Tekil Mesaj gösterimi
Alt 18 Temmuz 2021, 17:08   #1
Artist
Yanlış Bildiğin Yolda; Herkesle yürüyeceğine Doğru Bildiğin Yolda; Tek başına yürü..
Artist - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

Standart Gönlümüzün Bob Marley'i Rasim Öztekin


Gönlümüzün Bob Marley’i, evimizin Fehmi Baba’sı, nükteleriyle zihnimizi tazeleyen Muzo’muz Rasim Öztekin’in hayat hikâyesidir.

Vedalara dayanmıyor kalbimiz Rasim Abi, onun için sana “Merhaba!”

Çocukluğu ve eğitim hayatı

Rasim, 14 Ocak 1959’da, İstanbul’da Şükran ve Atilla Fazlı Öztekin çiftinin çocukları olarak dünyaya geldi. Oldukça modern ve çağdaş bir aile ortamında büyüdü. Evde her şey demokrasi ile işliyordu.

Ailesi, Rasim’i her kararında destekliyor ve hep yanında oluyordu. Belki de bu sayede Türk tiyatrosu doğal bir yetenek, özel bir oyuncu kazandı.

Lise eğitimini Galatasaray Lisesi’nde alan Rasim, belki de ilk şanslı adımlarını burada attı. O zaman farkında değildi, ama yıllar sonra ortaoyunun sembolü olan kavuğu kendisine teslim edecek olan ustası Ferhan Şensoy, buradan tanıdığı bir ağabeyiydi. Yıllar sonra eşi Esra Kazancıbaşı’na verdiği röportajda, “Bana göre gerçek hayatta da ağabeyimdir,” diyecekti.

Bunun da yanında okuduğu liseye vefasını, güzel düşüncelerini bir ömür taşıyacaktı. Yine bir başka röportajında Galatasaray Lisesi’ni şöyle anlatıyordu:

“Galatasaray Lisesi sadece bir lise değildir. Galatasaray Lisesi aynı zamanda çok önemli bir kurumdur. Yaşamda ayakta kalmayı öğretir. Nasıl kalınacağını öğretir ve orada aldığın eğitimin yanı sıra seni çok ufak yaştan itibaren hayata hazırlar. Galatasaray Lisesi’nin hayatımdaki en önemli anlamı budur.

İkincisi ise Galatasaray Lisesi dayanışması vardır. Hayatın boyunca kendini yalnız hissetmezsin. Mutlaka yanında birileri vardır. Sıkıştığın zaman yanında olacağını bildiğin arkadaşların vardır. Onun için Galatasaray Lisesi aslında bir lise değil bambaşka çok büyük bir kavramdır.”

Üniversitede ise gazetecilik bölümünü tercih etti, ancak kendisine uygun olmadığını anlaması çok uzun sürmedi. Aslında uygunluktan ziyade bir karar vermesi gerekiyordu.

Eğitimini yarıda kesti. Kendisinin de yıllar sonra açıklayacağı gibi, aslında o gazetecilik yapmıyordu. Çünkü gazetecilik okurken bir yandan da tiyatroyla ilgileniyordu. Hatta okula başladığında tanınan profesyonel bir oyuncuydu. Gazetecilik yapmayı isteseydi bile tiyatronun buna izin vermeyeceğini anlamıştı.

Oyunculuğu düşündüğünden de fazla sevmişti, okul bittiğinde oyunculuğu bırakıp gazeteciliğe başlamak çok da mantıklı gelmiyordu. Geriye sadece lise sıralarında hiç de planlamadan başlayan tiyatro serüvenin hayatını şekillendirmesine izin vermek kalmıştı.

Tabii tek sebep böylesine duygusal bir yaklaşım değildi. O nedenlerden biri de eski yöntemlerin öğretilmesini bir türlü kabullenememesiydi. Bir röportajında kendisine yöneltilen soruda “Biliyor musunuz, hâlâ öyle,” diyen röportörü şöyle yanıtlıyordu Rasim:

“Yapma yav... Okulun en önemli dersi stenografiydi. Hocaya diyorum ki: “Yeni bir şey icat etti Japonlar. Düğmeye basıyorsunuz, o sesi kaydediyor. Sonra da siz onu dinliyorsunuz.” Sürekli beni dersten kovuyordu. Herif de haklı, stenografi kalksa adam aç kalacak. Her yıl aynı ders vardı. Fotoğrafçılık dersi vardı, her derste karanlık odaya sadece 2 kişi girebiliyordu. Bütün yıl o odaya girmeyi beklerdik. Ben hiç beceremedim girmeyi. Allah’tan karanlık odaya kalmadık. Hâlâ o ders vardır.

