Bir Umutsuzluk Anı Oturduğum bankın tahtası sert ve soğuktu. Ama ne ilginçtir ki, o soğukluğu bile hissetmiyordum tam olarak. İçimde öyle bir boşluk vardı ki, dışarının ne havası, ne sesi, ne de görüntüsü ulaşabiliyordu bana. Sanki bir fanusun içindeydim; her şey dışarıda, ben içeride...
Zaman akıyordu, ama benimle bir ilgisi yok gibiydi. İnsanlar gelip geçiyor, gülüyor, tartışıyor, koşturuyordu. Bir hayat vardı etrafımda… ama ben yoktum. Varlığım sadece bir gölgeydi o kalabalığın içinde. Ne yapsam, ne söylesem fark etmeyecek gibiydi kimseye. Hatta kendime bile.
İçimden geçen cümle çok netti: “Bazen öyle bir umutsuzluğa düşüyor ki insan, eline dünyaları versen umurunda olmaz.” O hâlde olmaktan korkardım eskiden. Ama şimdi, oradaydım işte. Tam ortasında. Dünya avuçlarımda olsa, belki yere bırakır geçerdim. Çünkü tutacak hâlim yoktu.
Cebimde buruşmuş bir otobüs bileti vardı. Gidecek bir yerim yoktu ama cebimde bir gidişin izi hâlâ duruyordu. Bazen sadece uzaklaşmak istiyor insan. Sebep sormasın kimse. Anlatmak daha da yoruyor.
Yanımdan geçen küçük bir çocuk ağlıyordu. Elindeki dondurma yere düşmüş. O kadar gerçekti ki onun hüznü, bir an için kendi boşluğumu unuttum. Cebimdeki son birkaç bozukluğu çıkarıp uzattım. “Yenisini al,” demedim bile, gözlerimle söyledim. Gülümsedi, koşa koşa uzaklaştı.
İşte o an... O minicik an... Belki de bu umutsuzluğun içinde hâlâ bir kıvılcım kalmıştı. Belki her şey değişmeyecek, belki düzelmeyecek ama... O çocuğun yüzünde bir tebessüm oldum ya… Bir anlığına bile olsa, var oldum. |