IRCRehberi.Net- Türkiyenin En iyi IRC ve Genel Forum Sitesi  
 sohbet
derya sohbet


Kitap Tanıtımları Kitap Tanıtımları

2Beğeni(ler)
  • 2 Post By Kedi


 
 
Seçenekler Stil
Alt 17 Mayıs 2021, 12:12   #1
Standart Budala (Idiot)

Budala (Orjinal ismi: Idiot) 1868 senesinde Fyodor Mihayloviç Dostoyevski tarafından yazılmış bir romandır.

Dostoyevski, dünya klasiklerinden birisi olan bu romanında, Prens Mışkin isimli hasta ve bön bir karakterin merkezinde yer aldığı olaylar zincirini anlatır. Prens Mışkin, kolay kandırılabilir ve manipüle edilebilir saf bir karakterdir. Aynı zamanda, eğitimli ve zeki bir insandır. Masumca bir dürüstlüğü ve kolayca sinirlenmeyen, sıkılmayan bir yapısı vardır. Usta yazar, bu karakteri romanında özellikle merkeze alarak, (bu şekilde) çevresindeki insanların ona karşı iki yüzlü tutumundan, dolayısıyla toplumun riyakâr tutumundan bahseder. Bununla birlikte romanda, saf ve dürüst bir insan olarak toplumda yaşamanın zorluğuna değinirken hiyerarşik bir toplum yapısını da irdeler.

Romanın ana karakteri Prens Lev Nikolayeviç Mışkin'in, Rusya'da, Sankt Petersburg'da başladığı yeni hayatla birlikte gerçekleşen olayların başlangıcı itibarıyla okuyucuya verilen bir "Rusya'da yaşama sevgisi" olgusu vardır, fakat sonlara doğru gidildikçe durum farklılaşıyor, özellikle kısa çözüm (sonuç) bölümünde olayların sonucu; "ana gibi yâr, vatan gibi diyar olmaz" ve "rusun rustan başka dostu olmaz" çıkarımlarına bağlanıyor. Temelde Dostoyevski'nin üzerinde durmak istediği şey, rusların belirli bir vatan anlayışlarının olmamasına yönelik eleştirisi ve bunun üzerinden bir vatan anlayışı ortaya koymalarının gereğine işarettir. Elbette Prens Mışkin karakteri ile Dostoyevski'nin, bu romanında, kısmen kendi kişiliğine, hayatına ve anılarına da yer verdiği söylenebilir.

Roman, dört bölüme ayrılmıştır. Bir de çok kısa bir sonuç bölümü vardır. İlk iki bölümde Dostoyevski, romanda geçen olayları temellendirir. Yapıtında asıl vermek istediklerini ve eleştirilerini, özellikle üçüncü bölüm itibarıyla ortaya koyduğu olaylar zinciri içerisinde dile getirmeye başlar. Romanda düz bir anlatı vardır. Ara ara olaylarla ve durumlarla alâkalı açıklamalara yer verilir, betimlemeler çok azdır. Genellikle diyaloglar daha sık olmakla birlikte, çok kişinin içerisinde olduğu konuşmalar ön plandadır. Bazense tek kişinin yaptığı uzunca konuşmalara ve anlatılara rastlanmaktadır. Diyaloglar zaman zaman oldukça sıkıcıdırlar. Dostoyevski, diğer önemli romanlarında olduğu gibi, bu romanında da sıklıkla psikolojik unsurlara yer verir.

Romanda, fransızca deyim ve söz kalıplarının sıkça kullanımı söz konusudur. Dostoyevski'nin Budala adlı bu yapıtında fransız edebiyatından etkilenen bir yazar olduğunu bariz bir biçimde anlayabilirsiniz.



Romandan aktarmak istediğim birkaç kısım:

***

Uzun uzun, karmakarışık konuşmaya başladı Keller, ama daha konuşmasının başında sonuna atladı ve tanrıya inancını yitirdiği için bütün ahlâk değerlerini yitirdiğini, hırsızlık bile yaptığını söyledi.
- Bunu düşünebiliyor musunuz Prens?
- Beni dinleyin Keller, dedi Prens, sizin yerinizde olsaydım, ortada bir neden yokken açıklamazdım bunu. Ayrıca böyle konuşurken, yanılmıyorsam, kendinize iftira da ediyorsunuz.
- Yalnızca size anlatıyorum bunları, sırf kişisel gelişimime katkısı olsun diye... Sizden başka kimseye anlatmam.

