![]() |
![]() |
#1 |
![]() ![]() ![]() ve bu benim yani bir yalnız kadın ve soğuk bir mevsimin eşiğinde belirsizliğini anlamanın başlangıcında, tüm yeryüzü varlığının yalın ve kederli umutsuzluğunu, gökyüzünün güçsüzlüğünü, bu betona kesmiş ellerin akıp gitti zaman gitti zaman ve saat tam dört kez çaldı dört kez çaldı aralık ayının yirmisi bugün ve artık mevsimlerin gizini biliyorum dakikaların söylediklerini uzanmış yatıyor mezarında kurtarıcı ve dinginliğe bir işaret gibi toprak, barındıran toprak gitti zaman ve saat tam dört kez çaldı sokakta rüzgar sokakta rüzgar ve ben çiçeklerin sevişmesini düşünüyorum ince sapları, kansız goncaları ve bu veremli, yorgun zamanı bir adam geçiyor ıslak ağaçlar altından mavi damarları boynunun kayıyor ölü yılanlar gibi iki yandan yukarılara doğru gelince tam karmakarışık şakaklarına bir kez daha fısıldıyorlar o kanlı sözcüğü “selam! ” “selam! ” ve ben çiçeklerin sevişmesini düşünüyorum. soğuk mevsimin eşiğinde ve yaslı buluşmasında aynaların toplantısında kederli ve soluk yaşam deneylerinin suskunluğun bilgisiyle döllenmiş günbatımında nasıl dur emri verilebilir sabırlı, ağır, avare yürüyen bu adama? hiç yaşamadığı nasıl söylenebilir, hiçbir zaman yaşamadığı? rüzgar esiyor sokakta yalnız ve içlerine çekilmiş kargalar uçuşuyorlar yaşlı, kasvetli bahçelerde ve tanrım ne kadar kısa merdivenin boyu! onlar bir yüreğin bütün saflığını alıp götürdüler kendileriyle birlikte masallar sarayına şimdi artık artık nasıl fırlayıp dans edebilir insan? nasıl dökebilir akan sulara çocukluğunun saçlarını ve koparıp kokladığı elmanı nasıl ezebilir ayaklarıyla? ey sevgilim! ey tek sevgilim! ne çok kara bulut var güneşin şölenini kollayan! sanırım uçuşu düşlediğin yolda göründü o kuş ve sanırım hayalgücünün yeşil çizgilerinde oluşan o taptaze yapraklar sabah esintisinin isteğiyle nefes alıyorlar sanırım pencerenin lekesiz belleğinde yanar gördüğün o menekşe renkli alev çocuksu bir lamba tasarımından başka bir şey değildi sokakta rüzgar esiyor yıkımın başlangıcıdır bu ellerinin yıkıldığı günde esiyordu rüzgar sevgili yıldızlar! kağıttan yapılma sevgili yıldızlar! esmeye başlayınca yalan gökyüzünde nasıl sığınabiliriz yenik peygamberlerin surelerine? o zaman binlerce yıldır ölüymüşüz gibi karşılaşacağız ve güneş yargılayacak gövdelerimizin çürümesini üşüyorum üşüyorum ve sanırım artık hiç ısınamıyacağım ey sevgilim! ey tek sevgilim “kaç yıllıktı acaba o şarap? ” bak burada ne kadar ağır zaman ve nasıl kemiriyor balıklar benim tenimi! niçin hep denizin altında tutuyorsun beni? üşüyorum ben ve sedef küpelerden nefret ediyorum üşüyorum ve biliyorum bir yaban lalesinin kırmızı düşlerinden bir kaç damla kandan başka hiç bir şey kalmayak yerde. bırakacağım artık çizgileri bir yana sayıları saymayı da çıkacağım sınırlı geometrilerin odalarından sezgi alanlarının genişliğine sığınacağım çıplağım ben, çıplağım, çırılçıplağım sevgi sözcüklerinin arasındaki sessizlikler kadar çıplak ve aşktan benim tüm yaralarım aşktan aşktan aşktan! ben bu avare adayı başkaldıran okyanustan geçirdim patlayan yanardağlardan ve parçalanmak: giziydi tüm gövdenin güneşler doğdu parçalarından selam ey masum gece! selam çöl kurtlarının gözlerini bile inanç ve güven oyuklarına döndüren gece! derelerinin kıyılarında söğüt ruhları kokluyor baltaların sevecen gölgesini düşüncelerin, sözcüklerin ve seslerin ilgisiz oldukları bir dünyadan geliyorum ben ve ne kadar yılan yuvasına benziyor bu yeryüzü seni öperken bile düşlerinde darağacına senin için ipler ören adamların ayak sesleriyle dolu selam ey masum gece! her zaman bir aralık var pencere ile görmek arasında niçin bakmadım niçin bir adam yağmurlu ağaçların altından geçerken baktığım gibi? niçin bakmadım annem ağlıyor sandığım o gece? bir acı duyduğum ve dölün biçimlendiği akasya salkımlarının gelini olduğum mavi çini sesleriyle