Tekil Mesaj gösterimi
Alt 01 Mayıs 2020, 15:49   #10
EkinokS
Felsefe.Net Sunucu Sahibi
EkinokS - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

Standart “İç Çekişler Köprüsü” ya da Kaybetmeyi Bilmek

“Yenik düşmek, yenilmek” diyor sözlük “kaybetmek” sözcüğü için; öyle olduğunu düşünmüyorum. Yani, o zaman, her kaybedişin bir yenilgi olduğunu mu kabul edeceğiz? Sanmıyorum. “Kaybetmenin, aslında insanı özgürleştirdiğini” ileri süren görüşler de var örneğin! Ne diyeceğiz bu durumda?

Kaybetmenin Fransızcadaki sıfat anlamı sanki daha kafa açıcı: “Artık elimizde olmayan.”

Neyse, aslında bu yazıya konu olan şey “kaybetmek” değil, “kaybetmeyi bilmek!” Dolayısıyla onun üzerinden gidelim.

Aralarındaki fark şu cümlede var gibi: Hepimiz kaybederiz, ama hepimiz kaybetmeyi bilemeyiz.

“Kaybetmeyi bilmek” gerçekliğini, öncelikle ve ister istemez kaybetmek kavramı temelinde tartışmak durumundayız.

Biliyorum ki, sonsuz umutlu olunması gereken böyle zamanlarda kaybetmek üzerine konuşmak, hatta kaybetmenin felsefesini yapmak can sıkıcı ve gereksiz görünebilir. Ama her şeyden önce, kaybetmek de hayata dairdir; hem “esaslıca” dairdir!

Gözümüzün önünde hep kaybedenler. Kaybetmeyi bilenler pek yok!

Onları hep kaybetme haberleri olarak okuyoruz. Oysa onlar “kaybetmeyi bilmeme” haberleridir.

Gazetelerin üçüncü sayfalarında, televizyon kanallarının “sıcak haber” başlıklarıyla verdikleri haberlerden söz ediyorum.

Bazen sadece iki paragraf ya da otuz saniye sürüyor bu haberler. O kadar! “Boşanmak için başvuran ve tekrar birleşmeyi kabul etmeyen karısını öldürdü!” Daha birkaç gün önce gözüme takıldı: “Seçimlerde iktidarını kaybeden bir devlet başkanı seçim sonuçlarını tanımadığını belirterek, olağanüstü hal ilan etti!” Ya da şöyle bir haber hepimize çok tanıdıktır: “Takımlarının maçı kaybetmesinin ardından taraftarlar ortalığı yakıp yıktı!”

Kaybedeceğimiz çok şey vardır hayatlarımızda. Bir insanı kaybedebiliriz örneğin, bir eşyayı, işimizi, sevdiğimizi, paramızı, sağlığımızı kaybedebiliriz, yolumuzu bazen, kendimizi kaybederiz, duygularımızı, aklımızı, mantığımızı kaybederiz.

Kaybedecek ne çok şeyimizi var!

Bazen hayatın acımasızlığıdır kaybetmemize neden olan. Dalgınlıklarımız, yeterince düşünemeyişlerimiz, sorumsuzluklarımız, önceden göremeyişlerimiz kaybettirir çoğunlukla. Akılsızlıklarımız, duygusuzluklarımız, bazen duygularımız, ilk düğmeyi yanlış iliklemelerimiz kaybettirir. Kaybetmemizin nedenleri arasında olanaksızlıklarımız, şansızlıklarımız, iyi niyetimiz, saflığımız, fakirliklerimiz, zenginliklerimiz de vardır.

Neden olursa olsun kaybetmek insana acı verir. Keşke ile başlayan cümleler kurulur, pişmanlıklar gelir peşi sıra. Kimilerine göre yok oluştur, bitiştir kaybetmek, yalnızlıktır, eksilmedir. Bazen intikam almaktır kaybetmenin ardından gelen.
Vazgeçmektir diyenler var kaybetmek için.

Beceriksizlik diyenler.

Kaybetmeyi çaresizliğe kadar götürenler az değil.

Ama öte yandan farkına varmaktır gerçeğin, hatta kazanmaktır, kazanmanın diyalektik kardeşidir kaybetmeyi bilmek. Kaybetmek beceriksizlik değil, çaresizlik hiç değil, eğer kaybetmeyi bilirsen. Kaybetmek insanı eksiltir belki biraz ama yok edemez kaybetmeyi bilirsen.

Mesele kaybetmek değil, kaybetmeyi bilmektir. Aynı ilişki kazanmak ve kazanmayı bilmek arasında da vardır bence.

“Oysa ben hiç insan kaybetmedim. Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar…” der ya şair, işte oradaki “bildim” kaybetmeyi bilmektir aslında. Pes etmek değil!

Kaybetmeyi bilirsek eğer kaybetmek güçlendirir, başka yeni yollar açar.
Her kaybetmek, bilinebilirse eğer, yeni başlangıç demektir.

Kaybetmek istemiyorsak eğer kaybetmeyi bileceğiz o vakit. Ya da şöyle söyleyelim: Kaybetmek, kaybetmeyi bilmemekten gelir. Kaybetmeyi bilmiyorsak, gerçekten kaybederiz.

Peki, nedir kaybetmeyi bilmek?

