Tekil Mesaj gösterimi
Alt 07 Eylül 2022, 00:18   #1
EmekTaR
EmekTaR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

Standart GÜVENME PSİKOLOJİSİ

Güven, sevgi, dostluk, aile ve ötekiyle temas içeren bireysel bağların kökeninde bulunduğu gibi, politika, ekonomi, çalışma hayatı ve tıbbi uygulamalar dahil olmak üzere tüm sosyal ilişkilerin de asli unsurudur. Davranışlar ve sözlü ifadeler genellikle güvene bir dayanak teşkil etse bile, insanların size karşı her nazik ve ilgili davranışı veya hoşa giden sözleri onlara koşulsuz olarak güven duymanız için yeterli değildir. İnsanlara güvenmek, onların dikkat, şefkat veya profesyonel ilişkilerde ahde vefa içeren davranışlarına dair beklentilerinizin istikrarlı şekilde karşılandığı bir süreci gereksinir. Fakat insanlar kesin bir yargıya ulaşmadan başkalarına güvenmeye eğilimlidirler. Bazı filozoflar, güvenin önermeye dayalı soyut bir tutum olduğunu savunuyor. Psikoloji alanındaki bir tanım ise güvenin; benliğin, başkalarının durum ve duygu temsillerini anlamlandıran bir beyin süreci oluşuna işaret etmekte. Güven nadiren mutlak bir nitelik arz eder, çoğunlukla belirli durumlarla sınırlıdır; mesela bir arkadaşınıza size doğruyu söyleyeceği konusunda güvenebilirken, üzerinizde bir cerrahi işlem uygulamasına izin verecek kadar ona güven duymazsınız. Güvenin aynı zamanda duygusal bir temellendirmesi de vardır; arkadaşınızın size doğruyu söyleyeceğine dair inancınız, ona karşı geliştirdiğiniz olumlu bir tutumdan kaynaklanır, çünkü insanlara güvenmek için onlar hakkındaki hislerinizin olumsuz ya da kayıtsız olmaması gerekir.

Benzer olarak, güvensizlik de duygusal bir süreçtir, ancak, güvenden farklı olarak, korku ve hoşlanmama gibi olumsuz duygulara dayanır. Birine güvenmemek, sadece onun ihanet edeceğine dair bir tahmine değil, aynı zamanda güvenilmez kişi hakkındaki olumsuz nitelikte bir duygu durumuna da işaret eder.

Güven genellikle, bir kişinin dürüstlüğüne olan inancımız olarak tanımlanır. Araştırmalar, güvenin ilişkilerde emniyet hissini artırırken, savunmacı ihtiyaçları azalttığını öne sürüyor. Ayrıca güven hissi, insanların duygularını ve isteklerini muhataplarıyla daha rahat paylaşmalarını da teşvik ediyor. Güvenin nasıl kavramsallaştırıldığını anlamak için, konu iki temel özellik üzerinden incelenebilir. Bu iki özellik, kişinin yardımseverliğine ve dürüstlüğüne olan inancımızdır. Güven, romantik ilişkiler dahil olmak üzere birçok ilişki biçiminin vazgeçilmez bir niteliğidir, ilişkiden duyulan tatmin ve ilişkinin sürdürülebilirliği açısından da bir ön koşuldur.

Sosyal güven ise, ikili ilişkilerimizin dışındaki kişilerin de dürüstlüğüne ve güvenilirliğine yönelik bir algı biçimidir. Bir toplum genelinde hesaplanan ortalama sosyal güven seviyeleri, ulusal büyümeyi olduğu kadar içinde yaşayan bireylerin mutluluğunu ve yaşam tatminlerini de güçlü bir şekilde öngörebilir. Aynı zamanda, yaşamdan keyif alma ve almama gibi birçok manevi duyguyla da ilişkilidir. İnsanların çoğuna güven duymadığı bir ortamda yaşamak, kişiler üzerinde olumsuz etkilere neden olabilir.

