IRCRehberi.Net- Türkiyenin En iyi IRC ve Genel Forum Sitesi

IRCRehberi.Net- Türkiyenin En iyi IRC ve Genel Forum Sitesi (https://www.ircrehberi.net/)
-   uykusuzadam (https://www.ircrehberi.net/uykusuzadam/)
-   -   ... İNSAN ... (https://www.ircrehberi.net/uykusuzadam/202955-insan.html)

uykusuzadam 09 Kasım 2024 14:36

... İNSAN ...
 
Malum yarın 10 Kasım...
Atamızı seven ve özleyenler olarak bir şekilde onu yâd edecek, özlem ve üzüntümüzü dile getireceğiz.
Hiç şüphesiz hepimiz üzgünüz.
Ve O'nu seven hepimiz yaşadığımız sürece bu acı ve özlemi içimizde taşıyacağız.

Gazetelerde, dergilerde, TV kanallarında boy boy resimlerini gösterecekler. Reklamlar, videolar, VTR'ler hep ona dair olacak...
Hepimiz Atatürkçü kesileceğiz sosyal medyada... En azından bir günlük... (Buna da şükür!)

Ve bunu yaparken, Ondan hep: Savaşçı, komutan, lider, devlet kurucusu, dahi, emperyalizme karşı dik duran, dünyanın bilmem kaç şehrinde heykeli dikilen, sokaklara adı verilen kişi olarak bahsedecek, yazacak ve yücelteceğiz...

Hep bir ağızdan; çalışkandı, azimliydi, özverili ve öngörülüydü diyeceğiz.

Sonra; sanat düşkünü, bilime meraklı, çağdaş, modern ve açık fikirli diye de ekleyeceğiz...

Oysa unuttuğumuz, aklımıza pek gelmeyen bir nokta daha var:

O da Atamızın sadece bir savaşçı, bir kahraman ve bir lider değil, her şeyden önce bir İNSAN olduğu...

Senin gibi...
Benim gibi...
Bizim gibi...
Hepimiz gibi...

Tıpkı bizim gibi hevesleri, duyguları, hayalleri, endişeleri, korkuları, özlemleri, arzuları olan, gülmeyi, eğlenmeyi, türkü söylemeyi, dans etmeyi, zeybeği, çocukla vakit geçirmeyi seven ve bunları da elinden geldiğince gayet iyi yapabilen bir insan aslında O...

Bana göre O'nun en büyük özelliği sadece vatan sevgisi değil, her şeyden çok; insanları ve özellikle çocukları çok sevmesidir.

Ve bu yüzden de: Gönül rahatlığıyla (ve koruma ordusu olmaksızın) halkının arasında gezen, onlarla birlikte denize giren, sandalcıyı karşısına oturtup kürek çeken, toprağa bağdaş kurup köylüsüyle sohbet eden, elinden ayran içen, ayaküstü daldan meyve kopartıp oracıkta yiyen, şarkı-türkü söyleyen, kitap okuyan, salıncakta sallanan, çocuklarla oyunlar oynayan, tavla oynayan, sanatı takip eden, toplumuyla omuz omuza halay çeken, zeybek oynayan, vals yapan ve bunları yapmaktan keyif alan bir insan...

Sanki: Cepheden cepheye şavaşlar kazanmış, madalyalar almış, dünyayı dize getirmiş, yok olmakla yüz yüze gelmiş koskoca bir toplumun hayat çizgisini değiştirerek, nerdeyse sıfırdan bir devlet kurmuş Gazi Mustafa Kemal Atatürk değil de mevki makam sahibi olmayanlar bizler gibi yani...

Hatta onun konum ve şartlarında bir çok kişinin yapacağından:

Daha samimi...

Daha içten...

Daha kibirsiz...

Daha egosuz...

Daha senli benli...

Daha sıcak...

Şatafatı sevmeyen, sadelikten yana olan, konumuna, dünya çapındaki itibarına ve bütün ihtişamına rağmen kuru fasulye gibi basit yemekleri tercih eden bir insan O...

Kibirsiz...

Sade...

Ama daima şık, daima titiz...

Aslında sizlere sesleniş amacım bunlar değil.

Esas anlatmak istediğim; ülke ve halkı için vaz geçtikler!

Onlara ne demeli?

