IRCRehberi.Net- Türkiyenin En iyi IRC ve Genel Forum Sitesi  
 sohbet
derya sohbet


5Beğeni(ler)
  • 2 Post By Yazgı
  • 2 Post By Publisher
  • 1 Post By judith


 
 
Seçenekler Stil
Alt 02 Mayıs 2020, 13:51   #1
Huysuz ve tatlı kadın..
Yazgı - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

Standart Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku

Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku


“Sadri Alışık denilen hergele, her filminde ağlardı. O ağladıkça ben de ağlardım. Nedenimi bilmez ağlardım. Ağladıkça Sadri’ye kıl kapar gıcık olurdum. Üçüncü şahıs olarak kalışına, hep gidici kadınları sevişine, bu gidiciliklerin mecburiyet gibi duruşuna, Sadri’nin bu mecburiyetlere, giden kişinin özgürlüğü olarak bakıp, ona ihanet etmemek için kendine ihanet edişine.”

48. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Geriye Kalan filmiyle En İyi Yönetmen ödülünü kazanan Çiğdem Vitrinel’in bu ikinci uzun metraj denemesi henüz ilk kitabını yayımlamaya hazırlanan Arif’in, Müzeyyen’e rastlamasıyla gelişen olayları konu alıyor. Arif, Müzeyyen ile tanışmasına tanışıyor ama Müzeyyen’in bir hayal ürünü mü yoksa gerçek mi olduğu sorusu film boyunca seyircinin aklını karıştırmaya devam ediyor.

İlhami Algör’ün bir döneme damga vuran Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku isimli eserinin beyazperdeye uyarlanacağı haberleri servis edilmeye başlandığı dönemden bu yana aklımda hep aynı soru vardı; “Bu öykü beyazperdeye nasıl uyarlanabilir ki?”

Kitabı okuyanların bileceği üzere hikaye boyunca okur, tamamen Arif karakterinin zihninde dolaşıyor. Bu sebeple zaten bire bir uyarlama yapılması neredeyse imkansız olan eserin beyazperdeye aktarılması da pek kolay bir iş değil. Bu noktadan yaklaşacak olursak Çiğdem Vitrinel’in ikinci uzun metraj denemesinde – daha büyük bir prodüksiyonda yer almasına rağmen – kült olmuş bir eserden esinlenmesi aslında büyük de bir risk taşıyor. Peki, yönetmen seyirciye aktarmak istediklerinde ne kadar başarılı oluyor, onu inceleyeceğiz.

Kitaptan bağımsız olarak filmde yaratılan Müzeyyen karakterinden bahsedecek olursak yönetmen; güçlü, orta sınıf, şehirli bir kadın portresi resmetmeyi tercih ediyor. Fakat, bunu yaparken kadın-erkek ilişkilerinde kadını daha yüksek bir yere koymaktan ziyade tamamen “insan” olmanın verdiği eşitlikten yola çıkıyor. Evet, Müzeyyen baskın ve güçlü bir karakter olarak okunabilir ama o da en basitinden eski sevgilisini unutmakta zorlanabiliyor, bir yanda “karın değil, fahişen olmayı isterim” derken diğer tarafta tam bir ev kadını olmayı dileyebiliyor. Kısacası Çiğdem Vitrinel karakterini yazarken yapay bir süper kahraman yaratmaktansa daha basit bir karakteri tercih ediyor. Keza Arif de dışarıdan bakıldığında daha güçlü bir erkek temsili olarak dikkat çekiyor. Lakin, Müzeyyen ile tanıştıktan sonra “insan” olmanın verdiği dürtülere yenik düşmekten kendini alıkoyamıyor. Üstelik bunu yaparken kendisiyle de ciddi bir savaş veriyor.

Kitaptan esinlenen kısımlara göz atacak olursak; özellikle kahvehanelerde geçen kısımların beni oldukça tatmin ettiğini söyleyebilirim. Yazarın zihninde dolaştığımız izlenimini seyirciye aktarmakta oldukça başarılı olduğunu savunabileceğimiz sahnelerde yer alan karakterleri günümüz erkek egemen yapısının dışavurumu olarak okumak mümkün. Filmin en büyük eksikliğinin ise kitaptan esinlenirken atlanan kısımlar olduğunu düşünüyorum. Kitap boyunca Türkiye’de nesilden nesile değişen müzik kültürüne dair oldukça önemli göndermeler varken, beyazperdeye aktarırken günümüzde oldukça popüler hale gelen Türkçe rock gibi keskin bir müzik türü tercih etmek abes olmuş, üstelik müziklerde de imzası bulunan ve filmde ufak da olsa bir rolü olan Harun Tekin’in filmdeki varlığını anlamlandırmak oldukça güç.

Çiğdem Vitrinel’in sinemayla, özellikle de hayatla ilgili dertleri olduğu Geriye Kalan’dan sonra ikinci filminde de hissediliyor. Bu sebeple ana akım sinemadan uzak durmaya çalışırken seyirciyi filmin içinde tutabilmek adına kendi üslubunu yansıtmaktan da çekinmiyor. Film boyunca gri tonlarının hakimiyeti buna iyi bir örnek olacaktır diye düşünüyorum. En önemlisiyse kadın-erkek ilişkisini inceleyen, popüler oyunculardan kurulu bir aşk filmi olmasına rağmen seyirciyi ağlatmak için klişe yöntemler kullanmıyor. Üstelik, Erdal Beşikçioğlu’nun muazzam performansına Sezin Akbaşoğulları’yla olan uyumu da eklenince ortaya tadından yenmeyecek bir seyirlik çıkıyor.

Sözün özü; özgün bir eser olarak değerlendirildiğinde ülke sinemamız adına klişe aşk filmlerinden ayrılan, seyirciyi filmden sonra uzun süre düşünmeye teşvik eden, başarılı bir film diyebilirim. Lakin, işin içine benim açımdan da oldukça önemli bir eser olan İlhami Algör’ün Müzeyyen’i girince ne yazık ki filmin eksilerini görmezden gelmek mümkün olmuyor.

Alıntı
 
Alt 26 Eylül 2020, 12:58   #2
Edebî
Publisher - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

Standart

2 kere baştan sona izlediğim filmlerdendir.
Kitabı bir yana bu filmde Erdal Beşikçioğlu’ndan başka kimseyi oynatamazlarmış. Nokta atışı yapmışlar. Filmde; tutkulu olan adamımız, gizemli, çekici ve aslında kötü olan bir kadını sevmektedir. Ona bir türlü neler düşündüğünü söyleyememektedir.
Hala bile ara ara açıp repliklerine bakasım gelir, öyle tadından yenmez.
Replik yapıştıralım;

"böyle bir kadın mı arıyordum acaba? hiçbir zamana ait değilmiş gibi duran, yetişecek hiçbir yeri yokmuş gibi kayıtsız yürüyen… pencereden giren sabah güneşlerine karşı birlikte uyanabileceğim… hem biraz sokulgan hem alıp başını giden… hem çapkın hem sadık…"

 
Alt 09 Kasım 2020, 11:19   #3
Standart

En çok "Aynı kitabı okuyup
farklı yerlerin altını çizmişiz.". sözü hoşuma gitmişti...

 


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Kapalı
Refbacks are Kapalı





Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 17:59.