(...) Prens sonunda acıma değil de, üzüntü duyar gibi oldu. Hatta, şöyle bir şey geldi aklına: "Birinin olumlu etkisiyle bu adamdan iyi bir insan yaratmanın olanağı yok mudur acaba?" Birkaç sebepten ötürü kendisinin bu konuda yararlı olamayacağını düşünüyordu. Ama, kendisini küçük gördüğünden değil, bazı konularda değişik fikirleri olduğu için böyle düşünüyordu. Sohbetleri giderek koyulaştı, öyle ki birbirlerinden ayrılmak istemiyorlardı artık. Keller alışılmadık bir istekle, insanın kolay kolay inanamayacağı şeyler anlatıyordu. Yeni bir öyküsüne başlarken, bu yaptıklarına çok pişman olduğunu ve içinin kan ağladığını söylüyor, öte yandan yaptıklarından gurur duyuyor gibi, hatta kimi kez komik bir biçimde (ki hem kendisi hem de Prens kahkahalarla gülüyorlardı) anlatıyordu.
Sonunda şöyle dedi Prens:
- Önemli olan şu ki, çocukça bir güven ve olağanüstü bir doğruculuk var sizde. Yalnızca bu özellikleriniz nedeniyle yaptığınız çoğu şeyinizin bağışlanabileceğini biliyor musunuz?
Keller duygulanmıştı.
- Mert biriyim ben efendim, dedi, bir şövalye gibi mert biriyim! Ama biliyor musunuz Prens, tüm bunlar hayâl dünyamda benim, hepsi gösteriş için, hiçbirini gerçekleştiremiyorum! Neden öyle olduğunu anlayamıyorum.

***

Lizaveta Prokofyevna mektubu sonuna kadar büyük bir dikkatle dinledikten sonra sert bir tavırla;
- Ne saçmalık ama! dedi. Senin için ne anlamı var bu saçmalığın?
- Ben de tam olarak bilemiyorum. Bildiğim tek şey onu yazarken samimi olduğumdur. Yaşamı dolu dolu yaşadığım, içimin umutlarla dolu olduğu dakikalarım oluyordu orada.
- Nasıl umutlarla?
- Açıklaması zor. Sanırım, sizin şu an düşündüğünüzden farklı umutlarla... Yani kısacası, gelecekteki mutluluğa ve belki de orada bir yabancı, bir başkası olmayacağıma dair umutlarla... Yurdumu birden çok sevmeye başlamıştım. Güneşli bir günün sabahı kalemi elime aldım ve bir mektup yazdım ona. Neden ona, bilmiyorum. İnsan bazen yanında bir arkadaşı olsun ister... (Bir süre sessiz kaldıktan sonra ekledi Prens:) Evet, ben de öyle hissetmiş olacağım.
- Âşık mısın yoksa?
- Hayır. Ben... Kız kardeşime yazar gibi yazdım o mektubu ona. Altına da "kardeşiniz" diyerek imza attım zaten.
- Hım... Demek özellikle... Anlıyorum.
- Bu tür sorularınıza cevap vermekte zorlanıyorum Lizaveta Prokofyevna.
- Zorlandığının farkındayım, ama zorlanman hiç ilgilendirmiyor beni. Bak ne diyeceğim, tanrının önündeymişsin gibi doğruyu söyle bana, yalan söylemiyorsun değil mi?
- Hayır, söylemiyorum.

***

Heyecanla anlatıyordu Yevgeniy Pavloviç:
- İzin verin... Liberalizme bir şey dediğim yok benim. Günah falan da değildir liberalizm. Onsuz parçalanacak, hatta belki de yok olacak büyük bir bütünün vazgeçilmez, temel parçasıdır liberalizm. En ahlâkçı gericiliğin olduğu kadar liberalizmin de yaşama hakkı vardır. Benim itirazım zaten rus liberalizmine. Tekrar söylüyorum, benim itirazım rus liberallerinin gerçek rus liberalleri olmamasına. Bizimkiler, rus olmayan liberaller. Bir rus liberali getirin bana, o anda alnından öperim onu.

