduğunu, oksijenin nasıl üretildiğini ziyaretçilerin daha iyi anlaması için tasarlanmış büyük bir maketin önündesiniz. Bitkilerin yaşamak için su, karbondioksit ve güneşe nasıl ihtiyaçları varsa, etçil hayvanlar da doğal ortamlarında kendilerinden daha küçük canlıları yemek zorundalar. Küçük ziyaretçiler bu durumun bir vahşet değil, gereklilik olduğunu öğreniyorlar burada. Bir tavşanın hayat döngüsünde hangi doğal hammaddeleri kullandığı, sonrasında çevreye bıraktığı atıkların, bileşenlerine ayrılıp başka bir canlının ihtiyaçlarının karşılandığı olgusu, doğal yaşam alanlarındaymış gibi sunuluyor. Buradan ayrılırken, tabiatta hiçbir şeyin israf edilmediğini düşünüyor ziyaretçiler. Kuşlar Bölümünde çok küçük sinekkuşundan devekuşuna kadar farklı büyüklükteki kuşların hepsini bir arada bulabilirisiniz. Nesli tükenen Mauritius dodo da burada. Kuş galerisini dolaşırken bunların tüylerine hayran kalmamak mümkün değil. Tavus kuşunun tüylerinin büyüklüğü ve renklerindeki canlılığın sebebi, bize öğretildiği gibi sadece neslin devamını sağlamak için eşini cezp etmek olmasa gerek. Kuşlar sadece şekil ve renkleriyle bizlere bir şeyler anlatmıyorlar… “Dokumacı kuşları, yılan ve diğer yırtıcılardan yavrularını korumak için, yuvalarını kuru ot ve yapraklardan dokumayı nasıl öğrenmişler?” sorusu insanın aklına gelmiyor değil… Mineraller nasıl şekillenir, hammaddeler nasıl işlenir, nasıl parlatılır? Amber çok uzun yıllar içinde nasıl oluşur? Diş macunu, kibrit ve paslanmaz çeliğin hammaddeleri nereden gelmektedir? Ziyaretçiler bu gibi soruların cevaplarını ihtişamlı bir mimariye sahip Mineral Bölümünde buluyorlar. Burada nemden ve oksijenin etkisinden korumak amacıyla nemlenmeyi engelleyici bir desikatör içinde muhafaza edilmeye çalışılan, Mars kökenli bir meteoru görüyorsunuz. Neden diğer meteorların yanında değil de burada sergileniyor? Acaba çok değerli minerallerden mi oluşuyor? Hemen yanı başında kuarz kaya içinde oluşmuş, olağanüstü büyüklüğü ve rengiyle bir zümrüt görüyorsunuz. Aslı Londra Tower`da bulunan dünyanın en büyük elmasının kopyası da burada sergileniyor. Turuncu Alan Burası şehrin ortasında binlerce hayvan ve bitkiyi içinde barındıran bir doğal yaşam bahçesi. Bilim adamları burada 2000’nin üzerinde tür bulunduğunu söylüyorlar. Ebeveynleri ile müzeye gelen çocuklar, müzeden aldıkları “Kâşif sırt çantası” ile çevreye çok daha yakın olabiliyorlar. Çantanın içindeki faaliyet kitapçığı ve büyüteç gibi diğer malzemelerle bahçenin farklı yaşam alanlarındaki keşiflerini daha da kolay yapabiliyorlar. Burada ormantavuğu, nar bülbülü, karatavuk, çalıkuşu, ispinoz, baştankara, pervane, yusufçuk, kelebek, tilki, koyun gibi hayvanları görebildiği gibi; bataklık nergisi, çuhaçiçeği, ıhlamur ve gürgen ağaçlarını da yakından tanımış oluyorlar. Her yıl tilkiler buradaki inlerinde yavruluyorlar. Sabahın erken ve akşamın geç saatlerinde erişkin tilkilerin yavrularına yiyecek bulmak için yuvalarından çıktıklarına şahit oluyor ziyaretçiler. Öğrendiğime göre, her yıl yaz aylarının sonlarına doğru, bahçeye 3 koyun getiriliyor. Hem buradaki uzayan otları yiyorlar, hem de bahçenin ekolojisine önemli bir katkıda bulunuyorlar. Müze, günlük seminerler ve gösteriler düzenle-nerek ziyaretçilerle bilimsel eğitim ve iletişimin hedeflendiği multimedia destekli bir stüdyoya sahip. Burada “Bilim nasıl yapılır” konulu bir çalıştayda jeolojik çalışmalarda mikrofosillerin kullanımı, uygulamalı bir şekilde öğrencilere gösterilmişti. Ayrıca belli periyotlarda ziyaretçilerin, müzede arka planda çalışan bilim adamları ile buluşma ve onlarla konuşma fırsata sağlayan etkinlikler yapılmaktadır. İklim değişikleri, biyoçeşitlilik, uzay vs. gibi konularda ziyaretçiler biraz yüksekçe bir kürsüde duran bilim insanlarına sorular sorabiliyorlar.Bu kadar sergi ve faaliyet yetmiyormuş gibi, müzenin dışında bulunan geniş yeşil alanda kurulan çadırlarda güncel sergiler düzenleniyor. Benim bulunduğum dönemde kelebek için iklimlendirme çadırı kurularak, ziyaretçilerin çok farklı tür ve renkte kelebeği doğal ortamlarındaymış gibi görme imkânı sunuldu.Kış aylarında bahçesinde oluşturulan buz pistinde çocukların ve ruhu genç olanların hoşça vakit geçirebileceği zaman dilimleri oluşturulmaktadır.En önemlisi de, içinde nadir olanların da bulunduğu 6 milyon kitap, dergi, makale ve bilimsel araştırmalarla ilgili çizim ve resimlerin olduğu muazzam bir kütüphanesi var. Bu kütüphane randevu sistemi ile çalışmaktadır.Bu kadar zengin içeriği, ziyaretçileri ile interaktif faaliyetleri ve toplamda 850 çalışanı ile Tabiat Tarihi Müzesi yılda 5 milyon ziyaretçi ağırlamaktadır. Sizlerin de ziyaretini mutlaka öneririm. Bu kelebekler, yağmur ormanlarında yaşayan ve yarı saydam camsı kanatları sebebiyle “pirinç kağıdı” (rice paper) olarak adlandırılıyor. Bir diğer ismi de ağaç perisi. (Tree nymph) Küçük kızları, Londra’daki Doğal Tarih Müzesi’nde şaşkınlıkla izlerken gösteren bu fotoğrafa bayıldım. İşte dedim, tek ihtiyacımız bu sevgi dolu bakış. Ne yazık ki büyüdükçe kaybediyoruz bu kutlu hayreti. Hayatın olağanüstü sahnelerini sıradanlaştırıyoruz. Bilgi, aşk doğurmuyorsa neye yarar? Çocuklarımıza sadece varlıklara hayran olmayı öğretsek yeter Kaynak : [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
________________ 𝒾𝓏𝓂𝒾ℛ'ℒ𝒾 𝒪𝓁𝓂𝒶𝓀 𝒜𝓎𝓇ı𝒸𝒶𝓁ı𝓀𝓉ı𝓇..! | |
|
14 Mayıs 2024, 17:08 | #2 |
Oldum olası pek ilgimi çekmez daha çok kendiliğinden oluşumlular daha ilgi alanım ama tabi şehir turizmi açısından örneklerden biri | |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
| |