… Bizim zamanımızda da bilgisayara geçilmişti. Dijital baskı vardı ama biz son teknik olarak web ofset baskıyı okuyorduk.”

Son nokta ise yaşadığı kovulmalar oldu. Rasim, bir gazetede yazılar yazmaya başlamıştı. Yönetim değişince onu kovdular. Pek takılmadı, sonra bir başka gazetede yazmaya başladı. Ancak orada da yönetim değiştiğinde yine ilk kovulan o oldu. Bu konuyu da şöyle anlatıyordu:

“… Benim en taktığımsa, gelen yönetim ilk icraat olarak beni kovuyor. “Rasim mi? Hemen hemen atın onu” diyor. O ana kadar gazetenin kötü gidişatından ben sorumluymuşum gibi ilk ben kovuluyorum. İkinci kovulayım bari! Sonra ben de bıraktım gazeteciliği. Madem her şeyin sebebi benim, ben de basın kendini toparlasın diye bıraktım. (Gülüyor.)”

İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nun Rasim’e kattığı bir güzellik de vardı aslında, ama henüz bunu bilmiyordu.

Tiyatro ile ilk tanışma

Rasim, lisede tiyatro kolunu seçmişti. Aslında bu konuda bir iddiası yoktu. Tiyatro kolu başkanı olmuştu, ama gözü sahnede hiç değildi. Arkadaşlarına, siz oynarsınız ben de okulun idari işlerini sürdürürüm, diyordu.

Bir gün 72. Koğuş oyunun oynanmasına karar verildi. Karar verilmişti verilmesine de bir türlü oyuncu kadrosu tamam olamıyordu. Sonunda Rasim, Berbat rolünü oynamaya mecbur kaldı. “Ondan sonra da derler ya kulis tozu yutma, o tozu yuttuk,” diyordu.

Sahnenin tozunu bir kez yutan Rasim bu işi sevmişti. Sahnede gözü yoktu, ama hem yavaş yavaş hem de aniden onun bir parçası oluvermişti. O deli kan damarlarında dolaşmaya başlamıştı bir kere.

1977 yılında Kadıköy Halk Eğitim, İstanbul Akademik Sanatçılar Topluluğu ve ardından Nöbetçi Tiyatro’da sürdürdüğü amatör tiyatro çalışmalarının peşini profesyonel çalışmalar izledi.

1980 yılında Ferhan Şensoy’un Ortaoyuncular Topluluğu’na katılarak profesyonelliğe ilk adımını attı. İşte Şensoy ile ağabeylik kardeşlik ilişkisi şimdi pekişmeye başlayacaktı.

1992 yılına kadar "Şahları da Vururlar, Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı, İçinden Tramvay Geçen Şarkı, İstanbul’u Satıyorum" gibi önemli oyunlarda rol aldı.

Rasim Öztekin evlendi

Rasim Öztekin iki kez evlendi. İlk evliliğini Zeynep Aslıhan İsbay ile yaptı.Çiftin 1987 yılında Pelin adını verdikleri bir kız çocukları dünyaya geldi. Pelin Öztekin de babasının izinden giderek oyuncu oldu.

İkinci evliliğini ise 2005’te Esra Kazancıbaşı ile yapan Öztekin, bir röportajda tanışma hikâyelerini şöyle anlatıyordu:

“Üniversite döneminden tanışıyoruz. İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksek okulundaydık. O dönem tanışıklığımız sadece selamlaştığımız bir arkadaşlıktan ibaretti. İleriki yıllarda Esra gazeteci oldu, aynı ortamlarda fazla bulunmaya başladık. Esra Show TV’de çalıştığı sırada konuk ihtiyacı olmuştu. Benimle görüştü ve ben de onu tavladım.”

İşte üniversitenin hayatına yıllar sonra kattığı o güzellik eşiydi. Öztekin çifti birlikte en çok gezmeyi, yeni yerler keşfetmeyi seviyorlardı. Hayatı paylaşmaktan keyif alıyorlardı. Ev içinde yardımcı olmak diye bir şey yoktu, onun adı paylaşmaktı. Rasim’in paylaşmayı en çok sevdiği şeyse yaptığı yemeklerdi.