***

Prens Mışkin:
- Eskiden de çok cinayet işlendiğini, hem de böyle korkunç cinayetlerin işlendiğini ben de biliyorum. Geçenlerde cezaevlerini dolaştım, birkaç mahkûmla, sanıkla tanışma fırsatım oldu. Hatta onlarca insanı öldürmüş ve hiç pişmanlık duymayan çok daha korkunç katillerle tanışma fırsatım da oldu. Bakın bu arada neyi keşfettim: En azılı, en acımasız katil bile suçlu olduğunu biliyor, yani hiç pişmanlık duymasa da kötü bir şey yaptığını vicdanında kabul ediyor. Oysa, Yevgeniy Pavloviç'in bahsettiği katiller kendilerini suçlu bile kabul etmezler, buna hakları olduğunu, hatta iyi bir şey yaptıklarını düşünürler. Aşağı yukarı durum böyledir. Bana sorarsanız, aradaki korkunç fark buradadır işte. Unutmayın ki, bunu yapanlar gençlerdir, yani çarpık düşüncelere kolayca kendilerini kaptırabilecek yaşta olan gençler...
Prens Ş. artık gülmüyor, hayretle dinliyordu Prens'i. Uzun süredir bir şey söyleme niyetinde olan Aleksandra Ivanovna, aklına çok değişik bir şey gelmiş gibi susuyordu. Yevgeniy Pavloviç ise Prens'e büyük bir şaşkınlık içerisinde bakıyordu. Ama şimdi bakışlarında en ufak bir alaycı tavır yoktu.

***

(İppolit'in okuduğu mektuplarından:)

(...) Sorun onlara, her birine tek tek sorun bakalım mutluluktan ne anlıyorlarmış? Ah inanın, Kolombus Amerikayı keşfettiği anda değil, onu keşfederken mutluydu. İnanın, mutluluğu belki de Yeni Dünyayı keşfetmeden üç gün önce doruğa çıkmıştı, umutsuzluğa kapılan adamlarını gemiyi Avrupaya döndürmek üzereyken kararlarından vazgeçirdiği anda... Önemli olan Yeni Dünya değildi, yerin dibine batsındı Yeni Dünya! Neredeyse Yeni Dünyayı görmeden, neyi keşfettiğini anlayamadan ölmüştü Kolombus. Önemli olan yaşamdır. Onu keşif süreci, sürekli ve bitmek tükenmek bilmeden yaşamı keşfetme çabası, yoksa keşfetmiş olmak değil... Ama ne diye söylüyorum ki ben bunları! Şu anda anlattıklarımın boş şeyler olduğundan, beni "güneşin doğuşu" üzerine kompozisyon yazan bir küçük öğrenci sanacaklarından veya bir şeyler anlatmaya çalıştığımı ama beceremediğimi söyleyeceklerinden kuşkum yok. Ancak şunu da ekleyeyim: Bir insanın kafasında doğan dâhice veya yeni her düşüncede, hatta ciddi bir düşüncede, onu anlatmak için ciltlerce kitap yazsa, otuz beş yıl sözlü olarak anlatmaya çalışsa yine de kafasından bir türlü dışarı çıkmayan, başkalarına anlatamayacağı bir şeyler her zaman vardır. Bu yüzden, belki de en önemli düşüncelerini tam olarak kimseye anlatamadan ölür bu insan.

*

Bireysel sadaka, insanın doğasını incitir, insanın doğasını aşağılar. Fakat, örgütlü sosyal sadaka ile kişisel özgürlük iki ayrı kavramdır ve biri öbürünü yok etmez.

*

(...) Sanırım beş dakika kadar durdum bu tablonun karşısında. Sanatsal yönden bir özelliği yoktu, ama tuhaf bir huzursuzluk yaratmıştı içimde. Çarmıhtan yeni indirilmiş bir İsâ vardı tabloda. Hatırladığım kadarıyla, ressamlar İsâ'yı tablolarında ya çarmıhta ya da çarmıhtan indirilmiş, olağanüstü bir güzel yüzle vermişlerdir hep. En büyük acıları çekerken bile bu güzelliği eksik etmezler yüzünden. Rogojin'in evindeki tabloda bu güzellikten eser yoktu. Bu tablodaki, çarmıha gerilmeden önce de dayanılmaz acılar çekmiş, işkencelere katlanmış, haçı taşırken muhafızlar tarafından acımasızca dövülmüş, halkın taşladığı, saatlerce olmadık acılar çekmiş, yara bere içersinde kalmış bir insan cesediydi. Gerçekten de çarmıhtan yeni indirilmiş, yani canlılığını henüz yitirmemiş, soğumamış bir insanın yüzüydü onun yüzü. Bedeni henüz katılaşmamıştı, sanki hâlâ acı çekiyormuşçasına bir ifade vardı yüzünde. Ressam, ustaca göstermiş ve vermişti bu ıstırabı tablosunda. Yüzü çok fena hırpalanmıştı. Her şey doğaldı; Kim olursa olsun, onca acıdan sonra ölen her insanın yüzü o şekilde görünürdü...
(bkz: realizm)

