![]() |
Rasyonalizm Felsefedeki önemli akımlardan biri olan, Akılcılık veya rasyonalizm olarak da adlandırılan, bilginin doğruluğunun duyum ve deneyimde değil düşüncede ve zihinde temellendirilebileceğini öne süren felsefi görüş. Rasyonalizm, Akılcılık yada usçuluk olarak da bilinir. (Os. Akliyye, Akliyyun mezhebi, Mezhebi akliyyun, Ehli Makul mezhebi, Vehbiyye; Fr. Rationalisme, Al. Rationalismus. İng. Rationalism, İt. Razionalismo). Doğruluğun ölçütünü ussallıkta bulan görüşlerin ve öğretilerin genel adı. Akılcılık, bilginin kaynağının akıl olduğunu; doğru bilginin ancak akıl ve düşünce ile elde edilebileceği tezini savunan felsefi yaklaşıma verilen isimdir.Buna göre, kesin ve evrensel bilgilere ancak akıl aracılığıyla ve tümdengelimli bir yöntemsel yaklaşımla ulaşılabilir.Dünya hakkındaki mühim olan bilginin sadece deney ötesi yöntemlerle elde edilebileceğini savunur. Akılcılık her bireyin eşit ve değişmez akli ve mantıki ilkelere sahip olduğunun kabulü ile, çeşitli a priori ve apaçık hakikatlerin varolduğunu kabul eder. Son zamanlarda, çeşitli dilbilimcilerin bazı dilbilim kavramları hakkındaki yazıları haricinde, a priori bilginin varlığı sıklıkla reddedilmiş, kabul edilse dahi etki alanı ve konumu daraltılmıştır. 1. Usçuluk deyimi, felsefe tarihlerinde çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. Genel anlamı düşünceci ve metafiziktir, bilginin duyumsal yanını yadsıyıp ussal yanını saltıklaştıran ve bilgiyi sadece usun ürünü sayan öğretiler bu adla andılır. Antikçağ Yunan düşüncesinde Parmenides, Sokrates ve Platon bu bilimdışı anlayışın başlıca temsilcileridir. Başta Parmenides olmak üzere Ksenofanes, Zenon ve Melissos gibi tüm Elea'lılar doğruya ancak düşünceyle, usla erişilebileceğini savunmuşlardır. Onlara göre, duyularımızla algıladığımız nesnel gerçeklik bir görüntüden, bir yanılsamadan ibarettir. Gerçek varlık ancak usun gözüyle görülebilir. Elealıların bu ilkel ve kesin usçuluklanndan sonra Platon'dan Descartes'a kadar usçuluk, doğuştancılıkla karışır. Kaldı ki bu iki anlayış arasında pek de önemli bir ayrım yoktur. Metafizik yapılı felsefe tarihleri, bilginin kaynağı üstünde ileri sürdükleri varsayımlar açısından, öğretileri dörde ayırırlar: 1a. Bilgilerimizin ustan geldiğini ileri süren bütün öğretiler usçuluk (rasyonalizm), 2b. Bilgilerimizin duyumlarımızla geldiğini ilerisüren bütün öğretiler duyumculuk (sansüalizm), 3c. Bilgilerimizin doğuştan geldiğini, doğduğumuz anda bütün bilgilerin bizde mevcut bulunduğunu ileri süren bütün öğretiler doğuştancılık (meizin-nativizm), 4d. Bilgilerimizin sezgimizle elde edildiğini ileri süren bütün öğretiler sezgicilik (entüvisyonizm -mistisizm) adı altında toplanır. Oysa, doğuştancılar da usçudurlar, çünkü bilgilerimizin doğduğumuz anda usumuzda mevcut bulunduğunu savunurlar. Örneğin Sokrates, gerçekte doğuştancıdır. Çünkü Sokratese göre bilgilerimiz doğuşumuzda mevcuttur, eğitimle meydana çıkarılabilir, uyandırılabilir. Sokrates gibi usçu sayılan antik çag Yunan düşünürü Platon da gerçekte doğuştancıdır, ona göre de bilgilerimiz doğduğumuz anda mevcuttur, o kadar ki dünyada görülenler bizde mevcut olan bu bilgilerin (ideler-idealizm) gölgelerinden başka bir şey değildir, insanlar da ilkin ideler alemindeydiler ve tüm bilgiydiler, dünyaya gelirken işte bu mevcut bilgilerini getirmektedirler. Bir başka açıdan usçuluk, sezgicilikle de karışır. Örneğin "Düşünüyorum, öyleyse varım" formülüyle varlığını düşünceye ve dolayısiyle usa indirgediğinden ötürü usçu sayılan Fransız düşünürü René Descartes, geçekte, usa pek az iş bırakmaktadır. Descartes'a göre nesnelerin niteliklerine özgü bilgiler duyumların işidir, başkalarından