Yaşayamadığı çocukluğu ve gençliği, yuva hasreti ve o kadar güçlü bir lider olsa da kısıtlı bir özgürlük alanında yaşaması gibi (buna örnek aşağıdaki anısındadır)...

Belki de babalık duygusunu evlat edindiği çocuklarla avutuyordu. Bu bile bizler için nelerden vaz geçtiğinin kanıtıdır aslında...

Ömrü boyunca kaç kızın elini tutabilmiştir ki mesela?

Ya da hangi cephe arasında aşık olabilirdi ki?

Okul yılları kaçamakları hariç, ömrünün kaç gününde gençliğin getirdiği coşkuyu yaşayabilmiştir ki?

Herkesçe bilinen bir gerçektir; kendisi, annesine çok düşkündür. Görevi gereği çok uzun süreler uzak kalsalar da her fırsatta annesi ile ilgilenmiş, kısa süre için bile olsa gidip elini öpmüştür.

Onca anne sevgisine rağmen, devlet işlerini bırakıp cenazesine katılmamıştır. Bakın, katılamamıştır yazmadım, katılmamıştır yazdım.
Çünkü, programının yoğunluğu nedeniyle katılmamayı tercih etmiştir.

Ya da şöyle ifade edeyim:

Kaç lider o kadar çok sevdiği anası vefat etmişken, cenaze merasimine katılmadan, devlet işlerine devam eder? Annesinin kabrini bir kaç hafta sonra ziyaret eder?

Bir insanın ülkesi için yaptığı fedakarlığı anlatmak için daha ötesi var mı? Şahsen ben bilmiyorum...

Devletin en üstündeyken dahi istese her imkandan faydalanabilecekken, düzenlediği davetlerde; çalışanların yövmiyeleri dahil her gideri ve yaptığı seyahatlerde yanındakilerin bile masraflarını cebinden karşılayacak kadar ince düşünceli, dürüst ve onurlu biri...

Çok örnek verilebilir. Zamanınızı almayayım...

Yani diyorum ki:

Biz, O'na sadece bize açtığı yol için değil, kendi hayatında vaz geçtiği; her özlem, her heves, her hayal, ertelediği her an için çok şey borçluyuz...

Ne desek, ne yapsak kapanmaz bir borçtur bu...

Oysa; O, bizlerden açtığı yolda sapmadan yürümemizi istemişti sadece..

Atama; sonsuz sevgi, özlem ve minnetle...

......


Çok denk gelinmeyen bir anısını aşağıya alıntılıyorum.

Ki böylece; ne kadar basit hevesleri olduğunu, bizler için nelerden vaz geçtiğini ve nelerin hayalini kurduğuna şahit olalım isterim.

...

Zaman ayırıp okuduğunuz için çok teşekkür ederim.

.....

Yıl 1935, aylardan Ağustos.
Atatürk, Dolmabahçe’de yalnız, canı sıkılmıştır.
Denize karşı içmeyi dener fakat haz almaz.
İçinden, kimseye haber vermeden Dolmabahçe’den kaçıp halkın arasına katılmak geçer, ancak yanında parası yoktur.

Atatürk, Cumhurbaşkanlığı süresince cebinde para bulundurmamıştır. Kişisel harcamalarını, kendi hesabından karşılanması şartı ile yaverlerine ve Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a ödetmiştir.

Hasan Rıza Soyak Avrupa’da olduğundan, Başyaveri Rusuhi Savaşçı’yı arar, dışarıda olduğunu öğrenir, Yaver Celal Üner’i bulur:

“Bana, buraya biraz bozuk para bırakın. Hizmet eden çocukları sevindirmek istiyorum” der.
Yaveri, bir liradan, iki buçuk liradan, beş liradan, on liradan oluşan bir miktar parayı masaya bırakır ve odadan çıkar.

Atatürk, paraları cebine doldurur, üstüne ince bir ceket alır, ağaçlı yoldan dış kapıya doğru yürür. Kapıda nöbetçi polis vardır. Dolaşıyor gibi yaparak caddeye çıkar, gelen taksiye biner ve gözden kaybolur.

Dolmabahçe’de alarm zilleri ötmeye, telefonlar işlemeye başlar.

Taksi, Boğaz’a doğru gittiğinden saraydakiler, Atatürk’ün Sarıyer tarafına gittiğini tahmin ederler ve görevlileri o yöne sevk ederler.