Mantıkla söylemek gerekirse, kaybetmek bir sonuçtur; kaybetmeyi bilmek de bu sonucun kabullenilmesinden başka bir şey değil! Var olanı, olmuş olanı kabullenmek; bunun bilincine varmak, bu bilinçle davranmak, kaybetmeyi sorgulamak, çözümlemek ve yoluna devam etmektir kaybetmeyi bilmek.

Yani, “kaybetmeyi bilmek” demek, elimizden gelen her şeyi yaptıktan sonra, eğer o konuda yapacak bir şey kalmadıysa kaybetmeyi kabullenmek; kaybetmeyi edeplice, adabıyla, olgunlukla, terbiyelice, nezaketle, incelikle, insana zarar vermeyecek biçimde kabullenmek demektir.

Tevekküle yaklaşıyor bu anlamıyla sanki.

Örneğin, intikam almamaktır kaybetmeyi bilmek. Kaybedilen, intikamla kazanılamaz çünkü. O haberlerde okuduğumuz, iç burukluğu ile izlediğimiz gibi kaybettiğinde sevdiğini öldürmemektir kaybetmeyi bilmek. Kötülük yapmamak, şiddete başvurmamak, ortalığı kasıp kavurmamaktır ya da. Ders almaktır kaybetmeyi bilmek, bilince eklemektir kaybettiren eksikleri ve hataları. Bu yüzden de asla yenilmek değildir kaybetmek!

Bir de ne diyorum biliyor musunuz? Şu “bilmek” fiili neyin önüne, sonuna gelse nasıl da değiştiriyor onu, değil mi? “Kaybetmek” onun sayesinde “kazanmak” oluveriyor işte!

Bilmek, ah bilmek!

Çocukluğumda babamın çok sevdiğim bir arkadaşı vardı. O da beni sever, sevgisini hep belli ederdi. Son derece olgun, sevecen, anlayışlı, kibar, yardımsever, mantıklı, şakacı bir amcaydı benim için. Bir gün babamla yaptıkları tavla maçına tanık oldum. Önce işler iyi gidiyordu tavlada onun için, son derece kibardı ve espriler yapıyordu. Sonra işler değişti, kaybetmeye başladı. Şaşkınlıkla izliyordum ağzım açık. Bağırmaya ve hatta ciddi ciddi küfretmeye başladı. Yenilmişti sonunda. Burnundan soluyordu. Tanıyamadım; bu, o amca mıydı? “Sadece bir oyun oynadılar” ve “sadece bir oyunu kaybetti,” diyordum. Yarın yine oynayabilirlerdi ve bu kez o kazanırdı. Nasıl da kabullenememişti, bilememişti kaybetmeyi! Asıl o zaman tanımıştım onu; kaybettiğinde. Tavla gibi, hayatın mikron büyüklüğündeki milyonlarca ayrıntısının birinde kaybedince göstermişti kendini açıklıkla!

Başkalarının belki de binlerce yıl önce bulduğu, bildiği o gerçeği ve benim için o günden bu yana dikkate aldığım doğru hayat ilkelerinden, ölçütlerinden birisini o gün kavramıştım kendi kendime: Kişilikler ayrıntıda gizlidir! Ya da bir insanın gerçek kişiliği, karakteri kaybedince ortaya çıkar!

Bir kişi kaybetmeyi bilmiyorsa, gerçekten kaybediyor. O günden sonra istemeden soğuyuvermiştim o amcadan!

Gerçekten kolay değil kaybetmeyi kabullenmek, hiç kolay değil. En azından, yazıldığı kadar kolay değil kaybetmeye dayanabilmek, üstesinden gelmek. Acılı, sancılı, berbat!

Ayrıca biliyoruz ki, yaşadığımız ve kabalıkların, hoyratlıkların, ilkelliklerin alabildiğine boy saldığı, kaderimiz olan bu çağ ve dünyada nezaketten, incelikten söz etmek, hele de kaybetmekte bile bunları aramak “beyhude” bir çaba gibi görünebilir.

O yüzden, “kaybetmeye dayanamayana da eyvallah!” diyelim elbette ama, esasen yine de “kaybetmeyi bilmek” gerek.

Ve tıpkı yazarın cümlesi ile “kaybetmeyi bilmek, sessizce kabullenip, yoluna gitmektir.”

Başka denizlere yelken açmak üzere…

Venedik’te tarihi Düklük Sarayı (adliye işlevi de görürmüş) bir nehir üzerindeki küçük kapalı köprü ile hemen karşısındaki cezaevine bağlanır. Bu kapalı köprünün iki tarafında küçük ikişer penceresi vardır. Kararı kesinleşen bir mahkûm adliyeden cezaevine geçerken o köprünün penceresinin önünde durur ve son kez Venedik’e, dışarıya, hayata bakarmış. Köprünün adına bu yüzden “İç Çekişler Köprüsü” denmiş. (Son Nefes Köprüsü de deniyor.)

Kaybetmeyi bilmek, belki de İç Çekişler Köprüsü’ndeki o duraksama ve dışarıya bakarak derin bir “iç çekme”dir, ne dersiniz?

Eklenen Resim Ön İzlemesi
Dosya tipi: jpg resim.jpg (21.7 KB (Kilobyte), 2x kez indirilmiştir)
________________

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]