*

Din! Sonsuz yaşamı kabul ediyorum, belki her zaman da kabul ettim. Varsın yüce gücün iradesiyle bilinç tutuşmuş olsun, varsın dünyaya bakıp "ben varım" desin bilinç, varsın yazgısı bu güçle yok olmak olsun. Hepsini kabul ediyorum, ama yine de her zamanki o soru geliyor aklıma: Tüm bunlarda benim tevazuma ne gerek var? Beni yediği için kendisine övgüler dizmemi beklemeden yiyemiyor mu beni? İki hafta beklemek istemediğim için orada birileri gücenir mi acaba? (Burada ölümlü hastanın intiharından bahsediyor) Buna inanmıyorum; Evrenin ahengi, bir takım artı-eksi hesapları, bazı kontrastlar gibi nedenlerle benim, bir atomun değersiz yaşamına ihtiyaç duyulduğuna inanmak çok daha makûl geliyor. Tıpkı diğerlerinin yaşamını sürdürmesi için her gün pek çok varlığın kurban edilmesi gibi. Olsun varsın! Kabul ediyorum, başka türlü, yani kalıcı olarak birbirini yemeden dünya düzeni kurulması olanaksızdır belki; Hatta bu düzenden bir şey anlamadığımı bile kabul edebilirim. Fakat, bana "ben varım" deme bilinci verildiğini kesin olarak biliyorsam, dünya düzeninin hatalı kurulmasından ve başka türlü varlığını sürdüremeyecek oluşundan bana ne? Hâl böyle iken, kim ne için yargılayabilir beni? Siz ne derseniz deyin, bütün bunlar olanaksızdır, haksızdır.
Bu arada, çok istememe karşın, gelecekteki yaşamın da, cennetin de olmadığını hiçbir zaman düşünemedim. Daha doğrusu, evet, hepsi var bunların. Ama, bizler gelecekteki yaşamdan da, onun yasalarından da bir şey anlayamıyoruz. Peki ama, bunu anlamak da bu denli zor, hatta olanaksızsa, benim için ulaşılmaz, anlaşılmaz olan için nasıl sorumlu tutulabilirim? Evet, onlar da, elbette onlarla birlikte Prens de boyun eğmek gerektiğini, düşünmeden, yalnızca ahlâklı olmak için boyun eğmek gerektiğini, uysallığım sayesinde öteki dünyada kesinlikle ödüllendirileceğimi söylüyorlar. Onu anlayamadığımız için kendi kavramlarımızı ona yakıştırarak tanrıyı aşırı derecede küçümsüyoruz. Yine de tekrar söylüyorum, onu anlamak olanaksızsa, insanın anlamasına izin verilmemiş şeylerle ilgili sorulara insanın cevap vermesi oldukça zordur. Öyleyse kaderin gerçek iradesini, yasalarını anlayamadıysam, beni nasıl yargılayacaklar? Neyse, din konusunu kapatalım.

***

(İppolit'in mektuplarında anlattıkları üzerine:)

- Şu olanlara baksanıza! dedi Kolya. Şu anda ne düşünüyorsunuz İppolit için? Artık hiç saygınız kalmadı mı ona?
- Neden kalmasın. Ama çok yorgunum şu anda Kolya. (...)
- Hadi siz yatın uyuyun Prens. İyi neyse, artık iyi geceler dileyeyim! Fakat biliyor musunuz, çok etkilendim!
- Elbette. Bütün bu olanlar...
- Yok, hayır Prens, hayır. İtirafları etkiledi beni. Özellikle de kaderden ve gelecekteki yaşamdan söz ettiği bölümü; de-va-sa bir düşünce söz konusu burada.
Prens yanına kuşkusuz bu "de-va-sa" düşünceyi anlatmak için geldiği belli olan Kolya'ya sevgiyle baktı.
- Ne var ki asıl önemli olan yalnızca bu düşünce değil, ortam da önemli! Bunu Voltaire, Rousseau, Proudhon yazmış olsaydı okur, aklımda tutardım. Ama asla böylesine etkilenmezdim.