Esra Hanım yemek yapmaktan pek hoşlanmazken Rasim mutfakta dinlendiğini hissediyordu. Biri yemek yemeyi, diğeri ise yaptıklarının yenmesini seviyordu. Onlarınki her anlamda dengeli bir buluşmaydı. Yemekler de çok lezzetliydi hani. Birbirlerinin özgür alanlarına da müdahale etmiyorlardı. Birlikte en büyük hayalleri ise yılın on iki ayı gezmekti.

Sinema ve televizyonda Rasim Öztekin

90’lı yıllara gelindiğinde Rasim Öztekin’in kamera ile olan yolculuğu başladı. 1992-1995 yılları arasında Nükhet Duru ve Demet Akbağ ile Müzikomedi, Hülya Avşar ve Demet Akbağ ile birlikte de Mega Show adlı televizyon programlarını yaptı.

1994 yılında Gani Müjde ve Yılmaz Erdoğan’ın kaleme aldığı 2071’de Türkiye adlı müzikali sahneledi.

1995 yılında da Ortaoyuncularla birlikte Aptallara Güzel Gelen Televizyon Dizileri, Çok Tuhaf Soruşturma ve Fişne Bahçesi gibi birçok projede yer aldı. Rasim Öztekin, 90’lı yıllarda mizah söz konusu olduğunda her yerdeydi. Hele ustası Ferhan Şensoy varsa orada Rasim de vardı.

Köşedönücü, Biraz Düş Biraz Gülüş, Eğrisiyle Doğrusuyla, Bir Yaz Gecesi Eğlencesi, Boş Gezen ve Kalfası, Başka İstanbul Yok ve Yeni Hayat adlı televizyon dizilerinde rol alan ve her rolüyle sevilen Öztekin, kuşkusuz en çok Seksenler dizisindeki “Fehmi Baba” karakteriyle hafızalara kazındı.

Televizyon karşısında seyrederken tüm samimiyetiyle ruhumuza sirayet eden Fehmi Baba, evimizin içindeki babaydı sanki. Onu işte öyle sevdik.

Televizyon dizilerinin yanı sıra sinema filmlerinde de ilgi çeken isimlerden biriydi. Bir Günlük Aşk Hikayesi, 72. Koğuş, Arabesk, Tersine Dünya, Passion Du Turca, Pardon, Şans Kapıyı Kırınca, Mandıra Filozofu, Baba Parası gibi pek çok film için kamera karşısına geçen Öztekin, özellikle “Bob Marley Faruk” ve “Muzo” karakterleriyle unutulmazlar arasına yazıldı.

G.O.R.A’da hayat verdiği Bob Marley Faruk karakterinin Arif Işık karakterine verdiği öğüt hafızlardaki yerini aldı:

"Fazla dikkat çekiyorsun, yapma!"

Bir diğer çok sevilen “Muzo” karakterini canlandırıken ise ustası Ferhan Şensoy ile kamera karşısındaydı. Pardon adlı filmde Muzo karakterine hayat veren Öztekin’in burada hafızalara kazınan repliği ise şu oldu:

“Sigaramız diye genel bir durum yok.”

Öztekin, sadece kamera karşısında yer almadı. Yönetmenlik ve yanı sıra TRT için metin yazarlığı, bir dönem de Akşam Gazetesi’nde köşe yazarlığı yaptı. Hatta son dönemlerde Youtube için içerik de üretiyordu.

Sanat yaşamı boyunca Erol Günaydın, Münir Özkul, Ferhan Şensoy, Tuncel Kurtiz, Zeliha Berksoy gibi çok değerli isimlerle karşılıklı oynama fırsatı yakalamıştı. Tabii keşkeleri de vardı. Onları da bir röportajında şöyle anlatıyordu:

“O kadar çok ki bizim Türk tiyatro, sinema camiasında keşke karşılıklı oynasaydım dediğim; mesela Gazanfer Özcan var. Yine sinemada Sadri Alışık vardır. Keşke bu isimlerle karşılıklı oynayabilseydim. Daha bir sürü isim var aslında, ama bu oyuncularla maalesef bir arada olamadım…”


Rasim, mesleğinin her şeyden önce disiplin gerektirdiğine inanırdı. Ustalarından böyle görmüştü. Sette lakaytlık ve geç kalmaya hiç tahammülü yoktu. Ayrıca tiyatro, sinema ve dizi oyunculuğunun üç ayrı oyunculuk şekli olduğunu düşünüyordu. Her ne kadar farklı olsalar da hepsinin temeli tiyatroya dayanıyordu. “Oradan eğitilerek gelmen lazım, tiyatrodan eğitilmeden gelenlerin oyunculuğunun çok süreceğine inanmıyorum,” diyordu.