dolduğu tüm isfahan’ın öbür yarım olan insanın içime geri döndüğü o gece? aynada görüyordum onu aynanın kendisi gibiydi temiz ve ışıklı seslendi birden ve ben akasya salkımlarının gelini oldum… o gece, annemin ağladığını sandığım nasıl anlamsız bir ışık belirdi küçük pencereden niçin bakmadım? biliyordu tüm mutluluk anlarını yıkılacak senin ellerin ve ben bakmadım açılan penceresinden saatin yaslı kanarya dört kez ötünceye kadar ötünceye kadar dört kez sonra o küçük kadınla karşılaştım gözleri simurg’un yuvası kadar boş salınan kalçalarıyla yürüyüp götürdü kızıllığını göz kamaştıran düşlerimin kendisiyle birlikte gecenin yatağına… yeniden tarayabilecek miyim saçlarımı rüzgarla? menekşeler dikebilecek miyim yeniden bahçelere? ve pencerenin ardında duran gökyüzüne sardunyalar dizebilecek miyim? acaba yeniden dansedebilecek miyim kadehler üstünde? kapı zili çağıracak mı beni yeniden bir bekleyişe? “artık bitti” dedim anneme “düşünmeye fırsat bile kalmadan olur olanlar… gazeteye bir başsağlığı ilanı versek? ” boş boş ama güvenle dolu bak dişleri nasıl bir marş söylüyor çiğnerken lokmaları ve nasıl yırtıyor dikip gözlerini bakarken ıslanan ağaçların altından geçerken nasıl sabırlı ağır avare! saat dörtte tam o anda mavi damarları boynunun kayıyor ölü yılanlar gibi iki yandan yukarılara doğru gelince tam karmakarışık şakaklarına bir kez daha fısıldıyorlar o kanlı sözcüğü “selam! ” “selam! ” sen hiç dört mavi lale kokladın mı? zaman geçti zaman geçti ve akasyanın çıplak dallarına düştü gece kaydı pencerenin camları ardından ve soğuk diliyle topladı tüketilmiş gündüzün artıklarını nereden geliyorum ben? ben nereden geliyorum? kokusuna bulanmış olarak gecenin henüz çok taze mezar toprağı o iki taze elin mezar toprağı nasıl sevecendin ey sevgilim, ey tek sevgilim nasıl da sevecendin yalan söylerken bana kapatırken göz kapaklarını aynaların ve avizelerin incecik saplarını koparırken götürürken beni karanlıkta aşkın ovalarına bir susuzluk yangınından çıkan o baş döndürücü buğu uzanır uykunun çimenlerine! o kağıttan yapma yıldızlar dönüp duruyor sonsuzluğun çevresinde niçin sözü sesle söylediler? niçin görme’nin evine konuk ettiler bakışı? niçin götürdüler okşamayı kızlık saçlarının utangaçlığına? burada bak, sözle konuşan bakışla okşayan ve okşayarak dinginlik bulan o insanın canı nasıl gerildi kuşkuların çarmıhına ve nasıl gerçeğin beş harfi olan dallarının izleri beş parmağının kaldı onun yüzünde! nedir sessizlik, nedir, nedir ey sevgilim? nedir sessizlik söylenmeyen sözlerden başka? susuyorum ben ama dili serçelerin doğa şenliğinde akan cümlelerin yaşam dilidir serçelerin dili, yani: bahar. yaprak. bahar. serçelerin dili: meltem. koku. meltem. fabrikalarda ölüyor şimdi serçelerin dili kimdir bu insan, caddesinde sonsuzluğun yürüyen bir birlik anına doğru ve yıllardır taşıdığı saati kim bu, horozlar ötmeye başlayınca doğan günün yüreği yerine kahvaltının hazır olduğunu düşünen kimdir bu insan, hem başında bir aşk çelengi hem de çürüyen düğün giysileri içinde? demek vurmadı sonunda güneş aynı anda ikisine birden kutupların ve çıkıp gitti gövdeni dolduran çınlayışı mavi çinilerin öylesine doluyum ki, tapınıyorlar sesimin üstünde… mutlu cesetler kederli cesetler cesetler suskun ve düşünceli inceliksever, giyimsever, yemeksever belirli zamanların dudaklarında ve kuşkulu zemininde gelip geçen ışıkların istekle dolu boşunalığın çürümüş meyvalarını toplarken ah, ne kadar insan var kavşaklarda merakla olay bekleyen tam da dur işareti verilirken ezilmiş olmalı olmalı olmalı zamanın tekerleri altında yağmurlu ağaçların yanından geçen adam.
________________
Fuego, sonrisas, realidad y dolor . . . Bırak elinde ki kalemi diyorlar, bırak şeytan doldurur. Ve bugün imge dediğin her şey, bir anda bizim gibi bir katil olur.. |
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|