Bireysel sosyal güven, bireysel düzeyde insani değerlerin yanı sıra toplumun kültürel özelliklerinden de etkilenmektedir. Araştırmalar, toplumdaki evrensellik ve bireysellik gibi değerlerin, bireysel sosyal güveni temin etmedeki önemine vurgu yapıyor. Yapılan çalışmalarda bireyci kültüre sahip olan kişilerin sosyal güveninin, belirsizlikten kaçınan kişilere göre daha yüksek olduğu bulgusunun yanı sıra, daha yaşlı, daha eğitimli ve daha yüksek gelir dilimlerinde olan katılımcıların sosyal güven seviyelerinin de daha yüksek olduğu bulgulanmış. Bu bulgular ışığında toplumsal kaynaklı etkilerin, sosyal güvenin tesisindeki önemi bir kez daha vurgulanmayı hak ediyor.

İnsanlar doğumdan itibaren bir süre, bakım verenlerine büyük ölçüde bağımlıdırlar. Bu ihtiyaç, sosyal bağlantılar kurmak için “donanımlı” ve güdümlü olduğumuzun öncül bir kanıtıdır. Doğumdan bir saat sonra, bir bebek onunla ilgilenen kişinin gözlerine ve yüzüne bakmakta, birkaç saat sonra ise başını annesinin sesine doğru çevirmektedir. Kısacası, bizler doğumumuzdan itibaren sosyal varlıklarız, başkalarıyla etkileşim kurmamız büyük ölçüde güvenin kaçınılmazlığına işaret ediyor. Literatürde yer alan tüm araştırmalar bize güven duymaya meyilli olduğumuzu gösteriyor. İnsanlar başkalarına pek güvenmediklerini söyleyebilir, ancak davranışları çok farklı bir hikaye anlatıyor. Çünkü aslında birçok yönden güven, bizim varsayılan konumumuzdur; rutin ve tepkisel bir biçimde güveniriz. Güven hissi nadiren bilinçli farkındalık seviyesinde gerçekleşir. Bu yatkınlık çoğu zaman bize olumlu bir şekilde hizmet eder. Büyük bir güven ihlaline uğramadıkça, çoğumuz çevremizdeki insanların ve kurumların temel güvenilirliğini deneyimlerimiz doğrultusunda oluştururuz.

Fakat zaman zaman, güvenilirliği fiziksel benzerlikler ve diğer ipuçları temelinde değerlendirme yönelimimiz, bilgiyi işleme şeklimiz ile birleştiğinde yanlış güven ile neticelenebilir. Bunun nedenlerinden birisi, görmek istediğimizi görme eğilimimizdir. Dünya hakkındaki varsayımlarımızı destekleyen işaretlere daha yoğun şekilde dikkat ettiğimizden, aksi yöndeki kanıtları yahut tutarsızlıkları küçümsüyor ya da yok sayabiliyoruz. Örneğin olumlu sosyal beklentileri olanlar, başkalarının güvenilirliğine dair kanıtlara daha çok dikkat ederken, onların tutarsız davranışlarını göz ardı edebilirler. Üstelik genelde insanlar, kime güvenecekleri hakkındaki yargıları da dahil olmak üzere kendi muhakemelerinin ortalamadan daha iyi olduğunu düşünürler. Fakat bazı durumlarda kendi yargımıza olan güvenimiz, bizi güvenilirliğin işaretlerini taklit edebilen insanlara karşı savunmasız kılabilir.

Bir başkasının motivasyonlarından, niyetlerinden veya gelecekteki eylemlerinden asla emin olamayız. Ancak gündelik hayatımızın devamı için güven ve güvensizlik arasında bir seçim yapmalıyız. Bununla birlikte, şüpheyi azaltmak için özellikle davranış alışkanlıklarınızın farkına vararak, yapabileceğiniz pekçok şey var.

Güven psikololojisi için karşımızdakileri değil önce kendimizi tanımalıyız...

eski makalem
________________