Ve şöyle devam ediyordu konuşmasına:

"Oyuncunun tiyatronun tedrisatından mutlaka geçmesi gerekiyor. Ancak ondan sonra yani epey tiyatro yaptıktan sonra oyuncu olmaya başlıyorsun. Dolayısıyla ilk başta tiyatrodur ötekiler yan sanayidir. Tiyatronun yan sanayileridir.”


Elbette kariyeri ödüllerle de taçlandı. 1988’de Altan Erbulak Ödülleri’nde En İyi Oyuncu Ödülü’ne layık görülen Öztekin, 1995’te İsmail Dümbüllü Ödülleri’nde Yılın En Başarılı Oyuncusu, 2003 Afife Jale Tiyatro Ödülleri’nde komedi ve müzikal dalında En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, 2010’da Ayaklı Gazete Yılın En İyi Yardımcı Erkek Oyuncusu Ödülü’nü alırken, 2011 yılında da Yılın Nasrettin Hocası seçildi.

Sahnede hastalandı

Lisede bir öğrenciyken öylesine başlayan sahne yolculuğu yıllarca sürmüştü. Hiç hesapta yokken kalbinde büyüttüğü tiyatro aşkı, içinde bambaşka bir yer edinmişti.

Öyle ki hastalık bile onu gelip sahnede buldu. Öztekin’in sağlığı bozulmaya başladığının sinyallerini 2004’te kalp yetmezliği tanısı konduğunda vermeye başlamıştı.

2009 yılının Ocak ayında ise Boş Gezen ve Kalfası adlı oyunda oynuyordu. İşte günlerden bir gün bu oyun sırasında sahnede kalbinden rahatsızlandı. Yirmi günü yoğun bakımda geçen iki buçuk aylık bir hastane süreci geçirdi.

Kalp pili takılan Öztekin’in yaşamı bundan böyle sağlık koşulları çevresine gelişecekti. Bir röportajında kendisine bundan sonra değişenler üzerine yöneltilen soruyu şöyle yanıtlamıştı:

“Çok şeyler değişti… Bir kere kendimi ekonomik kullanmaya karar verdim. Her şeye deli gibi koşturmamaya karar verdim. Artı yaşamdaki size yıllarca parazit olmuş sizi sülük gibi emen insanlardan kurtulmaya karar verdim. Çünkü hep kanını emmişler, size hiçbir şey vermemişler. O bakımdan güzel bir silkeleniş oldu hastalık. Hastalık aslında çaresi olduğu zaman kafanızı toparlamaya yarıyor ve siz de faydalanabilirseniz iyi tarafları da var. Dersler çıkartıyorsunuz. O yaşam derslerini de çıkarttım. Tıbbi olarak ya da fiziksel olarak yıpratmışlığı vardır ama zihinsel olarak hastalık bana iyi geldi.”

Başlangıçta kalp yetmezliği, KOAH ve şeker gibi kronik hastalıklarına rağmen aktif olarak çalışmalarını sürdüren Öztekin, 2020’de Koronavirüs sebebiyle başlayan pandemi sürecinde mesleğinden de uzak kalacaktı.

Bu süreçte eşine verdiği röportajda kendisini “kronik hastalıklar koleksiyoneri” olarak tanımlıyordu. Kronik hastalıklarından söz ederek, "Koronavirüsün en sevdiği hastalıklar. Dolayısıyla virüse karşı kendimi korumam, bunun için de sokağa çıkmamam gerekiyor. Sağlık Bakanı ‘Bu iş bitmiştir’ diyene kadar ben evdeyim," diyordu.

Bir başka röportajında ise “Her şeyin başı sağlık,” diyor ve şöyle devam ediyordu:

“Sağlık yerinde olduktan sonra arkadan her şey gelir. Onun için kendimize iyi bakalım. Geçen gün bir araba için 3 saat serviste bekledim ve yanımda olan arkadaşlara dedim ki ‘’Hasta olsak 3 saat hastanede sırada beklemeyiz.’’ Kendimiz daha çok önemliyiz. Sağılığımıza dikkat edelim, önem verelim ve en önemlisi en ufak bir sorun bile olsa doktora gidelim.”