öğrendiğimiz bilgiler imgelenim (muhayyile) işidir, kitaplardan öğrendiğimiz bilgiler belleğin (hafıza) işidir, ancak Tanrılık bilgileridir ki ussal "seziş"in işidir. Descartes, şüpheci yönteminde ustan yola çıktığı halde bu sonuncu işi bile doğrudan usa vermemiş ve sezgiye bağlamıştır. Sinoza da bu anlamda sezgicidir. O da "ussal sezgi"nin sözünü eder. Usçu sayılan Alman düşünürü Immanuel Kant'ın da belli bir anlamda usçu sayılmaması gerekir, hernekadar bilgilerimizin doğuştan-ussal (Önsel) ulamlar içinde oluştuklarını ilerisürmüşse de bilgi sürecinde duyumların rolünü de yadsımamış, dahası, görünürlerin (fenomenlerin) altındaki kendiliğinde şey (numen)'in duyularımızla algılanamayacağı gibi usumuzla da bilinemeyeceğini savunmuştur. Kant'ın tüm çabası, bilgi sürecinde duyumun ve usun paylarını doğru olarak saptamaktır. Usçuluğun büyük temsilcilerinden sayılan Alman düşünürü Leibniz'e göre kimi kavramlar (örneğin tanrı kavramı, geometrik kavramlar, sayılar) daha doğuşumuzda, deneyden önce (önsel olarak) usumuzda bulunurlar; deney bize ne tanrıyı, ne bir üçgen kavramını, ne de sayıları verebilir. Ama bunlar duyu izlenimleri olmaksızın anlık (La. Intellectus)'ımıza çıkamazlar. Leibniz, Nouveaux essais (Yeni denemeler)'sinde usçuluğu şiddetle eleştiren İngiliz görgücüsü (ampiristi) Locke'a hak verir; elbette yeni doğan bir çocuk ne tanrıyı, ne geometrik kavramları, ne de sayıları bilir. Ama bunlar onun ruhunda gizlidirler ve duyu izlenimleriyle gelişip belirginileşirler. Leibniz, Locke'un "duyulardan geçmemiş olan anlıkta da bulunamaz" sözüne anlıgın kendisinden başka (La. Nisi ipse intellectus) sözünü ekler, demek ister ki "anlık olmazsa duyular da hiç bir bilgi getiremez". Metafizikiçi felsefe tarihçileri, Alman düşünürü Hegel'i de usçuluğun doruğu sayarlar, hiç de öyle değildir. Hegel, tüm nesnel gerçekliği kavramlardan, eşdeyişle ussal olandan türetiği halde ussalla duyumsalın eytişimsel birliğini ilk sezen düşünürdür. Bu düşünceci ve metafizik anlamdaki usçuluk, görgücülüğe (ampirizme) ve duyumculuğa (sansüalizme) karşıttır. Ne var ki görgücülük ve duyumculuk da, usçuluk kadar, yanılgılıdır; bilgilenme sürecinin duyumsal yanını abartıp saltıklaştırır ve ussal yanını yadsır ya da en azından küçümser. Bundan ötürüdür ki burjuva ideologlannca duyumculuk ve görgücülük de, usçuluk kadar, tutulur ve yayılmaya çalışılır (Burjuva ideologları yanılgılı olmayan ve bundan ötürü de yanıltıcı olmayan hiç bir öğretiyi tutmazlar). Usçuluğu, nesnel gerçekliği küçümseyip örneğin sömürü kavramı dilden atılırsa sömürü olayının da yokolacağı gibi varsayımlara olanak sağladığından; görgücülükle duyumculuğu, ussal olanı küçümseyip yüzeysel görünuşlerle yetinerek örneğin sömürü düzeninin içyüzünü ortaya çıkarmaya olanak sağlamadığından tutarlar. Bu bilimdışı görüşler, Marksist öğretiyle aşılmıştır. 2. Tanrıbilimsel anlamda usçuluk, dinin usauygun bulunduğunu dilegetirir. Çünkü, bu anlayışa göre, us tanrı vergisidir. Tanrıbilimsel usçuluk (Os. Akliyyei lahutiyye, Fr. Rationalisme théologique)'un bir başka anlamı da vardır, bu başka anlamda dinsel inakların ancak usauygun bulunmasıyla kabul edilebileceğini dilegetirir. Ne var ki hiçbir dinsel inak tanrıbilimcilerce usauygun olmadığı gerekçesiyle yadsınmamıştır, ancak ussal sözçevirim (Os. Tevil, Fr. Dénaturer)'lerle açıklanmaya çalışılmıştır. 