Fenomenoloji ile Beden Arasındaki İlişki Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi, fenomenoloji bir aktif bir özneye ihtiyaç duyar. Çünkü tasvir için bir yönelme merkezi gerekir. Bu merkez kendi konumunu göz önünde bulundurarak sezgiler üzerinden anlam kazandırır.
Beden üzerinden işlevselleşen bilinç, Descartes'in karşısına aldığı obje ile daha farklı bir iletişim kurarak objesine yönelir. Burada sözünü ettiğimiz bilinç bedenin ötesinde manevi bir anlama sahiptir. Husserl’e göre, yani fenomenolojik olarak asıl olan şeyin bilgisi değil, şeyin kendisidir. Husserl bu bakış açısıyla mutlak bir bilgi edinmeyi hedefler ve bunun için bilgiye mutlak bir alan açmayı gerekli bulur.
Bilgiye ulaşmak için yalnızca duyularımızı kullanabileceğimizi öne süren Husserl'e karşılık Descartes duyuların yanıltıcı olduğu görüşüyle onları bilgi alanının dışında bırakmıştır. Fenomenoloji, duyu verileri transandantal bilinç ile harmanlanarak anlam bulur. Bunun yerine anlamı yeniden anımsamada aramak yanıltıcı olacaktır. Çünkü böyle bir durumda algılar da şimdiki zamanla birlikte geçmiş bir olayı algılarmış gibi davranarak geçmişten bir anlam önümüze getirir. Şimdinin bilgisi için yeniden anımsama yerine mevcut özün objeye yönelimi ile yeni bir tasvir oluşturulması gerekir.
-Sonuç-
Fenomenoloji alanında değerli bir makale ortaya koymuş olan Ülker Öktem, konuyu farklı bağlamlarda ele almış ve fenomenolojiyi tüm yönleriyle gözler önüne sermiştir. Öktem'in makalesinde yer verdiği sonuç bölümü konuyu son derece başarılı bir şekilde özetlemektedir: “Sonuç olarak, çağımız filozofu Husserl'in, tıpkı ilkçağın büyük filozofu Platon gibi, kalıcı, değişmeyen, kendi kendisiyle aynı kalan hakikatin varlığına inandığını, ancak, bu hakikate, Platon'dan farklı olarak, fenomenlerden giderek, duyusal algılama aktı sayesinde ulaşılacağı tezini savunduğunu ve asıl yapmak istediği şeyin, Platon ve Kant felsefelerine dayanmakla birlikte, bu felsefeleri, bulutlardan aşağıya indirmek olduğunu söyleyebiliriz.” |