Rasim Öztekin öldü

Anılardan, hayallerden bahsederken insanın ense köküne sızı bırakan bir başlık oldu bu şimdi.

Sesi, yer yer ciddiyeti, en çok gülüşü nasıl da kazınmış hafızamıza. Evet, Rasim Öztekin, 8 Mart’ta geçirdiği kalp krizinin ardından akşam saatlerinde yoğun bakım tedavisindeyken hayata veda etti. 62 yaşındaydı.

10 Mart’ta Ses Tiytarosu’nda düzenlenen törenden sonra saat 15.00’da, Zincirlikuyu Mezarlığı Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi.

Sağlık sorunları nedeniyle törene katılamayan Ferhan Şensoy’un mektubunu kızı Derya gözyaşları içinde okudu. Mektupta şöyle diyordu:

"Kavuğumu ona devrettim. Orta oyuncularda çok başarılı bir dönem yaşadı. Kimi rahatsızlıklarından ötürü sahneyi bıraktı, kavuğu Şevket Çoruh’a devretti. Günü geldi uçtu gitti gökyüzüne. Kavuklu fotoğrafı asılı durur Ses 1985'te. Bir gün ben de uçup geleceğim gökyüzüne."

Acı haber gelmeden önce kızı Pelin ise sosyal medyadan şu mesajı paylaşmıştı:

"Çoook seviliyorsun Babiş. Biran önce iyileş, iyileş ki senin için her an hazırız diyen binlerce insanı gör. Daha yaşanacak çok an, gezilecek çok yer, gidilecek çok maç, keşfedeceğimiz çok tat var. Hepsi bizi, biz seni bekliyoruz. Seni çoook seviyorum."


Eşi Esra Hanım ise uzunca mesajının sonunda şöyle demişti:

“… sesimi duyduğunu biliyorum koca yürekli adam... Aşkım. Rasim'im... Havalar güzelleşiyor, Ege'nin zeytin ağaçları, mavi koyları bizi bekliyor. Hadi çabuk toparlan.”

Ama toparlanamadı. Her şey bir anda olmuştu. Öztekin, kalp krizi geçirmeden yirmi dakika önce Seksenler dizisinin yapımcısı Birol Güven’e şu mesajı atmıştı:

"Günaydın Patron. Umarım iyisindir. Pazar günü için güzel bir şiir gönderiyorum biraz nostalji... ”Seksenler”de de kullanılabilir."

Gönderdiği şiir, İbrahim Sadri’nin “Kuş Hatırları” şiiriydi ve bir kısmı şöyle:

“Benim çocukluğumda soframıza kuşlar konar
Rüyalarımıza melekler uğrardı.
Kapımızdan yoğurtçu
Bahçemizden ishakkuşu
Kalbimizden yeni çıkan şarkılar geçerdi.


Kışın bir sobamız olurdu
Sobanın yanında kedimiz
Kedinin önünde yün yumağı
Bir Hayat Bilgisi fotoğrafı gibiydik.

…”


Birol Güven, Öztekin’in ölüm haberinin ardından şunları söyledi:

"Rasim Öztekin sadece ölünce değil, yaşarken de arkasından iyi konuşulan çok özel bir insandı. Ülkemizin ortak bir değeriydi. Benim için de ailecek çok yakın görüştüğüm, çocuklarımın elinde büyüdüğü bir dosttu. İyi günde kötü günde hep yanımdaydı. Onunla çok özel projelerimiz vardı. Projelerimiz ne bir dizi, ne de bir filmdi. Projemiz çalışmamaktı. Bundan sonra çalışmayıp, gezecektik. Gidilecek bir restoran listesi vardı elimizde. Hiçbirini gerçekleştiremedik. Mekanı cennet olsun."

Öztekin’in bu ani gidişi ailesini, hayranlarını, sanat ve siyaset dünyasını yasa boğdu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, komedyen Cem Yılmaz gibi pek çok isim başsağlığı dileklerini paylaştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Öztekin’in kızı Pelin’i bizzat arayarak taziyede bulundu.

Güldüren, güldürürken düşündüren, oyunculuğu ile göz dolduran, ustalığını kanıtlarken babalığıyla da kalbimizi kazanan, Türk tiyatrosunun Beşinci Kavuklusu, bir Rasim Öztekin geçti bu dünyadan…

alinti
________________