3. Gerçek anlamda usçuluk, din ve idealizm egemenliğine karşı insan usunun sınırsız olanaklarına güveni dilegetirir. Özellikle XVII. yüzyıldaki Descartes usçuluğu bu açıdan ilerici bir yapıdadır. Usçuluk, bu anlamında, usdışı ve usaaykırı olana karşı koyan öğretilerin genel adıdır. İnana karşı usu çıkarır ve her türlü doğaüstü verileri yadsır. Daha Homeros'ta bile insanlar tanrılarını kendi uslarına göre biçimlendirirler, tanrıların yaşamını kendi ussal tasarımlarıyla düzenlerler. Aristoteles, Platon'un doğuştancı usçuluğuna karşı çıkar. Aristoteles'e göre usumuzda bilgi yoktur, bilgiler duyumlarımızla deneylerden elde ettiğimiz öğelerden usumuz tarafından yapılır. Daha açık bir deyişle us, bilgi taşıyıcısı değil, bilgi yapıcısıdır, bilgi yapmak için gerekli malzemeyi dış dünyadan alır. Gerçek usçuluğun anlamı da bundan ibarettir. Aristoteles usu, etkin us (aktif akıl) ve edilgin us (pasif akıl) olmak üzere ikiye ayırır, deney ve gözlemlerle elde edilen maddi malzemeyi algılayan edilgin us, bu malzemeden bilgi yapan da etkin ustur. Aristoteles bu düşüncesiyle, Alman düşünürü Immanuel Kant'a öncülük etmiştir. Usçuluk, bu anlamda, usaaykırıcılığın (irrasyonalizmin) karşıtıdır. Bu görüşe göre, kesin bilgi örneği matematiktir. Hakikate ve eşyanın bilgisine sadece akıl ile erişilebileceğini savunur. Bu sebeple akılcılık,deneyciliğin karşıtıdır. Akla karşı yaklaşım pek çok bağlamda dindeki vahiyle yahut etikteki duygu ve hisle karşılaştırılan bir yaklaşımdır. Bununla birlikte felsefede akıl genellikle içgörüyle (içe doğmayla değil) karşılaştırılır. Batı'da akılcı gelenek Elealılar, Pitagorasçılar ve Platon ile (aklın kendine yeterliliği teorisi Yeni-platonculuğun ve idealizmin başat temasıdır) başlar(Runes, 263). Aydınlanma'dan beri akılcılık felsefenin hizmetine matematiğin yöntemlerini sunmaya çalışır. Descartes, Leibniz ve Spinoza buna örnek gösterilebilir(Bourke, 263). Akılcılık Avrupa'da genellikle kıta felsefesi olarak bilinir, çünkü İngiltere'de deneycilik daha baskındır. Nitekim Leibniz ve Spinoza gibi filozofların düşünceleri, İngiliz deneyci filozoflarınkilerle sık sık karşılaştırılmıştır. Fakat bu akılcılık ve deneycilik akımları ile filozofların akılcı ve deneyci fikirleri detaylıca incelendiğinde pek doğru bir eylem veya bakış açısı değildir. Geniş bir bakış açısından bir filozof hem akılcı hem de deneyci olabilir(Lacey, 286–287). Aşırı noktasında, deneycilik deneyim dışı her türlü bilgiyi reddeder ve her türlü bilginin deneyim ile edinildiğini savunur. Akılcılık ise, aşırı noktada bilginin deneyim ve algı olmaksızın saf akıl ile tamamen ve en iyi şekilde edilnilebileceğini savunur. Yani deneycilik ile akılcılık arasında en temel tartışma (insan) bilgi(si)nin kaynağıdır. Bununla birlikte, bu tüm rasyonalistlerin doğa bilimlerinin deneyimsel bilgi ve algıların yardımı olmadan tam anlamıyla bilinebileceğini öne sürdükleri anlamına gelmez. Aslında çoğu rasyonalist filozof deneyime de en azından belirli oranda önem vermiştir ve belirtilen derecede aşırı bir noktada bulunan herhangi bir rasyonalist okul ortaya çıkmamıştır(Hatfield). Felsefi bir okul olarak akılcılık ve içerdiği temel ilkeler 18. yüzyılda büyük bir eleştiriye maruz kalmıştır. Bununla birlikte bu dönemde de, sayıları az da olsa, akılcılığı savunan filozoflar olmuştur. Örneğin Alman Christian August Crusius ve yine Alman Moses Mendelssohn. 18. yüzyıl'da akılcılığa en büyük eleştiri deneyci çevrelerden gelmiştir. Bununla birlikte, örneğin Alman filozof Kant da geleneksel akılcı düşünce okulunu tenkit etmiştir.Kant eleştirel bir değerlendirmeyle yeni bir rasyonalizm fikrini temelendirmeye yönelir.Rasyonalizm gelenegi başlangıcından itibaren ele alındiığında karşımıza pek çok farklı türlerde rasyonalizm yorumları ya da yaklaşım biçimiyle karşılaşılır. Pipo'sunu yakar... |
| Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 00:01. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.
Copyright ©2019 - 2025 | IRCRehberi.Net