Dilin Kırdığı Yürek Herkesin bir hükmü vardı başkalarının hayatına dair. Kim ne yaşar bilmeden, kim ne taşır yüreğinde düşünmeden… Dışardan bakınca ne çok şey sanılırdı bir insan hakkında. Soğuk denirdi, mesafeli denirdi. Kimse nedenini sormazdı, soracak cesareti bile bulamazdı belki de.
Sadece susmayı seçtiği için kibirli denildi. Güldüğü zaman sahte, sustuğu zaman ukala… Ama kimse ne zaman ve neden sustuğunu bilmedi.
Oysa her sabah aynaya bakarken gözlerinin altına sürülen kalemin, bir morluğu değil, bir anıyı gizlediğini bilmiyorlardı. Herkesin "güçlü" sandığı o bedenin geceleri titrediğinden haberleri yoktu. Hangi sözle yıkıldığını, hangi gecede gözyaşlarının boğazında düğümlendiğini anlamadılar. Çünkü herkes kendi baktığı yerden gördü. Kimse içine bakmadı.
Yargılar kolaydı, anlamak zordu. Yarayı sarmak cesaret isterdi, ama dil uzatmak bir anda oluverirdi.
Ve o, sustu. Çünkü bazı acılar dillendikçe değil, bastırıldıkça daha katılaşırdı. Ve zamanla taş gibi olurdu yürek. Öyle bir taş ki, kırmaya çalışan bile ellerini kanatır.
Bir gün, sadece bir çift göz bakınca gerçekten görerek… Bir gülümsemeyle değil, yargılamadan, sadece “anlamaya” çalışarak… O zaman bir şey oldu. Sessizliğin içindeki çığlık, sessizce duyuldu. Belki kelime yoktu ama yürek konuştu.
İşte o anda anlaşıldı;
İçini bilmediğin yüreğe dil uzatma. Belki de o yürek, senin dayanamayacağın fırtınalardan geçip bugün hâlâ ayakta duruyordur. |