IRCRehberi.Net- Türkiyenin En iyi IRC ve Genel Forum Sitesi  
 sohbet
Sohbet chat


💬 Bu Alana Reklam Ver ! 🎉 Hemen Katıl!
 
Seçenekler Stil
Alt 06 Temmuz 2024, 22:48   #1
Standart Küçük Asker Hikayesi ve Guy De Maupassant

Küçük Asker Hikayesi ve Guy De Maupassant

Her pazar özgür kalır kalmaz iki küçük asker yola düzülürdü. Kışladan çıkınca sağa dönerler, bir askerlik gezintisi yapıyorlarmış gibi sıkı adımlarla Courbevoie’yı geçerler, sonra evlerden ayrıldıkları vakit daha rahat bir yürüyüşle Bezons’a giden tozlu ve çıplak yolu tuttururlardı.

Yenleri ellerini örten çok geniş, çok uzun kaputlarının içinde yitmiş, hızlı gitmek için onlara bacaklarını ayırtan çok bol kırmızı pantolonlarından sıkılmış, cılız, ufak tefek kimselerdi. Katı ve yüksek başlıklarının altında da güya birer yüz, durgun ve yumuşak mavi gözleriyle hemen hemen hayvanca birer saflığı olan iki zavallı küçük Britanyalı yüzü görünürdü.

Yolda hiç konuşmazlar, ha bire yürürlerdi. İkisinin de kafasında birbirinin aynı olan tek bir düşünce, gidecekleri yerin düşüncesi vardı ve bu konuşma yerine geçerdi. Çünkü küçük Champioux Ormanı’nın ağzında, kendilerine memleketlerini hatırlatan bir köşe bulmuşlardı. Ancak orada erince kavuşurlardı.

Colombes ve Chatou yollarının çatında, ağaçlığa varınca, kafalarını ezen başlıklarını çıkarırlar ve alınlarını silerlerdi.

Bezons Köprüsü’nün üstünde Seine’e bakmak için her zaman biraz dururlardı. Orada korkuluğa abanıp iki kat olarak iki üç dakika kalırlardı. Yahut da içinde gezinti sandallarının beyaz ve yana yatık yelkenleri koşuşan ve kendilerine belki de Britanya denizini, komşusu bulundukları Vannes limanını ve Morbihan Körfezi’nden açık denize doğrulmuş balıkçı gemilerini anımsatan büyük Argenteuil Koyağı’nı seyrederlerdi.

Seine’i aşar aşmaz semtin kasabasından, ekmekçisinden ve şarapçısından yiyeceklerini satın alırlardı. Mendillerine koydukları azık bir parça sucuktan, yirmi santimlik ekmekten ve bir litre kötü şaraptan ibaretti. Köyden çıkar çıkmaz da artık ağır aksak yürümeye ve konuşmaya başlarlardı.

Önlerinde ötesine berisine ağaç öbekleri serpilmiş yoksul bir ova, sonunda bir ormana, onların Kermarivan Ormanı’na benzettikleri küçük bir ormana ulaşırdı. Buğdaylarla yulaflar, ürünlerin taze yeşilliği içinde yiten dar yol boyunca uzanırdı ve Jean Kerderen her seferinde Luc Le Ganidec’e:

—Burası tıpkı Plounivon dolayı gibi, derdi.

—Evet, tıpkı orası.

Sonra yan yana, kafaları belli belirsiz memleket anılarının uyandırdığı düşlemlerle, beş santimlik eski taş basması resimlerdeki gibi saf düşlemlerle dolu, yürür geçerlerdi. Arkasından yine gözleri bir tarla köşesine, bir çite, bir kıraç yere, bir dörtyol ağzına, bir granit haça ilişirdi.

Yine her sefer, salt Locneuven’deki dolmeni andırdığı için, bir toprağa sınır olan bir taşın yanında dururlardı.

İlk ağaç öbeğine gelince Luc le Ganidec her pazar bir değnek, bir fındık dalı keser ve memleketindeki insanları düşünerek yavaş yavaş dalın kabuğunu soymaya başlardı.

Jean Kerderen azığı taşırdı.

Vakit vakit Luc, birkaç sözcükle onları uzun zaman düşündüren bir çocukluk olayını anımsatır, bir ad söylerdi. Ve memleket, uzaklardaki güzel memleket yavaş yavaş onları sarar, kaplar, ta öteden onlara biçimlerini, gürültülerini, hep bilinen ufuklarını, kokularını, içinde deniz rüzgârının koştuğu yeşil, fakat kısır kırın kokusunu gönderirdi.
 
 


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Kapalı
Refbacks are Kapalı





Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 23:27.