Oysa Atatürk, şoförü Akaretler’den yukarıya çevirtmiş, Tepebaşı’na yöneltmiştir. Harbiye’de öğrenci iken tek başına ya da arkadaşlarıyla geldiği Mazarik adlı kokteyl ve yemek salonuna gitmeye niyetlenmiştir. Eski günlerde yaptığını yapacak, leblebi ile rakısını içecektir.

Taksiciyi parasını öderken buraya geldiğini kimseye söylememesini tembih eder.
Mazarik’e girdiğinde üç masanın dolu, diğer masaların boş olduğunu fark eder.
Eski günlerde oturduğu masanın dibindeki masaya oturur.
Garson’dan, bir kadeh rakı ve biraz da leblebi getirmesini ister.
Mazarik, el değiştirdiği için oradakiler Atatürk’ü tanımazlar.
Atatürk, bu durumdan oldukça hoşnuttur, her şey düşündüğü gibi olmuştur.
Rakısını yudumlar, leblebisini yer.
Bir süre sonra siyah elbiseli birinin lokantaya girdiğini, önce köşede bir masaya oturduğunu sonra kapı yanındaki masaya gittiğini, masadakilerle konuştuğunu, onlarla birlikte dışarı çıktıklarını, aynı adamın bu kez yalnız olarak lokantaya döndüğünü, başka bir masaya oturduğunu, o masadakilerin de kalktıklarını farkeder.
Siyah elbiseli adam bir kenarda gazete okumaya başlar.
Atatürk yüksek sesle:
“Çocuk, gel beri.”
Siyah elbiseli adam ok gibi fırlar, selam durumuna geçer;
“Buyrun Atam.”
“Sen kimsin?”
“Birinci Şube’den polis…”
“Ne yapıyorsun?”
“Rahat edesiniz diye lüzumsuz müşterileri çıkarıyorum…”
“Lüzumsuz olduklarını sen nereden biliyorsun?”
“Vali Bey’den öyle emir aldım Atam.”
“Eee, o da mı burada?”
“Evet, kapının önünde Atam.”
“Tuh Allah cezasını versin.”
Konuşulanları duyan Vali, içeri girer, Atatürk’ün kızdığını gördüğü için ikirciklidir.
“Bir emriniz var mı Atatürk?”
“Siz benim yakamı bırakmaz mısınız yahu? Hadi benim peşimden koşturuyorsunuz, şurada kendi hallerinde içkilerini içen insanları niye tedirgin ettiniz?”
“Emir buyurursanız, bundan sonra gelenleri çevirmez, salonu yine doldurabiliriz.”
Atatürk iyice kızar.
“Ne yapacağınızı ben biliyorum. Ne kadar polis varsa masalara dolduracak, sonra beni atlatmış olacaksınız! Bırak efendim, bırak… git işine.”
Ayağa kalkar, keyfi kaçmıştır.
Arkasından Vali Muhittin Üstündağ, özür dileyerek Atatürk’ü takip eder.
Atatürk, dışarıya çıktığında kapıda otomobilleri, resmi ve sivil polisleri, saray muhafızlarını görür.
Valiye dönerek:
“Müşterilerin bunlar mıydı?”

Anının kaynağı: Atatürk’ün Fikir Sofrası / İsmet Bozdağ.

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Lütfen Üye Olmak için TIKLAYIN...]









....

eLfida 09 Kasım 2024 14:40

Emeğinize kaleminize sağlık

Zenia 09 Kasım 2024 14:41

Emeğinize sağlik

aL-yazmaLi 09 Kasım 2024 14:42

çocukları çok sevmesidir. .....

kalemin hic tükenmesin

Brittle 09 Kasım 2024 14:45

Emeğine sağlık:yildiz:

Chloe 09 Kasım 2024 14:54

Emeginize, kaleminize saglik.

izz 09 Kasım 2024 19:50

Emeğinize sağlık

Sean 12 Kasım 2024 01:11

Yüreğine ve kalemine sağlık, @[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Lütfen Üye Olmak için TIKLAYIN...] abi Atamızı insani yönleriyle hatırlatarak bizlere bir kez daha derin bir sevgi ve minnet duygusu yaşattın. Emeğine sağlık.

Raina 12 Kasım 2024 01:58

Emeğine yüreğine sağlık

BuKLe 15 Kasım 2024 16:44

Emeğinize sağlık :turk:


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 01:32.

Powered by vBulletin® Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.

Copyright ©2019 - 2025 | IRCRehberi.Net