***

Özelliklerine, kişiliklerine dair şeylerin bir çırpıda tam olarak anlatılması zor insanlar vardır. Toplumların gerçekten de büyük çoğunluğunu oluşturan bu insanlara genellikle "çoğunluk" denir, "sıradan" denir. Yazarlar romanlarında, öykülerinde çoğu zaman toplumda belirgin özellikleri olan tipleri ele almaya ve onları sanat değeri olacak bir biçimde anlatmaya çalışır. Değişik özellikleri olan bu çeşit tiplere toplumda pek sık rastlanmaz, ama, bunlar aslında gerçeğin kendisinden de gerçektir.

(...) Bir romancı, özelliği olmayan, sıradan insanları ne yapacak; Hiç değilse biraz ilginç göstermek için eserlerinde okuyucusunun karşısına ne diye çıkaracak onları? Öyle ya, öyküde es geçmek, atlamak da olmaz onları. Çünkü, sıradan inanlar yaşamdaki olayların en önemli halkası olarak her zaman ve sürekli olarak mevcuttur. Dolayısıyla onları atlarsak doğrudan sapmış oluruz. Romanları yalnızca özelliği olan insanlarla ya da ilgi çekici olsun diye doğrudan tuhaf ve hayâl ürünü olan insanlarla dolduracak olursak gerçeklerden sapmış oluruz. Üstelik roman belki ilginçliğini de yitirir. Bize göre, yazar, sıradan olanlar arasında bile ilginç, yararlı olanı bulmalıdır.

Hatta kimi zaman bu daha akıllı ve özgün insanlardan kimileri sadece dürüst değil, iyi yürekli de olurlar. Ailelerinin kaderi onlara bağlıdır, çalışarak sadece ailelerinin değil başkalarının bile geçimini sağlamaktadırlar. Peki ama neye yarar bu? Yaşamlarının sonuna dek huzur bulamazlar! İnsan olarak sorumluluklarını çok iyi yerine getirdikleri düşüncesi teselli etmez onları. Aksine sinirlerini bozar; "İşte bunun için uğraştım durdum bir ömür boyu... Bu bağladı elimi kolumu... Bu engel oldu barutu bulmama! Bu olmasaydı ya barutu bulurdum ya da Amerikayı keşfederdim. Aslında ne olduğunu şu an kestiremiyorum ama muhakkak bir şey bulurdum." Bu bayların en karakteristik özelliği de neyi bulmaları gerektiğini, barutu mu bulmaları gerektiğini yoksa Amerikayı mı keşfedeceklerini ömürleri boyunca bir türlü bilememeleridir. Ama hiç kuşku yok ki, buluş yapma uğruna çekecekleri özlem de, acı da Kolombus ile Galileo'nunkinden aşağı kalmaz.



Not: İş Bankası Kültür Yayınları'nın Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi'nin III. basımından aktarılmıştır. Rusça aslından çevirisi Ergin Altay tarafından yapılmıştır.
________________

abdülhamiti savundunuz; kedileri savunmadınız

Konu Kedi tarafından (17 Mayıs 2021 Saat 12:33 ) değiştirilmiştir..
 
Alt 17 Mayıs 2021, 12:26   #2
Edebî
Publisher - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

Standart

Üniversite yıllarında okumuştum.
Aslında yıllar sonra bile tekrardan okunacak kitaplardan birisi.
Duygusuz, acımasız gibi görünen kişilerin altında çocukluk gelen travmalarla bazı şeylerin eksildiğinden, bununla birlikte farkında olmadan da çevreden, dış dünyadan etkilendiğinden bununla birlikte bir süreden sonra aslında bundan da rahatsız olduğunu gösteren bir tasvirin yani bir budalanın hikayesi.

Açık, dürüst insanın bu yaşamda yer edinememesidir.

Hep derim insanın asıl derdi kendisir.
Tamamen içsel bir süreçtir.

Emeğine sağlık Sevgili @[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] .

 


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Kapalı
Refbacks are Kapalı





Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 23:48.